16 Nisan’da yapılacak referandumda belirli bir Kürt, demokrat, sosyalist seçmenin sandığa gitmeyeceği kesin. Bu gitmeme halinin bir kısmı kendisini boykot şeklinde açık ediyor. Bunu anlamak mümkündür. Özellikle de Cizre vahşetine tanık olmuş, yaşanan katliamı yüreğinde duyumsamış her Kürt için seçim, referandum, temsili sistem boş bir söylem dışında bir değer ifade etmiyor. Kaldı ki ortada zaten demokratik bir referandum süreci yaşanmıyor. Devletin bütün baskı/şiddet tekeli tamamen mutlak bir “evet” için her şeyi seferber etmiş durumda. Bu anlamda da referandum sonrasında demokratik bir süreç beklemek şimdiden hayal gibi durmaktadır. 

Kürdistan’daki AKP/devletin yaşattığı katliamlar için referandumda “boykot” diyen ya da sandığa gitmeyenlerin de bir şeyi iyi düşünmeleri lazım gelir. Tayyip Erdoğan için bu referandum “bakın ben doğruyum işte, halkım da benim arkamda” gibi bir sonuç çıkarsa o zaman Kürdistan ketlerinde yaşanan bütün o vahşetler de bir şekilde toplumda onay almış gibi okunacaktır. Özellikle de Kürdistan’a gelecek oylar bu konuda son derece önemlidir. Bu aynı zamanda Tayyip Erdoğan’a yeni katliamlar içinde bir meşruiyet sağlayacaktır. Aklında kırıntı düzeyinde bile demokrat bir kişilik özelliği taşımayan biri için “ben yaptım oldu” olacak. 

Diğer önemli bir durum da artık R.T.E./AKP’nin 2023 yılında resmi ilanını yapacakları İslami Cumhuriyet için de önlerinde geniş kitleler nezdinde bir engel kalmamış olacak. Sandığa gitmeyecekler ya da “boykot” diyenler 2023 yılı içinde girilecek bu durum için ne düşünüyorlar. Bir şekildemücadelesini yürütebildiğimiz/yürüttüğümüz bir düzlemde tamamen monarşik bir düzleme geçilecektir. “Ha monarşi, ha bugün ki temsili militer sistem” bizim için bir şey değişmiyor demek mümkün müdür? Bunun böyle olmadığını tam da referandum sürecine girmeden âdete bütün HDP’nin rehin alınmasında anlıyoruz. 

Bu süreçte HDP bir şekilde kendi gücü ile bu referandum sürecini yürütebiliyor olsaydı “ne yapalım, ortada başka alternatif yoktur” diyen çok önemli bir kitle bu gücün etrafında örgütlenecekti. 7 Haziran 2015 seçiminde “alternatifsiz değiliz” diyen bir kesim ile birlikte mevcut AKP ve CHP’nin anti demokratik/militer denkleminde çıkarak bu güç ile birleşecek başka kitleler de olacaktı. Aslında bu topluma açık, doğrudan, rahat bir şekilde doğruları konuşabilecek/sunabilecek ne kadar basın, yayın, siyaset ve kişi varsa Tayyip Erdoğan sultası tarafından ya rehin alındı ya da Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakıldı. 

Şimdi bütün baskı/şiddet tekeline rağmen, demokratik olmayan bir yarış içinde “hayır” diyebilmek, bunu sisteme saydırmak muhalif mücadele açısında ciddi bir moral ve motivasyon olacaktır. Aksi takdir de “Türkiye’de bir şey olmaz” aklı da ha egemen bir hale gelecektir. Her şeye rağmen bizler mücadele etmekten geri durmayacağız diyenlerin o zaman hayır için sandığa gitmesi daha etkili bir sonuç doğuracaktır. Türkiye ne Almanya ne de Hollanda, Fransa değildir, bu ülkelerde sandığa gidip gitmemek insanların hayatında çok şey değiştirmeyebilir, ancak Türkiye’de durum çok başka. 

Unutmamak lazım ki siyaset biraz da atmosfer/motivasyon ile yürümektedir. O zaman 16 Nisan’da Tayyip Erdoğan’a ikinci bir 7 Haziran’ı yaşatmak etkili olacaktır. “Hayır” ile sorunlarımız çözüm yoluna elbette girmiş olmayacaktır. Ancak 16 Nisan yeni bir başlangıç olabilir. Sandığa gitmeme ya da “boykot” hakkımızın farkında olarak gidip “hayır” demek mücadele alanımıza güç katacaktır. Aksi halde Türkiye’de muhalif olmak/mücadele etmek uzun yıllar bir kez daha geniş kitleler dışında yürüyecektir.