Zaman aşımına 8 gün kalan Musa Anter davası avukatı Selim Okçuoğlu, hukuk devleti niteliğinden uzak bir noktada olan Türkiye’de hukuk dışı illegal yapıların korunduğunu söyledi.

Kürt aydın ve gazeteci Musa Anter’in 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da katledilmesine dair açılan davanın duruşması, 15 Eylül 2022’de Ankara 6'ncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek.

JİTEM Ana Davası ve 1993 yılında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından öldürülen Ayten Öztürk davasıyla birleştirilen davanın duruşması, zaman aşımına 5 gün kala görülecek. Buna rağmen kovuşturmanın ilerlemesi için herhangi bir adım atılmıyor.

İlk olarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava ile başlayan yargılama süreci, daha sonra kamu düzeni gerekçesiyle diğer faili meçhul cinayetler dosyalarında olduğu gibi bölge dışına çıkarıldı. Dosyanın 2015 yılında Ankara’ya nakline karar verildi.

Nakil nedeninin siyasi gerekçelerle dayandığını sık sık ifade eden dava avukatları, kamuoyunun ve ailelerin davaya ilgisini zayıflatma ve yargılanan sanıklar için cezalandırma riskini ortadan kaldırma amacı güttüğünü uzun yıllardır vurguluyor.

Davayı başından beri takip eden avukat Selim Okçuoğlu, yargılama sürecine dair Mezopotamya Ajansı’dan Fırat Can Arslan sorularını yanıtladı.

Musa Anter Davası’nın diğer iki davadan tefrik edilmesi için defalarca talepte bulunuldu ancak sonuç alınamadı. Ret gerekçelerini hukuki boyutta nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gelinen aşamada bizim dosyamız Abdulkadir Aygan’ın ifadesinin alınması noktasında tıkanmış durumda. Bu takınmanın aşılması amacıyla, zamanaşımı süresinin dolma riskine dikkat çekerek, Aygan hakkındaki yargılamanın tefrik edilmesi ve mevcut delillerle bir karar verilmesine yönelik ısrarlı taleplerimiz mahkeme tarafından her defasında reddedildi.

Ankara 6’ncı Ağır ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada talebimiz üzerine çok sayıda tanık dinlendi, bazı kurum ve kuruluşlardan ise eksik de olsa bilgi ve belge toplanmasına çalışıldı. Bildiğiniz gibi bizim davamızda tetiği çeken kişi olarak “Şırnaklı Hamit“ olarak belirtilen ve itirafçı Abdulkadir Aygan tarafından kesin olarak teşhis edilmiş olan Hamit Yıldırım isimli korucu sanık, 5 yıl süre ile tutuklu olarak yargılandı. Hamit Yıldırım daha sonra yasal tutukluluk sınırı dolduğu için yurtdışı yasağı ve imza verme biçimindeki adli kontrol kararıyla birlikte tahliye edildi. Daha sonra, başta Yeşil Kod isimli Mahmut Yıldırım ile bazı kamu görevlileri ve itirafçılar aleyhine açılmış olup Diyarbakır JİTEM Ana Davası olarak bilinen dava ile Dersim’de Ayten Öztürk’ün kaçırılıp katledilmesine ilişkin olarak Elazığ’da açılan davaların bizim davamız ile birleştirilmesine karar verildi. Biz bu karara başından itibaren karşı çıktık.

Dosyamız sanıklarından ve halen İsveç’te siyası sığınmacı olarak yaşayan Abdulkadir Aygan’ın savunmasının alınması sürecinin sağlıklı bir şekilde işlememiş olması sonucunda yargılama sürecinin tıkandığını söyleyebilirim.

Mahkeme, başlangıçta İsveç’e giderek Abdulkadir Aygan’ın ifadesini bizzat almak istedi. Ancak Adalet Bakanlığı buna müdahale ederek mahkemenin bu kararını geri almasını sağladı. Bunun yerine Abdulkadir Aygan’ın talimatla ifadesinin alınması için İsveç’e yazı yazılmasını istedi. Mahkemenin Adalet Bakanlığı’nın bu biçimde müdahalesi ve yönlendirmesi sonucunda İsveç’e yazdığı yazılar sonucunda Abdulkadir Aygan ifade vermeyi reddetti.

Abdulkadir Aygan’ın ifade vermeyi reddetmesi üzerine bizim talebimiz ve ısrarımız sonrası mahkeme bu kez yeniden bizzat kendisinin ifadesini almaya karar verdi. Bu karara karşı Adalet Bakanlığı, sessiz kalmasına rağmen İsveç ile bu konuda yapılması gereken adli iş birliği yazışmaları konusunda gerekli hassasiyeti ağırdan alarak sürecin fiilen işlemez hale gelmesine neden oldu.

Gelinen aşamada bizim dosyamız Abdulkadir Aygan’ın ifadesinin alınması noktasında tıkanmış durumda. Bu takınmanın aşılması amacıyla, zamanaşımı süresinin dolma riskine dikkat çekerek, Abdulkadir Aygan hakkındaki yargılamanın tefrik edilmesi, bir başka deyimle ayrılması ve mevcut delillerle bir karar verilmesine yönelik ısrarlı taleplerimiz mahkeme tarafından her defasında reddedildi.

Zaman aşımıyla davanın sonlandırılmasının önüne geçilebilecek herhangi bir hukuki yol var mı? Hukuki süreç, zaman aşımı sonrası sizin tarafınızdan nasıl işletilecek?

Türkiye’deki hukuk düzeni açısından zamanaşımı kuralının önüne geçecek bir ihtimal ne yazık ki görünmüyor. Yargılamanın bu biçimde sonuçlanması halinde öncelikle Anayasa Mahkemesi’ne, sonrasında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru yapmak dışında hukuki bir imkân bulunmuyor.

