“Laikler” ondan bir şeriat devleti kuracak diye beklesinler, o, Türkiye’de “modernliğin” başını çekmeye çalışıyor. Sorun bu “modernliğin” günü ve zamanı geçmiş bir modernlik olması ve o nedenle de onu zamanın gerisine taşıması.

Başbakan Erdoğan’dan sözediyorum.


Tam da dünya, Japonya’da deprem ve tsunaminin yol açtığı nükleer enerji felaketini yaşarken, o, bu hayalin peşinde Rusya’ya gidip bir nükleer santral anlaşmasının altına imza attı.

Tam da Çin’in yeni enerji santrallerinin onay sürecini askıya aldığını açıkladığı,

Tam da Almanya’nın nükleer kapasitesinin üçte bir oranında düşürdüğü,

Tam da İspanya, İsviçre, İngiltere ve ABD’nin güvenlik standartlarını gözden geçirme kararı aldığı şu günlerde o, bu “modernleşme” hayaliyle Rusya’ya gidip o imzayı attı.

Bu ülkede böyle bir modernleşme tutkusu yeni değil kuşkusuz. Özellikle bütün sağ siyaset çizgisi “Modern ve büyük bir ülke” olma hayali çerçevesinde gelişti. Bu çerçevede Akkuyu Nükleer santrali için imza atan Erdoğan’la, 1956’da Atom Enerjisi kurumunun kurulma emrini veren Menderes, arasındaki devamlılık bu bakımdan ilginç değil mi?


Peki ama “modern ve büyük bir ülke” olmanın yolu böyle bir yol mudur?

Doğrusu bu soruya evet demek zor. Çünkü zaman değişiyor ve insanların “modern ve büyük bir” ülke anlayışları da zamanla birlikte değişiyor.

Başbakan Erdoğan eleştirel bir soruya, “Riski olmayan hiç bir yatırım yok, yani evimize Aygaz tüpü de o zaman koymamak gerekir” gibi bir laf etti Rusya’ya giderken, o hepimiz adına ama bize sormadan attığı imzayı atmaya giderken.

Bu soruya verdiği cevabın bile korkutuculuğu sizleri düşündürmüyor mu? Aygaz tüpünü evime koymamın riskinin elbette farkındayım. Ama aygaz tüpünün riski büyük ölçüde beni ilgilendirirken nükleer enerjinin riski bütün toplumu hatta tüm dünyayı ilgilendiren bir risk değil mi?

Evde Aygaz mı, doğal gaz mı kullanalım sorusuna cevap vermek durumunda olan bir aile reisi nasıl aile fertlerine sormak gereğini duyarsa, bence nükleer enerji konusunda bir hükümetin de konuyu toplumuna sorma gereği duyması gerekir.

Hatta aralarındaki ilişkiyi, firmalar arası rekabet ilişkisi gibi algılayan bugünün ulus devlet dünyasında güçlü olanların belirlediği bir Birleşmiş Milletler yapısı uygun olsa bu tür bir kararda tüm dünyanın onayını da aramak gerekir.

Bugünün dünyasında “modern” olmanın yolu böyle bir anlayıştan geçiyor bence. Seçilmiş olmanın toplumun genelini ilgilendiren nükleer enerji gibi konularda karar almak için yetmediğini, bu tür kararları toplumla paylaşmak gerektiğini düşünen bir zihniyettir bugünün dünyasının “modern” olanı.   

Bugünün “modern” olanı bu. Bugünün “modern” olanın ne olduğunu anlamak için belki de Tahrir Meydanına yeniden bakmak gerekir. Orada bir insanlığın “Kendi kaderimi ben belirlerim” şiarı değil miydi haykırılan? Dolayısıyla bugünün, bir ulusu “modern” ve “büyük” kılacak olan zihniyeti böyle haykırabilen bir zihniyettir bence.

Başbakan dün, attığı imzanın ardından ayağının tozuyla yurda dönerken CHP’nin “bedelli askerlik” konusundaki teklifini değerlendirdi. “Seçimden sonra gerekirse referanduma gideriz” dedi. Peki ama Eğer “bedelli”nin çözümü referandumda arıyorsan o zaman “nükleer” konusunu neden aynı şekilde bir referandum konusu yapmıyorsun?


Bugünün dünyasında “modern ve büyük”olmak herşeyden önce “demokrat” bir zihniyete sahip olmayı gerektiriyor.
Demokrat bir zihniyetse toplumun geleceğini ilgilendiren önemli kararlarda topluma danışma gereksinimini duymak anlamına geliyor. Türkiyeli siyasetin zihniyet dünyası ise henüz böyle bir yerde değil. Erdoğan böyle de Kılıçdaroğlu farklı mı derseniz son günlerde ortaya attıkları “aile sigortası” ve “bedelli” gibi önerileri topluma sormayı hiç akıllarına getirmediklerinden giderseniz sorunun cevabını da vermiş olursunuz sanırım.