Başbakan’ın “herkesin başbakanı” olmakta zorlanması yalnızca kendi seçmenlerinin olduğunu düşündüğü değerler üzerinden siyaset yapması ve giderek “tek adam” görüntüsü vermesi bugünlerde ülkede bir muhalefet sorununu gündeme getiriyor. Bir “muhalefet”e olan ihtiyaç yalnızca Başbakan’ın siyasi alanı daraltan tavırlarından kaynaklanmıyor kuşkusuz. Bu eksikliğin asıl kaynağı muhalefet partilerinin başta CHP olmak üzere liderliklerinin ve siyasi söylemlerinin silik ve etkisiz olması. BDP’nin de bu ihtiyacı tek başına karşılayacak bir büyüklükte olmaması.

İşte tam bu noktada Yunanistan’da Syriza’nın önümüzdeki seçimlerde “birinci parti” çıkma olasılığı,Fransa’da sosyalistlerin işbaşına gelmesi, Almanya’da yeşiller ve sosyal demokratların yerel seçimlerde güç kazanmaya başlaması acaba bizde de benzer bir sol siyaset oluşur ve eksik olan muhalefet alanını doldurur mu diye bir soruyu da anlamlı kılıyor.

Her ne kadar 1 Mayıs vesilesiyle sol siyaset üzerine yazılanlar bizde böyle bir gelişmenin oluşamayacağı yönünde bir kanaati destekler gibi olsa da, yine de muhalefet alanındaki hissedilen eksikliğin daha çok solun sahip çıktığı değerler üzerinden giderilebileceği düşüncesini engellemiyor. Sağda solda toplantılar yapılıp bu konu yeniden yeniden değerlendiriliyor.

Tabii sola yönelik eleştirilerin haklılık paylarının olmadığını söylemek zor. Ama bu eleştirilerin çoğunun “sonuçtan giderek” yapılmış olması solu anlamamızı da engelliyor bence. Özellikle solun içindeki bölünmüşlükler ve “solda birlik” tartışmaları, liderlerin kırılamayan güçleri, efsaneler vs. gibi yığınla meseleden giderek bizde solun iflah olmaz bir siyaset alanı olduğu ve bu nedenle de marjinal kaldığı eleştirileri özünde çok da yanlış eleştiriler değil.

Oysa bugün sol siyaset içinde bulunan onlarca siyasi örgütün birer “gençlik örgütü” niteliğinde örgütler olduğunu düşünürsek yaptığımız gözlemlerin gücünden de kuşku duyabiliriz. Gerçekten de bugün adları “parti” olsa da, içinde görev alan insanların yaşları altmışları geçmiş olsa da Türkiye solunun hâlâ “gençlik hareketleri” gibi davrandığını söyleyebiliriz. Bir başka ifadeyle Türkiye solu eski TKP ve bir ölçüde de olsa eski TİP dışında “gençlik hareketi” özelliği taşımıştır ve taşımaya da devam etmektedir.

Bütün gençlik hareketlerinin en azından bu topraklarda “muhalif” hareketler olduğunu biliyoruz. Yine bu topraklarda gençliğin heyecanlı, tavizkâr olmayan, ele avuca sığmaz, kendi bildiği doğruya sıkı sıkıya sarılan, okuyup öğrenmekten çok “davranmayı” seven bir zihniyet dünyası içinde yetiştiğini de biliyoruz. Böyle bir insan malzemesinden ve böyle bir zihniyet yapısından modern toplumların siyasi kadrolarının çıkması çok zor.

Nitekim bugün solda böyle bir siyasi partinin yeniden oluşmasının önündeki en büyük engel de budur. Batı’nın siyasi partileri Batı’nın sınıflı toplumlarının ilişki ve çelişkileri üzerinden yükselir. Bizde ise siyasi partiler sınıfların da içine bulanmış olduğu “cemaatler” üzerinden... Hele hele bu cemaat yapısı bu türden “gençlik hareketi” özelliklerine sahipse birden fazla olması, asla birleşmeye yanaşmaması, ve modern toplumun ihtiyacı olan bir siyasi yapıya evrilememesi neredeyse bir kaçınılmazlıktır.

O nedenle de bence soldaki ayrılıklar “fikirsel” olmaktan çok “sosyolojiktir”. Bu nedenle de fikirlerin üzerinden giderek birleşme, etkin olma, karşı hegemonya kurma gibi adımlardan eksik olan muhalefet alanını dolduracak bir girişimi gerçekleştirmek pek mümkün değildir. Yapılması gereken solun değerleri üzerinden solun “cemaat” yapısını kıracak bir “ilk adım” üretmektir. Konuya devam edeceğim.