Asi çocuklarını terbiye etsin diye babalar mı ülkeyi yönetenlerin eline sopayı tutuşturduğu ya da iktidarlar mı asi çocuklarını terbiye etsin diye babaların eline sopa verdiği sorusu uzun zamandır benim de zihnimi kurcalar. Yoksa işin aslı Jokha Alharthi’nin “Dolunay Kadınları” yapıtında bir karakterin ağzından çıktığı gibi mi: “Mutasavvıf der ki, ‘Bilmek başa beladır.’ Ben hiçbir şey bilmediğim için rahatım.” Bilmeyen, kabullenen ve hayatı sorgulamayan çocuklar, yurttaşlar… Sopanın kendisi ya da gölgesi kafalarının üstünde hiç eksik olmayacak ki asi değil de babalara ve iktidarlara uyum sağlayan çocuklar yetişsin.

İktidarlar için değil belki (gerçi anne-baba, din adamları, gelenek-görenek de bir tür iktidar, ama siz benim neyi kastettiğimi anlamışsınızdır), ancak babalar için Alharthi “Dolunay Kadınları” yapıtında adeta bu sorunun yanıtını vermeye çalışmış.

Peki asi olmayan çocuklar nasıl bir uyum sağladı?

Özellikle de bu bir kız çocuğuysa?

Bu kız çocuğu, artık çocuk denilemeyecek kadar büyüyüp bir kadın bile olmuş olsa?

“Kızı büyüyüp peşinden Salim ve Muhammed de doğunca başka bir şeyi keşfetti: Uyku. Uyuyacak ve onu hiçbir şey rahatsız etmeyecekti. Uyku, suskunluktan da etkili bir mucizeydi çünkü. Ne kendisi konuşuyor ne de başkalarından bir şey duyuyordu. Hatta uykusunda rüya bile görmüyordu. Uyuduğu vakit sorumlulukları ortadan kalkıyor, hiçbir şey hissetmiyordu. Uyanıkken uğraşmak zorunda olduğu işler uyuyunca ortadan kayboluyordu… Uyuduğu zaman onu yavaş yavaş yutan, hiçbir şeyin bulunmadığı rahat bir boşluğa düşerdi. İşin en güzel yanı, rüya bile görmemesiydi. Kâbuslar yoktu, suretler yoktu, sesler yoktu. Hiçbir şey… Kendisini hiçbir şeyin karşılamadığı keyifli bir koma hali. Uyku tek cennetiydi. Varlık kaygısına karşı elindeki son silahı.”

Uyku: Keyifli koma hali. Zaman zaman birçoğumuza cennet ya da kutsal bir sığınak olmuştur. Meyve’nin hikâyesi daha romanın ilk bölümünde ortaya çıkar, elbette ki yapıt sadece Meyve’nin yaşadıklarından ibaret değildir, daha çok üç kuşak bir ailenin dramıdır. Yine de okur olarak dikkatlice bakıldığında fark edilir ki yazar bu karakterine daha bir öncelik vermiş gibidir.

Oysa küçüğü, Esma’nın hem eğitimi vardı, hem de cin gibi uyanıktı.

“Ebu Hüreyre’den nakil. Allah Resulü mescitte iken, ‘Aişe bana elbise ver,” buyurdu. O da, ‘Ben hayızlıyım,’ deyince ‘Elin de hayızlı değil ya,’ buyurdu.”

Ve Esma devam ediyor:

“Evet, biliyordum, bir şey vardı işte. Biliyordum… Fakat müezzinin hanımının hürmetine sesimi çıkarmadım.”

Meyve adeta erkeğin saltanatını ta en başından kabullenen Müslüman Ortadoğulu bir kadın prototipi gibidir (çok mu ileri gittim acaba, çoğunluğu ya da bazıları için diyelim; annemiz, kız kardeşimiz ve hatta karımız): Asi olmayan, inançlı, kaderine boyun eğen, rızkına razı olan, vs. Yani Meyve’nin hikâyesi bir şekilde Müslüman coğrafyasında yaşayan çoğumuzunkiyle benzerdir: Anne ve baba iktidarına sessizce boyun eğen. Hoşuna gitmeyenlere karşı çıkmak yerine uyku haline geçmeyi tercih eden. Zira baba ve anne kutsaldır. Buyrukları da öyle, çocuklarının iyiliğini kendilerinden bile daha fazla isteyen.

Zaten yazarın bu yapıtta üzerinde durduğu şey, ülkeyi yöneten iktidarların ya da din adamlarının yaptıkları değil; daha çok toplum ve toplumu var eden en küçük yapılardan biri olan aile denilen kurumun fotoğrafıdır. Meyve’nin annesi de kızınınkiyle benzer şeyler yaşamıştır, babası da babasına benzerdir biraz, döngü devam eder.

Sonuç olarak baştaki sorumuzun yanıtına dönersek eğer, bir coğrafyada eli sopalı babalar ve her türlü zorluğu kabullenen anneler var olduğu sürece asi değil de uykusunda rüya bile göremeyen çocuklar yetişecektir. Ummanlı yazar Jokha Alharthi’nin “Dolunay Kadınları” yapıtında gördüğüm biraz da budur. Yine de Meyve’nin kızının adını Hıristiyan bir kentin adı olan Londra koyarak komalı uykusunda keyif değil de sayıkladığını var sayabilir veya düşleyebiliriz, zira doğurduğu çocuğuna kendi seçtiği bir ismi koymak bile bazı coğrafyalarda bazen fazla cesaret gerektirebilir ve elbette ki bilmek’te.

Kaynak: Dolunay Kadınları, Jokha Alharthi, Çeviri: Süleyman Şahin, Timaş Yayınları