Muhafazakarlık tanımlanması en zor olan ideolojilerdendir. Var olan durumu koruma eğilimi olarak muhafazakarlık, insan doğasının temel özelliklerinden biri olduğu gibi, hemen her ideolojide bulunan bir özelliktir dersek, sanırım abartmış olmayız. Bu anlamda “sosyalist” muhafazakarlıktan, “bürokratik” muhafazakarlıktan, “milliyetçi” muhafazakarlıktan bahsedilebilir. Bir örnek vermek gerekirse, bir dönem en radikal devrimci ideolojik görüşü savunan, uğrunda can dahil en ağır bedel ödemeyi göze alan veya ödeyen kişi ya da kişilerin, yıllar sonra siyasal manada ciddi değişim ve dönüşümlerin oluşmasına karşın on yıllar önceki eski düşünceyi aynı kalıp ve söylemlerle savunuyor olması da bir çeşit muhafazakarlık olsa da, bu yazımızda muhafazakarlığın düşünsel yansımasını kişisel tutumlardan azade, toplumsal boyutta insan yaşamındaki etkisini felsefi olarak incelemeye çalışacağız.

Muhafazakarlar, kendi yaklaşımlarını genellikle bir ideoloji olarak görmezler. Onlara göre liberalizm, sosyalizm ve milliyetçilik gibi ideolojiler, akıl yoluyla aklın çizdiği plana göre toplumu değiştirmeye yönelen toplumsal mühendislik projeleridir. Muhafazakarlık tam da bu anlamda soyut ilkeler ışığında toplumu değiştirmeyi amaçlayan bu tür projelere karşı olduğu için kendisinin bir ideoloji olmadığı iddiasını dile getirir. Onlara göre, soyut ilkelerden ziyade, somut durumun gereklerine göre tutum ve davranışları ayarlamak ve bu manada politikalar belirlemek gerekir.

Muhafazakarlara göre, insan aklının gücü asla abartılmamalıdır. Zira insan asla mükemmel olmayan, olamayacak kusurlu bir yaratıktır. Dolayısıyla toplum da hiçbir zaman mükemmel ya da kusursuz olmayacaktır. Muhafazakarlara göre toplumu aklın bulduğu ilkelere göre yeniden şekillendirme girişimi, büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkumdur. O yüzden de hızlı toplumsal değişime ve hızlı siyasal değişmenin bir örneği olarak “devrim”, muhafazakarların en çok korktukları, karşı çıktıkları ve hep eleştirdikleri bir olgudur. Hatta muhafazakarların devrimi ve toplumsal dönüşümü çağrıştıran genel grev gibi yoğun kitlesel eylemliliklere karşı olmaları boşuna değildir. Çarpıcı olması açısından sadece bir iki örnek vermek gerekirse; 15-16 Haziran 1970 'de yetmiş bin işçinin katıldığı büyük işçi direnişine ve başlangıcı 27Mayıs 2013 olan ve ülke genelinde on binlerin katıldığı, günlerce barışçıl bir şekilde devam eden Taksim Gezi Olaylarına muhafazakarların gerek ideolojik ve gerekse fiilen saldırması onların değişimden ne kadar korktuklarının en açık ifadesidir.

Muhafazakarlar her zaman her yerde uygulanabilecek olan kuralların var olduğu düşüncesini, yani evrenselliği sorgular. Onlara göre sosyal dünya karmaşıktır, yerellik ve gelenekçilik daha önemlidir. Bir toplum için geçerli olan şey diğeri için geçerli olmayabilir. Bu nedenle muhafazakarlık her toplumda çok farklı biçimler alabilmekte, bu da genel olarak muhafazakarlık üzerine konuşmayı kısmen güçleştirmektedir.

Öte yandan muhafazakar felsefe, geleneksel değerleri koruma hedefi uğruna değişimi durdurmayı denemeyi düşünmez. Zira hakkını yemeyelim, muhafazakar felsefe teorik anlamda değişimin kaçınılmaz olduğuna inanır. Onun için önemli olan değişimin hızıdır. Madem değişim kaçınılmazdır, o zaman bu, tedrici, ılımlı, yavaş bir toplumsal değişim olmalıdır. “Korumak için değişmek” ya da değişime katlanmak birçok muhafazakarların benimsediği bir slogandır. Bu felsefi anlayışa göre tedrici dönüşümlere karşı çıkılmamalıdır, aksi halde çok daha radikal, devrimci ve hızlı dönüşümün önüne geçilememiş olur. Özetle geleneği koruyarak değişmek temel muhafazakar slogandır dersek, sanırım derdimizi daha açık anlatmış oluruz.

İnsan aklına duyulan güvensizlik muhafazakarlığın temel köşe taşlarından birisidir. Dolayısıyla, insanın kendi haline bırakılarsa en iyiyi seçeceği görüşü de sorgulanır. Muhafazakarlara göre insan bozulmaya çok açık bir yaratıktır. Muhafazakar felsefe ahlak, aile, bazı durumlarda devlet ve özellikle din gibi kurumların sosyalleşme süreciyle sosyal düzenin sürdürülmesinde aktif rol almalarını ister. Bu kurumlar, doğaları itibarıyla yanlış yapmaya açık bireyleri kontrol altında tutmaya yardım edebilecek kurumlardır. Muhafazakar felsefe özellikle din ile oldukça uyumludur. Zira dini inancın temelinde yaratan ve yaratılan olgusu, yaratanın külli, yaratılanın cüzi mottosu belirleyicidir. Cüziyi temsil eden yaratılan (insan) iradesini, külliyi temsil eden yaratana (tanrı) teslim etmiştir, etmek zorundadır. Her şeyi bilen, belirleyen tanrıdır, çünkü o küllidir. Yaratılan ise bu durumda asla özne olamaz, bir nesnedir, çünkü o cüzidir. İşte bu felsefi yaklaşım, dini çok yüce bir değer olarak insan yaşamında en üst seviyede yer aldığını ifade eder.

