Studio Ghibli'nin dünyaca ünlü animasyon film yönetmeni Miyazaki Hayao, Japonya'daki son anayasa değişikliklerini de ele aldığı uzun bir röportaj verdi. Japonya'nın militarizasyonunu eleştiren Miyazaki, Abe hükümetine de sert mesajlar verdi.

Studio Ghibli'nin aylık dergisi “Neppu”da yayımlanan röportajda Miyazaki, babasının savaş deneyimleri, Japonya ile farklılaşan ilişkisi, Öz Savunma Kuvvetleri'nin içyüzü ve Japonya'nın savaş sonrası politikası ve ekonomisi gibi çeşitli konuları bir söyleşideymişcesine, gündelik bir dille ele alıyor.

Medyanın yoğun ilgisini çeken ve editörleri tarafından kısa bir süre için internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanan Neppu'nun yeni sayısındaki Miyazaki röportajının, The Asia – Pacific Journal'da yayınlanmış olan İngilizce çevirisini soLportal için Utku Çakır çevirdi.

Röportajın tamamı şöyle:

'ANAYASAL DEĞİŞİKLİK SÖZ KONUSU OLAMAZ'(1)

Biraz daha erken doğmuş olsaydım, yurtsever bir genç olurdum

1941 yılında doğdum, ancak Japonya Anayasası'nın kaleme alındığını hatırlamıyorum.(2) Çocukken, Japonya'nın aptalca bir savaş yürüttüğünü fazlasıyla hissediyordum. Zımnen, Japonya ordusunun Çin'de yaptığı korkunç şeylerden gururla bahsedenleri duydum. Aynı anda, Japon halkının hava saldırılarından nasıl da kötü etkilendiğini duyuyordum. Farklı insanlardan farklı şeyler duyduktan sonra, doğduğum ülkenin aptalca şeyler yaptığını düşündüğüm için, Japonya'dan gerçekten nefret etme noktasına geldim.

Dört yaşındayken, savaş sona erdi. Benim savaş deneyimim benden altı yaş büyük olan (Ghibli'nin kurucu ortağı) Takahata İaso'nun yaşadıklarından ya da benden üç yaş büyük olan karımın yaşadıklarından biraz farklıdır. Yine de, bir hava saldırısını ve kentimin nasıl yandığını hatırlıyorum. Savaşı kaybettiğimiz için gururum incindi. Savaş sonrasında, birçok Amerikalı, Japonya'ya geldi ve Japon halkı onların etrafına doluştu, onlara merakla baktı. Ancak, Amerikalılara sakız ya da çikolata sormaktan utanacak bir çocuktum.

Birçok savaş kitabı okudum. Çocukluğumda yayımlanan kitaplar, insanların yaptıklarını nasıl inkar ettikleri ve savaş gerçeğinin düşündüklerimizden ya da bize öğretilenlerden ne kadar farklı olduğu hakkındaydı. Sadece ön cephelerde kurşun sıkanlar ve savaş sırasında hiçbir zaman “kahraman” olamayacak olanlar değil, farklı geçmişlere sahip insanlar Japon radarlarının ne kadar güvenilmez olduklarını, bütün çabalarına ve fedakarlıklarına karşın herşeyin nasıl da fiyasko ile bittiğini açığa çıkartan hikayeler yayınladılar.

Hiçbir iyi haber yoktu. Savaş gemisinin batmasından sonra, denizcilerin nasıl akıntıya kapıldıklarını ve nasıl kurtulduklarını anlatan hikaye de dahil olmak üzere, duyduğum hikayelerden, bir çocuk olarak, savaşın yurtsever bir savaş olduğunu düşünüyordum.

Sonrasında, Robert Atkinson Westall'ın romanı “The Machine Gunners (1975)”ı okudum ve ne söylemek istediğini anladım. Romanın kahramanları, savaş zamanında, yetişkinlerin “Savaş! Savaş!” çığlıkları ile şaşkına dönmüş, savaşı ciddiye almayan genç erkeklerdi. Romandaki ağırbaşlı eylemler, kahramanın kendisi ile çevresindeki dünya arasında ilişki kurma çabalarıydı. Tahminimce, Westall benden daha büyük. 63 yaşındayken öldü.

Westall'ın kitabını okuduktan sonra, gerçek kimliğimin farkına vardım. Kendi hayatımdan daha değerli, uğrunda kendimi feda edebileceğim bir şeyler olabileceğini düşünürken bulan ve bundan tutku duyan insanlardanım. Eğer, biraz daha erken doğmuş olsaydım, tutkulu bir yurtsever ordu mensubu olurdum. Eğer biraz daha erken doğmuş olsaydım, savaş alanında çatışmak ve ölmek için gönüllü olurdum. Bence, savaşın ne olduğunu ölmek üzereyken anladığınız bir zamandı. Bunun beni şanslı yapıp yapmadığını bilmiyorum ama gözlerim bozuk olduğu için bir suikast görevi için gönüllü olamazdım ama propaganda resimleri ya da karikatürleri yapmam istenebilirdi.

