Ülkemizde 17 Kasım tarihinde gösterime giren “Kutsal Geyiğin Ölümü” adlı filmde Colin Farrell, Nicole Kidman, Alicia Silverstone, Barry Keoghan, Raffey Cassidy, Sunny Suljic gibi oyuncular rol almış. Köpek Dişi ve The Lobster gibi filmleriyle tanınan Yorgos Lanthimos'un yönettiği Kutsal Geyiğin Ölümü, eşi Anna ve çocuklarıyla beraber mutlu bir hayatı olan orta sınıf Amerikan ailesini temsil eden cerrah Steven'ın, babasını kaybeden genç Martin'in hayatlarına dahil olmasıyla yaşanan olayları anlatıyor. Filmin ilk gösterimi, 22 Mayıs 2017'de 2017 Cannes Film Festivali'nde gerçekleştirilmiş. Burada En İyi Senaryo Ödülü'nü kazanarak izleyicinin beğenisine sunulmuş.

Pazar günü izlediğim bu filmi okuyucularımız için değerlendirmeye çalıştım.

Yönetmen, ”Kutsal Geyiğin Ölümü” adlı filminde, Yunan mitolojisindeki Tanrıça Artemis'in kutsal geyiklerinden birinin Agamemnon tarafından öldürülmesiyle başlayan felaketin izini sürer.

Agamemnon kızını kurban etmek üzereyken kızın yerine Tanrıça Artemis tarafından geyiğin konmasıyla sonlanan hikâyeye gönderme niteliğindeki senaryo ve kurgusuyla özgün bir atmosfer oluşturulmak istenmiş.

Adalet, zor durumdaki seçim, ölüm için seçilecek olanların bir sürüngene dönüşmesi hatta köpekleşmesi üzerine kurulu ironik bir dil evreninde kurgulanmış her şey. Çekirdek aile herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya olmadığı zamanlarda koruyucu rolü üstlenen anne, kendisinin de kurbanlar arasında olabileceği bir ölüm oyununda, eşine çocuklarından birini feda etmeleri gerektiğini söyleyerek kutsal aile imgesine ilk balyozu vurmaktan çekinmiyor. Ölüm çemberine dahil olan çocuklar da anne ve babalarıyla diyaloglarında onları maniple etmeye çalışmaktan geri durmuyor. Bu da gösteriyor ki kutsallar dünyasında satış en yakınından başlar.

Filmdeki kurgunun vermek istediği mesajlardan biri modern çağda her şey kötüdür. Bu kötülük bulaşıcı olup intikam, adalet denkleminde sınanmaya kalkışılırsa modernizmin yüzünü örten kadife tül düşer ve insan hangi statüde olursa olsun içindeki safrayı kusar.

İnsanoğlunun seçimlerinin, yani yaşam tercihlerinin boş olduğu, yaratılan yapay ortamda oyuncuların durgun ve mekanik davranışlarıyla pekiştirilmek istenmiş. Özellikle intikam peşindeki çocuğun yüzündeki derin hissizlik ve hareketlerindeki yoğunlaşamama hali bunu oldukça pekiştiriyor.

Filmin akışını filmin kahramanı cerrah(baba) tarafından, “başka bir babanın” yani kutsal geyiğin, ihmal sonucu ameliyat masasında öldürülmesi üzerine kuruluyor. Başlangıçtan sonra kurguya giren delikanlılık çağına adım atmış olan Martin’in olaya dahil edilmesi filmin izleyici tarafından dikkatle izlenen sürükleyici bir maceraya dönüşmesinin ilk adımı.

Yönetmen simgesel pek çok imgeye başvurmuş. Bunlardan en dikkat çekici olanı, babanın ölümüne yol açan Steven’ın durduk yerde çocuğa bir saat hediye etmesi. Filimde kendisine seçim için verilen zamana gönderme yapmak için konmuş bir dekor gibi saat filmin gerilim sarkısı oluyor. Ve saat çocuğun kolunda tik taklarına devam ettikçe kötülüğün çan sesini filmin bütününe bulaştırıyor.

Sarhoş olduğu için ameliyat masasında kutsal geyiği öldüren cerrahın bunun bedelinin kendine çocuklarının hastalığı ile başlayan süreçte nasıl ödetileceği simgesel metaforlar aracılığıyla sinema diliyle” kutsal aile-adalet-mitoloji” üçlemesi üzerinden verilmeye çalışılmakta.

