Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalarak Türkiye’ye geçici olarak gelen ve süre içerisinde kalıcılığa dönüşen Suriyelilerin sayısı tam olarak bilinmemesine rağmen üç milyon civarında olduğu söyleniyor.

Savaşın bu kadar uzun süreceği ne savaştan kaçan Suriyelilerce ne de Türkiye devletini yönetenlerce tahmin edilmediğinden olsa gerek, geçici konaklamadan kalıcılığa doğru yol alan bu misafirliğin adı bir türlü koyulamıyor.

Sığınmacı, Mülteci, göçmen veya durumlarına uygun bir hukuki statünün tam anlamıyla belirlenmemesi birçok sorunu da beraberinde getiriyor.

Değişik illerde oluşturulan kamplarda kalan Suriyeli sayısı toplamın % 10-15’i civarında. Büyük çoğunluk ülkenin değişik kentlerine yayılmış ve kendi imkânlarıyla yaşamaya çalışmaktalar. Kendi imkânlarıyla yaşamaya çalışan büyük çoğunluk henüz adlandırılmamış hukuki statüleriyle mecburi olarak yasa dışı çalışarak yaşamaktalar. Hukuki statüleri olmadıkları için çalışma izinleri de yok. Yasa dışı bir şekilde çalıştıklarından, ucuz iş gücü olarak onları çalıştıranlar da suçlu duruma düşmektedir.

Ülke içerisinde serbestçe dolaşabilen, sağlık hizmetlerinden yararlanan, ikamet edebilen Suriyelilerin bu koşullarının hukuki olmadığı açık!

Uluslar arası mülteci sözleşmelerini imzalayan ve tarafı olan Türkiye, “coğrafi kısıtlama” çekincesiyle imzaladığı sözleşmeyi sadece Avrupa tarafından gelenlere “mülteci” statüsünü tanıdığı için Avrupa dışından gelenlere bu statüyü tanıyamıyor.

Bu nedenle Avrupa dışından Türkiye’ye gelen ve mülteci şartlarını taşıyan kişiler “sığınmacı” olarak adlandırılıyorlar.

Mülteci ve sığınmacı kavramları içerik olarak aynı olmakla birlikte ayrı coğrafyalardan gelmiş olmakla ayrılıyorlar.

Kendi ülkesinde dini, etnik kimliği veya siyasi görüşleri nedenleriyle zulme uğrayacağından veya yaşama hakkının tehlikede olmasından haklı olarak endişe ettiği için ülkesini terk etmek zorunda kalan kişiler olarak adlandırılan Mülteci kavramıyla aynı içeriğe sahip olan sığınmacı mülteciden, Avrupalı olmaması nedeniyle ayrılmaktadır.

Bu hukuksal statü sorunu, Körfez savaşı sırasında zor durumda kalmaları nedeniyle yaşanan Iraklı Kürtlerin göçü sırasında da yaşanmıştı.

11 Nisan 2013 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslar arası Koruma Kanunu ile üç ayrı statü belirlenmiş. Mülteci, Şartlı Mülteci ve İkincil Koruma olarak adlandırılan hukuki statülerden, Mülteci kavramı eskisi gibi Avrupa’dan gelebilecek kişiler için kullanılmış, Şartlı Mülteci kavramı ise Avrupa dışındaki ülkelerden gelmez zorunda kalan kişiler için tanımlanmış. İçerik olarak aynı koşullara sahip olmasına rağmen, “Şartlı Mülteci” olanlar belirli illerde ikameye tabi tutulurken, “Mülteci” olanlara bu zorunluluk verilmemiş.

Aynı kanunla ifadelendirilen “İkincil Koruma” statüsü ise bireylere uygulanan bir durum olarak belirlenmiş. Ülkesine gittiği taktirde ölüm cezasına mahkum olacak veya ölüm cezası infaz olunacak kişiler, işkence, insanlık dışı muamele veya onur kırıcı davranışa maruz olacak kişiler, silahlı çatışma durumunda şahsı zarara uğrayacak kişiler, kendi ülkesinin korumasından faydalanamıyorsa bu statü uygulanabilecek.