Sizin 22 Şubat 2000’de soruşturma sürecine dair AİHM’e bir başvurunuz olmuştu. AİHM kararlarının Türkiye’de işlevsizliğini ortaya koyan örneklerden biri olan başvuru ve sonucuna dair bilgi verebilir misiniz?

AİHM’e göre Türkiye, kontrgerilla olarak adlandırılan devlet içinde oluşturulmuş hukuk dışı yapıların faaliyetlerinin ortaya çıkarılması için hiçbir çaba içerisinde yer almamıştır.

AİHM, 2007 yılında “yaşam hakkının hem maddi hem de usul açısından ihlal edildiğine” karar verdi. Ayrıca, olayın ardından ortaya çıkan ve Anter'in öldürülmesiyle doğrudan ilgisi olan, Meclisin 1998 tarihli “Susurluk raporu” gibi bazı önemli delillerin de yetkililer tarafından kullanılmadığını tespit etti. AİHM, Türkiye’yi yaşam hakkı ihlali ve etkili bir iç hukuk soruşturması yürütülmediği gerekçeleri ile mahkûm etti. Kararında çeşitli tespitlere yer verdi. AİHM’e göre Türkiye, kontrgerilla olarak adlandırılan devlet içinde oluşturulmuş hukuk dışı yapıların faaliyetlerinin ortaya çıkarılması için hiçbir çaba içerisinde yer almamıştır.

Tanık olarak dinlenen Mehmet Eymür, ifadesinde, “Tüm bilgiler MİT’te ve Genelkurmay’da vardır” demişti. Buna benzer başka isimlerin ifadeleri de var. Mahkeme neden kayıtsız kalıyor?

MİT ve Genelkurmay’da konuya ilişkin olduğu belirtilen tüm belge ve bilgilerin getirtilmesi amacıyla yapmış olduğumuz taleplerimiz sonucunda mahkeme ara kararlar oluşturarak söz konusu kurumlara yazılar yazdı. Bu yazıların bir sonucu olarak MİT’ten Yeşil Kod Mahmut Yıldırım’ın konuya ilişkin beyanları olduğu belirtilen bazı dokümanların gönderilmesi ile yetinildi.

Davanın siyasi saiklerle kapatılmaya çalışıldığı tartışmaları sürerken, siz bu durumu nasıl okuyorsunuz?

Türkiye’de devletin bir hukuk devleti niteliğinden uzak bir noktada olduğu açık. Esas olarak “devletin sürekliliği” denilen olgunun yalnızca devletin görünen yüzü ile sınırlı olmadığı, devletin hukuk dışı illegal yapılarının da bu devamlılığın bir parçası olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla korunan şey aslında bu hukuk dışı illegal karanlık yapılardır.

Türkiye yargısının içine düşürüldüğü cezasızlık politikasını bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de yargı erki, kendisini devlet/yürütme erkinin bir parçası ve bu düzenin koruyucusu olarak görmekte. Bu durum özellikle siyası içerikli yargılamalarda daha da belirgin bir şekilde karışımıza çıkıyor.

Türkiye’de yargı erki, kendisini devlet/yürütme erkinin bir parçası ve bu düzenin koruyucusu olarak görmekte. Bu durum özellikle siyası içerikli yargılamalarda daha da belirgin bir şekilde karışımıza çıkıyor. Oysa bir hukuk devletinde yargı erki, yürütme erki/devlet aygıtı karşısında bağımsızdır ve ondan hesap sormanın etkili bir organıdır. Bu durum Türkiye’de ise tam tersidir. Dolayısıyla birçok alanda olduğu gibi Musa Amca’nın katledilmesine yönelik yargılamada da yargının siyasal iktidar/devlet aygıtı karşısında tümden bağımsız olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla özellikle siyasal nitelikteki yargılamalardaki cezasızlık yönündeki resmi anlayışın bir sonucu olarak etkili ve sonuç alıcı yargısal süreçler yaşanmamakta.

Musa Anter’in katledilmesi karanlık bir sürecin başladığı tarihlere denk geliyor. Anter’in katledilişi o dönem için nasıl bir düşünce biçiminin ürünüydü? 90’lardan bugüne on binlerce faili meçhul cinayet, köy yakmalar ve gözaltında kayıplar yaşandı. Bunların karşısında adaleti arayanlar ise sonuç bulamadı. JİTEM ve benzeri yapılanmalar ne zaman gündemden düşecek?

Doksanlı yıllar devletin “topyekûn savaş” politikasının, dolayısıyla hukuk dışı yöntemlere başvurmasının en yoğun yaşandığı bir dönemi ifade etmektedir. Bu dönemde Kürt aydınlarının, siyasetçilerinin ve ileri gelenlerinin illegal yapıların hedefi haline gelmesinin temel nedeni Kürt meselesi ekseninde hızla gelişmekte olan kitlesel siyasal bilincin önüne geçmek, meseleyi bir şiddet sarmalına hapsederek boğmak ve bu konuda en basit demokratik çözümün bile ihtimal dışı kalmasını sağlayarak klasik ret ve inkâr politikalarının bir gereğini yapmaktı. Bu nedenle toplumun ileri gelenlerinin etkisizleştirilmesi, geniş halk yığınlarının sindirilmesi hedeflendi ve bu durum beraberinde köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler, zorla göçertme politikaları ile kendini gösterdi. Türkiye’de JİTEM örneğinde olduğu gibi tüm karanlık illegal yapıların gündemden düşmesinin tek yolu çoğulcu, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı bir hukuk devletinin kurulması ile mümkün.