PKK ve TC devleti arasında süregelen müzakerelerin geçen zamana ve vaktinde çizilen hedeflere nazaran geldiği noktanın doyurucu olmadığı genel kabul gören bir durum. Bunu sadece AKP’nin barış sürecini üzerine planladığı İran-ABD savaşı çıkmaması nedeniyle ağırdan almasıyla açıklayamayız. Bize göre daha yapısal olan sorun, müzakerelerin iki tarafın ‘güçlü liderleri’ konumundaki Öcalan-Erdoğan arasında sıkışıp demokratik kanallarla topluma sirayet etmemesidir. Daha açık ifadeyle, Öcalan ve Erdoğan’ın temsil ettiklerini iddia ettikleri taraflar üzerindeki güçleri müzakerelerin demokratikleşerek derinleşmesine engel olmaktadır. Yani eğer süreç demokratik bir genişlemeyle yapısallaşmaya tabi olsaydı, ABD-İran savaşının çıkmaması gibi diğer dışsal unsurlar bu derece etki olamazdı.

PKK’nın geri çekilmesinin gündeme gelmesiyle “demokrasi mi, barış mı?” şeklinde bir ikilem ortaya atılıp, “barış gelsin de ne olursa olsun”, “barışı demokrat bir başbakan getirmek zorunda değil” şeklinde argümanlarla, barışın kutsiyeti üzerinden AKP’nin otoriterliği örtülmeye ve meşrulaştırılmaya çalışıldı. Dünya siyasi tarihinin bu en aptal ikilemini ortaya atanların buradaki hedefleri, siyasi varoluşlarını AKP’ye borçlu olduklarından, Tayyip Erdoğan’ı her durumda koşulsuz şartsız desteklemek ve temize çıkarmak: Erdoğan gibi güçlü lider olmadan barış gelmez, güçlü liderlik de demokrasiden mahrumiyettir; o halde Erdoğan’ın güçlü olmasına karşıysanız, barış düşmanısınız!

Bu “olağanüstücülük” açıkça otoriter zihniyetin tezahürü. Şimdiye değin demokrasiyi askıya almak için çoklukla kötü koşullar bahane edildi: Terörü alt etmek, hiper enflasyonu/ekonomik krizleri alt etmek, emperyalist güçlerin ülke üzerindeki oyunları vs... Şimdi ise kutsal bahaneler uydurmak yeni taktik. Toplum, her zaman karar süreçlerinde söz sahibi olmayı umut etmek ve bunun için bazı şeylere katlanmak zorunda!

Oysa barış ve demokrasiyi birbirine bağlayan arada sıkı bir bağ var: Eşitlik. Bu ikilemi yaratanlar gerek sözüm ona liberal, gerekse de Müslüman olduklarından eşitlik olgusuna kökten karşılar.

Oysa, Kürtler ve Türkler arasında demokratik bir düzende barış içinde birlikte yaşamaya ikna edecek eşitliğin sağlandığına, ne güçlü Türk lider Erdoğan ne de güçlü Kürt lider Öcalan karar verebilecek konumda. Zira ne Erdoğan elindeki yüksek karar gücünden ötürü Türklerin avantajlarından vazgeçmeye teşne, ne de Öcalan “tamam ey Kürtler artık Türklerle eşitsiniz” demeye muktedir. Bunu dese ve her söylem değişikliğini “taktik” diye meşrulaştıranlar buna inansa bile, gerçek eşitlik sağlanmadıysa günü gelecek sorun gene olduğu yerden devam edecek. Dolayısıyla Kürt ve Türk toplumunun karşılıklı konuşması ve uzlaşması dışında hiçbir mekanizma tarafları eşit kılmaya muktedir değil.

Türklerin ve Kürtlerin birbirleriyle eşitlenme üzerine tartışması içinse özne olmaları, yani kendilerini etkileyen karar süreçlerine müdahil olmaları ve bunun için de liderlerini ekarte etmeleri gerekiyor. Yani liderlerinin kendilerinin yerine düşünmelerini kabullenmemeleri ve onlara o 100% güvenip kendilerini teslim etmemeleri gerekiyor.

Evet; Öcalan siyaset kurdudur, zekidir, halk kahramanıdır vs vs. Ama sonuçta zaafları olan normal bir insandır. Dahası 15 yıldır hücrede tek başına olmasından ötürü maruz kaldığı psikolojik durum, manipüle edilmesini imkansız kılmıyor. Öcalan “Ermeni lobisi, Yahudi lobisi, bu topraklarda Türk-Kürt barışı istemez” diye sayıkladığında, kendisi geri adım atmadan eleştirel yaklaşmayı başarmak gerekiyor. Aynı şekilde Türkler de Erdoğan’ın şizofrenik gelgitlerini sineye çekerlerse ‘kişiliklerini’ yitirirler.

İki taraftan da gelecek itirazlardan birisi: Öcalan’la Erdoğan’ı nasıl bir tutarsın? Türkler, “Biri terörist başı, diğeri seçilmiş Başbakan”, Kürtler de “Biri halk kahramanı, hep demokratik özerklikten bahsediyor; diğeri açık diktatör evlere bile karışıyor” diyecek. Fakat ben onlarla değil, sizlerin onlara yaklaşımınızla ilgilendim. Evet, Öcalan belki çokça defa demeçlerinde “kendi kararlarınızı kendiniz verin, bana sormayın” diyor ama sonra o kendi kendine verilen kararlarda da çocuk azarlar gibi azarladığından, azarlananların karar verme cesaretleri düşük. O nedenle, bu müzakere bu haliyle derinleşebilmiş değil dediğimizde, bize hak vermek için Öcalan’ın “derin müzakere aşamasına geçmeliyiz” demesini beklemeyin.

Müzakerelerin derinleşmesi için de Öcalan ve Erdoğan’ın 100% güvenilen, eleştirelemeyen güçlü lider konumundan çıkartılmaları ve toplumsal aktörlerin devreye girmesi gerekiyor. Zira eşit ve karar verme konumunda özne olmayan, güçlü liderlerinden muzdarip toplumsal gruplar, barış ve demokrasi kuramazlar. Hepsinden öte MİT’e fazla güvenmemek gerekiyor. Öcalan nedense bu konuda abartıyor. Biz notumuzu düşmüş olalım...