Modern toplumda aile sorgulanırken var olan gerçeklikten hareket eden yönetmen mitolojik unsurların etkisiyle ‘gerçeküstü” göstergeler içeren final bölümünde ilkelliğe göndermeler yapan hesaplaşma yoluyla aile kurumunu izleyiciye sorgulatma çabasına girişiyor.

Çağın güvensiz algıları içinde çekirdek ailenin ve çevresinin adeta sorgulandığı filmde babanın yapmaya zorlandığı seçimde karartılmış bir kararsızlığı ortaya çıkıyor. Ailenin en yakınında biri olan anestezi doktorunun, kahramanın eşiyle araç içerisinde gerçekleştirdiği mastürbasyon sahnesi toplumdaki cinselliğin yansıması olan partnersiz ve bedensiz mekanik bir ruhsuzluğa eviriliyor. Yine doktorun eşiyle yatak sahnelerinde hep aynı pozisyonda olmaları ve bu sahnenin bir benzerinin duvardaki suluboya resimde kamera tarafından gösterilmesi yine aynı çağcıl mekanikliği temsil ediyor.

Diğer üzerinde durulması gereken bir ayrıntı “regl” konusudur. Bir kız çocuğunun ergenliğe ilk adımı attığı ‘ilk adet’, aslında doğanın döngüsünde bir üreme özelliği kazanmanın habercisi. Çocuk doğurmaya hazır olduğu anlaşılan kız çocuğunun, eski çağlardan beri kadınlığa geçişinin ritüeli ilk kanama. Bu durum filmde öylesine iliştirilmiş bir söylem gibi dursa da babanın yakın arkadaşına kızının regl olduğunu durup dururken ifade etmediği ortada. Gençle yalnız kaldığında kızın regl olduğunu belirtmesi ve asıl sonrasında genç çocuğun kendini yatağa davet eden genç kıza biraz önce regl olup olmadığını sorması ve sevişmeyi ret etmesi şaşırtıcı gelmemeli. Çünkü diğer bütün metaforlar gibi bu ilk kanamanın simgesel olarak filmde kullanıldığını ispatlıyor. Regl olma, kirlenme, kurban edilmeye hazır olunduğu mesajı adeta izleyicinin gözüne sokulmak istenmiş.

Ayrıca silah olarak tabanca değil de av tüfeğinin kullanılmış olması da modern insanın av merakı için değil kendi türünü vurmak için çıktığı sürek avında içindeki korkunun bir patlaması olarak düşünülmüş. Yani korkunun kötülüğe dönüştüğü ve namludan saçıldığı bir metafor kahramanın elindeki tüfek.

Son sahnede baba, kurbanı seçmek için hepsinin başına torba geçirdiğinde bir saatin yelkovanı gibi boşlukta dönüyor birkaç ıskalamadan sonra hedefini buluyor.

Mekân tasarımları da simgesel göndergeler üzerinden dizayn edilmiş. Işığın kısıldığı iç mekânlarda kullanılan mobilyalar insanı dekoratif bir yalnızlığa götürüyor. Özellikle yerdeki halıya çevrilen kamera eski el dokuma bir halıya odaklanıyor. Belki buradan imgesel bir sıçrama yapılmak istenmiş halının kırmızı rengi ve kendi etini yiyen çocuğun ağzından zemine akan kırmızılıkla.

Mutfakta zemine döşenen siyah beyaz kare fayanslarla, çocukla kahraman arasındaki ölüm ödüllü satranç mücadelesi kameranın hareketli açısıyla göze adeta sokulmuş.

“Kutsal Geyiğin Ölümü” sıradan bir olayı mitolojik ögelerden hareketle yansıtan sıra dışı bir film ancak aileden hareketle toplumsal sorgulamaya dönüşmeye başlayınca gerçekliğin imgeleriyle kurduğu dünyada kendini yine gerçeküstü zorlamayla boşa çıkarmış.

 Ayrıca modern toplum eleştirisi yapılırken bütün pisliğe hepimiz bulaştık, kutsallarımızla baş başa kaldık havasında. Bu havanın gerçeküstü bir şekilde sunumunda etkili olan film müziklerinin oldukça başarılı olduğunu söylemeliyiz.

Filmin iletisine göre günümüz insanın girdiği bataklıktan maviye çıkış yolu yok. Bu mezbelelikte kutsallarını yine kendi yiyerek debelenmeye devam edecek.

Sistem eleştirisi işte tam burada sessiz kalınmasıyla sistem savunusuna dönüşüyor. İzleyiciyi bir anlamda simgeler dünyasında gezdirirken boşlukta yapayalnız bırakıp öylece tükenişinin yazgısına boyun eğmesini imlemiş olmakta.