“Coğrafi kısıtlama” çekincesiyle imzalanan uluslar arası sözleşmelerdeki Avrupa kısıtlaması 6458 sayılı yasa ile aşılmış görünüyor.

Buna rağmen, neredeyse beşinci yılını dolduran Suriyeli sığınmacılara, içerisinde bulundukları duruma uygun hukuki statünün tanınmaması elbette kafaları karıştırmakta.

Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ile Suriyeli göçmenlerin yaşamsal sorunları müzakere ediliyor, pazarlıklar yapılıyor, paralar isteniyor ama Suriyelilere hukuki statü tanımlanamıyor!

Mart 1026’da Avrupa birliği ile Türkiye’de bulunan Suriyelilerin durumu için bir anlaşmaya varılmıştı. Bu anlaşmaya göre Avrupa Birliği bir miktar Suriyeliyi “mülteci” olarak kabul edecek, bir miktar parasal yardımda da bulunacaktı. Ancak bunun uygulanabilmesi için de Türkiye’nin bazı kriterleri yerine getirmesi isteniyordu. Ne istenen kriterler yerine getirildi ne de bu anlaşma tam olarak uygulanabildi!

“İnsani, sorun” olarak adlandırılan Suriyelilerin durumu, pazarlık konusu olacak şekilde yapılan anlaşmaların ne kadar “insani” olabileceğini, anlaşma sonrası yaşananlar göstermiştir.

Ölümden kaçarak sığınan Suriyelilerin Avrupa Birliği ile yaşanan krizlerde “tehdit” unsuru olarak kullanılabilmesi, meselenin “insani” olmadığını açıkça gösteriyor.

Suriyeli göçmenlere hukuki statünün belirlenmemesinin arkasında yatan nedenin “tehdit” unsuru olarak kullanılma isteği olabilir mi?

Mülteci veya şartlı mülteci statüsünde en önemli maddelerden birisi, “geri çevrilme ve iradeleri dışında sınır dışı edilmeme” hakkıdır. Suriyeli göçmenlere mülteci veya şartlı mülteci statüsü verilir ise, bu kişiler iradeleri dışında ne geldikleri yere ne de başka üçüncü ülkeye gönderilemez. Hukuki statü tanımlandığında işleyecek olan bu tür haklar nedeniyle Suriyeliler, üçüncü ülkelere karşı “tehdit” unsuru olarak kullanılamayacaklar.

Belki de bu ve benzer durumlar içindir, Suriyeli göçmenlerin bir türlü hukuki statülerinin belirlenmemesi!

Bu tür uygulamalar sorunun etik yanını oluşturuyor.

Beş yılını neredeyse dolduracak olan Suriyelilerin misafirlik konumundan çoktan çıktığını, devletin onlara hukuksal statü tanımamasına rağmen bir takım yasal haklara kavuşma ihtimallerinin süre içerisinde oluşacağını da gösteriyor. Göç sonrası Türkiye sınırları içerisinde doğan çocukların, ve beş yılını zorunlu da olsa Türkiye topraklarında dolduranların vatandaşlık haklarının oluşma ihtimalini güçlendiriyor.

Yaslara göre, Türkiye’de doğan ve anne – babasının vatandaşlık haklarını alamayan çocuklar vatandaş olabilme hakkını kazanırlar. Ayrıca aynı yasada, vatandaş olabilmenin diğer koşulu ise kesintisiz 5 yıl ikamet etmektir ki bu süre de dolmak üzeredir.

Mülteci veya benzeri hukuksal statüsünü, uygulanan siyasetler ve ülkeler arası çıkar çatışmalarında “tehdit” unsuru olma adına alamayan Suriyeli göçmenlerin vatandaşlık haklarını alabilmesi daha da yakın görünüyor.

Önce burada doğan çocuklar, sonra evlenenler, sonra onların yakınları ve 5 yıl kesintisiz zorunlu ikamet edenler!

Yüzyıllardır değişik zamanlarda ve değişik koşullarla (çoğunluğu savaşlar nedeniyle) göç alan ve bu nedenle birçok etnik kimliğe sahip Anadolu’ya yeni bir kimlik daha eklenecek! Belki bu sayede politik oyunlara alet olmaktan kurtulurlar en azından…