Modern kapitalizmin rasyonel anlayışı sadece iktisadi alandaki hâkimiyetini aşmış aynı zamanda sosyal yaşamımızın bir parçasına dönüşmüş durumunda. Bu durumun olumsuz etkisi en çok da insan ilişkilerinde görülmektedir.

Bireyler, iletişim temelinde bir ilişkiden öte alışveriş temelinde bir ilişkiye girerler. Bu da karşılıklı beklentilerin gerçekleştirilmemesi durumunda arkadaşlık ve dostlukların tuzla buz olmasını kaçınılmaz kılar. Bireyin kendisini düşünmesi, bu minvalde hareket etmesi tamamen olumsuz bir özellik değildir ancak burada söz konusu olan rasyonel insan, her yerde kendisi için neyin iyi olduğunu ve kendisinin payının ne olduğunu düşünürken karşısındaki bireyi ondan sahip olabileceklerine indirgemesidir. Bu insanlığı temel alan bir iletişim değildir, metaya dönüşen emeğin devamı olarak günlük yaşamın metaya dönüşmesidir. Birey, kendisinden sunabilecekleri ve karşısındakinden alabilecekleri ile metadır. Bu durum, “yabancılaşmanın” emek sürecini aşarak sosyal alana yerleşmesidir.

Duygulardan arınmış, objektif olma kutsallığına (!) bürünmüş insan profili her yerdedir. Mesleki alanda duyguları öteleyen profesyonellik prensibinin içselleştirilmesi bireyi buza çevirir. Düşünün ki bir sosyal hizmetler çalışanı, ölüm yolculuğunu atlatan bir mültecinin hikayesini sadece “okay” diye cevaplayıp geçiştirmesidir, duyguları karıştırmamak adına kuru bir sözcükle geçiştirilen bu süreç iletişim olabilir mi?

Rasyonel insanın diğer bir özelliği onun taraf olamamasıdır, çünkü taraf olması onun bir grubun gerek maddi gerekse de manevi çıkarlarından mahrum olması anlamına gelir. Bu yüzden de gelişmeler karşısında net olmayan tavırlar ya da tavırsızlık geliştirir. Taraf olmak, fanatik olmak anlamında değildir, dünyaya bir ideolojinin çerçevesinden bakmak değildir; çıkarları düşünmeden sorgulayıp yargılayabilme yetisidir, yani bağımsızlık ister. Kar sınırları ile düşünen birey bağımsızlığını yitirmiş bir bireydir.

Düşünün ki bir akademisyen kariyerini merkeze koyup hükümetle uzlaşıyorsa ne o akademisyenin çalışmaları bilimsel ne de kendisi bağımsız olabilir. Bir kişi, kendini baz alarak sosyal yardım ile günü kurtarma odaklanıp hükümetin savaş politikalarına sessiz kalıyorsa o kişinin birey olabilmesinden söz edilebilir mi?

Rasyonel olma anlayışıyla sosyalleştiğimiz için, bundan nasıl kurtulabiliriz sorusunu irdeliyorum. Günlük yasamı ve sosyal ilişkileri insancıl iletişim temelinde geri kazanmak için sosyal ilişkilerimizde nerede durduğumuzu sorgulamamız gerek. Sadece kendimizi baz alan yaklaşımdan uzaklaşarak ancak birey olarak varlığımızı eritmeden kolektif düşünmeye gayret etmeliyiz.