Burada dinin felsefi manada özünü incelersek; Din, insanların ne yapıp ne yapmayacaklarını bilimsel doğrularla değil, kutsal kitap ve peygamberlerin söz ve tutumlarıyla belirler, onların gücüyle onları topluma egemen kılar. Dolayısıyla din, işlevci ve davranışçıdır, yani kişinin toplum içinde gözlenebilir, ölçülebilir davranış ve eylemlerini kişiye bırakmadan toplumsal değer yargılarını düzenleyerek sosyal yapı sistemini oluşturmakla meşguldür. Devam edelim. Din, bir şeyi anlama ve bir bilgi edinmenin ötesinde bir şeydir. Dine göre bir şeyi araştırarak, düşünerek anlamak mümkün değildir, onu bilgisizce kabullenmek esastır. Yani dinin mottosu bilmeyi değil, imanı, düşünmeyi değil, adanmayı ve tapınmayı vurgular. İşte dinin bu belirleyici özellikleri muhafazakarlar için onun önemli bir otorite olmasını sağlamıştır.

Muhafazakarların toplum anlayışı bir süreklilik içerir. Onlara göre insanın geçmişi ve geleceği olan kuralları bulunan bir topluluğa ait olma ihtiyacı vardır. İnsandaki bu aidiyet duygusu her ne kadar onu bir sürünün parçası olma duygusunu hissettirse de insan buna mecburdur. İnsanın kendi olması, özgür bir birey, yani toplumsal nitelikli özne olması mümkün değildir. Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi o ancak küllinin cüzisidir. “Sen düşünme, ben senin yerine düşünürüm” tabiri muhafazakar anlayışla ne kadar da uyumlu değil mi?

Muhafazakar felsefeye göre, toplum yaşayan bir organizmadır, farklı gruplar birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Herkesin bu organizmanın içinde belli bir yeri ve sorumlulukları vardır. Bu noktada muhafazakarlık milliyetçilik ile benzer durumdadır. Ancak muhafazakarların önemli bir çoğunluğu milliyetçiliğin de akılcılığa dayanan sosyal mühendislik düşüncelerinden fazlaca etkilenebileceğinden korkarak milliyetçilik ile araya belli bir mesafe koymayı tercih ederler.

Muhafazakar felsefe için özel mülkiyet kutsallık boyutunda olmasa da çok önemlidir. Mülkiyet, kişinin kendisi ve ailesi için küçük ve özel bir dünya yaratmasını kolaylaştırır, ona güvenlik hissini verir. Keyfi siyasi müdahaleler olduğunda sığınılacak bir liman görevi görebilir. Bu anlamda özel mülkiyet savunusu, muhafazakarlarla liberalleri birbirine yaklaştıran en önemli ortak noktadır.

Biraz daha derinden baktığımızda muhafazakarlığın genel olarak insanı, geçmişten gelen ve süreklilik arz eden kurulu toplumsal düzenin parçası olarak ele alma “eğilimi” içinde olduğu görülecektir. Bu yüzden muhafazakarlığın temel gerilimini, değişme ile insanların istikrar arayışı arasındaki çatışma oluşturur. Muhafazakarlığın ilerleme, toplumsal dönüşüm, devrim gibi kavramlara saldırganlık boyutunda “eleştirel” bir tavır almasının nedenini de bu gerilim oluşturur. Böylelikle muhafazakar düşünüş biçiminde ortaya çıkan endişe, insanların içinde yaşadıkları güvenli ve rahat ilişkilerden, daha iyi olacağı vaat edilen geleceğin belirsiz yararları uğruna vazgeçmenin içerdiği tehlikelere verilmiş bir tepkidir.

Son olarak, muhafazakar felsefi düşünüşe göre insanın eksik bir varlık oluşu, hem onun zihinsel kapasitelerinin sınırlılığıyla, hem de ahlaki açıdan taşıdığı zaaflarla ilgili iki boyutlu bir sorundur. Bu düşünüşe göre, toplumsal hayat, birçok faktörün etkisi altına şekillenen karmaşık bir yapıda olduğundan, hiçbir insanın aklı onu en ince ayrıntılarına kadar kavrayacak bütünsel bir anlayış gücüne sahip değildir. Muhafazakar düşünüş, insanların toplum hayatı içindeki tutum ve davranışlarına, özgürlük, eşitlik, adalet, hak, hukuk gibi idealler aracılığıyla yön vermeleri ve bu uğurda toplumsal mücadele sürecinde yer alarak toplum düzenine müdahale etmeleri her zaman için başarısızlığa mahkum olacaktır anlayışındadır. Muhafazakar düşünüşe göre, insanları harekete geçiren niyetler ne kadar iyi olursa olsun, her insanın taşıdığı zaaflar eninde sonunda bu sürecin ahlaki açıdan istenilmeyen bir şekilde sonuçlanmasına sebebiyet verecektir.