Babam savaş uçağı parçaları üretirdi

Bu benim çocukluk dönemi hatıram olsa da, 1944 sonrasında Japon toplumu ve bir ülke olarak Japonya kendini kaybetti, histerikleşti. Fakat, sadece, bir gerçekçi ve “Dünyayı umursamıyorum.” diyecek kadar nihilist olan babamı dinlemiş olsaydınız, herşey biraz daha farklı gözükebilirdi.

Babam, birçok insanın hayatını kaybettiği, Sumida yerleşimindeki askeri cephaneliğinin yakınındaki Büyük Kanto Depremi'nden kurtuldu. Sadece dokuz yaşında iken, kendi kız kardeşini elleri ile kurtarmış olmaktan ve birlikte kaçmış olmaktan gurur duyuyordu. Tokyo Hava Saldırısı'ndan bir gün sonra da, yakınlarının nasıl olduğu görmek için Tokyo'yu ziyaret etti. Böylece, felaketin etkilerini iki kez görmüş oldu.

Babamın öğrencilik yaşamı, Ozu Yasujiro'nun savaş öncesi filmi “Gençliğin Hayalleri Şimdi Nerede? (1932)” filmini andırıyor. Savaşta, amcası ile yer değiştirerek, mühimmat fabrikasında şef olarak çalıştı. Yakın arkadaşlarının, Japonya'nın savaşı kaybedeceğini söyleyerek onu engelleme çabalarına karşın, bankadan kredi çekti ve fabrikaya yatırdı. Dünyada olup biten hakkında bilgilenmek istemiyordu. Büyük ihtimalle kendisini savaşta yer alan biri olarak görmüyor, fabrikayı sadece işletmecilik açısından ele alıyordu. Hiçbir şeyden pişman olmadı. Geniş bir perspektifi yoktu.

Elbette, silah siparişlerine bel bağlayamazdı ve bu yüzden artık duralüminlerden, savaş sonrasında eşya kalmadığı için satılan, kaliteli olmayan kaşık vb. şeyler üretmeye başladı. Bir işçi sendikası ile anlaşarak, fabrikasını parçalara ayırdı ve geliri çalışanları ile paylaştı. Boş fabrika mekanında, bir dans salonu açtı. İlk yılında dans salonuna gelenler oldu ancak Kanuma'da bulunan salon, Utsunomiya'dan bir tren yolu uzaklığındaydı ve bir süre sonra, müşterilerine pahalı gelmeye başladı ve kapandı. Bunun üzerine, Tokyo'ya geri geldi. Annemi ve babamı Blues ile dans ederken gördüm. Lise öğrencisi iken dans edemediğimi gördüğünde, çok şaşırmıştı.

İnsanlar, bugün, savaştan önce, 1935 yılında, Büyük Kriz nedeni ile ekonominin kötü olduğunu söylüyorlar fakat film endüstrisinin altın çağıydı. Başka bir deyişle, eğer işiniz ve paranız varsa, deflasyon nedeni ile keyfinize bakabilirdiniz. Babam, harika zamanlar olduğunu söylerdi, gerçi, bu durum Tokyo'daki halkın küçük bir bölümü için geçerli olabilir.

Savaş hakkında ne söylediğini biliyor musunuz? Stalin'in Japon halkının suçlu olmadığını söylediğini anlatırdı. Durum buydu. Savaşta sorumluluğu olduğunu söyleyerek onunla sürekli kavga ederdim ancak bu konu hakkında düşünmeye hiç niyeti yoktu. Savaş sonrasında, Amerikalılarla dost oldu, evimize davet etti. ABD'yi Sovyetler Birliği'ne tercih ettiğini söylerdi. Sovyetler Birliği'nden neden nefret ettiğini bilmiyorum ama özgürlükten yoksun olmayı sevmezdi. Özgür bir insandı. (Gülüyor)

'HER DURUMDA JAPONYA BİR HAYDUTTUR'

Japonya'yı yeniden değerlendirdiğimde, otuzlarımdaydım

Şu an, Hando Kazutoshi'nin “Showa Tarihi (2004)” kitabını okuyorum, oldukça zor bir kitap. Okudukça, Japonya'nın yaptığı korkunç şeyler hakkında daha çok öğreniyorsunuz. Japonya'nın neden diğer ülkelere gittiğini ve oralarda savaştığını anlamıyorum. Alternatif bir yol yok muydu? Mançurya Olayı gerçekleşmemiş olsaydı, Japonya daha farklı olurdu. Rus – Japon Savaşı sonrasında, (Mançurya'nın) Çin'e ait olduğunu söyleyerek Liaodong Yarımadası'na dönmeliydi. Japonya bu seçeneği değerlendirmedi bile. Emperyalizm çağıydı, bu yüzden diğer ülkeler de bu seçeneği değerlendirmedi.

Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa, Hollanda ve ABD, o zamanlar, Çin ile ilgileniyordu. Bu tarihi yok sayamayız ve sadece Japonya'nın hatalı olduğunu söyleyemeyiz. Ancak, Japonya bu güçlere dahil olduğunda, Japonya'nın neden suçlandığını sorgulamak garip geliyor. Her durumda, Japonya bir hayduttur. Annemden, akrabalarımın Mançurya'ya nasıl gittiğini, orada nasıl da gururlu davrandıklarını duydum. Ne zaman bu tür bir hikaye dinlesem, gerçekten, Japon halkının iyi olmadığını düşünüyorum.

Bütün bu nedenlerle, büyüdükten sonra, Japon şarkıları söylemek istemedim. Rus halk şarkıları söyleyerek, sevebileceğim bir memleketim olmasını diledim.(3) Rusya'yı daha çok sevdiğim için değil, katılaşmış inançlarım olmadığı için, inanabileceğim, kendimden daha değerli birşey olabileceğini düşündüğüm için...

Otuzlu yaşlarımda Avrupa gezisinden döndükten sonra, Japonya'yı yeniden değerlendirdim. Avrupa dediğime bakmayın, İsveç'in küçük bir bölümünde gezindim. Fakat, Japonya'ya döndükten sonra, bu adaların bitkilerini ve doğal çevresini ne kadar çok sevdiğimi fark ettim. İnsanlar olmadan, Japonya'nın ne kadar güzel bir ülke olabileceğini düşündüm. Ulusu ya da Japon bayrağını değil, ama Japonya topraklarının – Japonların vatanının – harika olduğunu fark ettim. Zengin ya da yoksul olmamızdan bağımsız olarak, bereketli ve zengin bir çevrede yaşıyoruz. Meiji Tapınağı'ndaki insan yapımı muhteşem ormanı öğreniyordum. Adım adım, toprağın muazzam bir gücünün olduğu bir adada yaşadığımı fark etmeye başladım.

Hando'ya göre, Japonya'nın modern tarihi, kırkar yıllık dönemlere bölünebilir. 1865 yılında ülkenin dışa açılmasından 45 yıl sonra, Japoya, Rus - Japon Savaşı'nı kazandı. Sonrasında, emperyalist, askeri hükumet 40 yıllık bir sürede ülkeyi alt-üst etti. 1945 – 1985 yılları arasında, Japonya'nın ekonomik kalkınma açısından iyi yönetilmiş gibi görülüyor. Şişirilmiş ekonominin çökmesinden sonra, Japonya amaçlarının bilincinde olma yetisini kaybetti ve inişe geçmeye başladı. Eğer Hando haklı ise, “kayıp iki onyıl”dan sonra, yirmi yılımız daha kaldı. (Gülüyor)

Hotta Yoshie, tarih açısından, geçmişin önümüzde gittiğini, geleceğin ise arkamızda kaldığını söylüyor. Bu yüzden, görebildiğimiz, önümüzdeki geçmiş. Halkın, askeri geçmişimizi görmek istemediğini anlıyorum. Fakat, bu ülkede siyasetçi olmak istiyorsanız, bu konu hakkında bilgilenmelisiniz ve kendiniz hakkında öğrenmeyi denemelisiniz. Aksi takdirde, evrensel toplumda kabul görmezsiniz.

Şimdiye kadar yalan söylediğimiz için, yalan söylemeye devam etmeliyiz

Anayasa değişikliğine ilişkin olarak, değişikliğin tamamı ile karşısında olduğumu söylemeliyim. Bu hükumetin, bu düşük oy oranı ile, kargaşayı bir avantaja çevirmesi ve düşünmeden Anayasa'da değişiklik yapmak istemesi kabul edilemez. Gerçekten böyle düşünüyorum.

Kanun açısından konuşursak, Anayasa değişikliği ancak bu hükumetin 96. maddeyi değiştirmesi durumunda mümkündür.(4) Oysa, bu bir sahtekarlıktır. Hükumetin kesinlikle yapmaması gereken bir şeydir. Çünkü, ülkenin geleceğini belirlemektedir, mümkün olduğu kadar çok insanın görüşlerini yansıtmak zorundadır. Çoğunluğun görüşünün her zaman doğru olduğu görüşüne katılmasam da, Anayasa'yı değiştirmek zorundaysak, düzgün bir tartışma yapmak zorundayız.

Ne zaman politikacıların açıklamaları tartışılır hale gelse, hemen yan çiziyorlar ve aslında öyle demek istemediklerini söylüyorlar. Üst düzey hükumet yetkililerinin ve politikacıların tarihsel bilinçlerinin ve bütünlüklü düşünceleri olmadığı görsem dehşete kapılıyorum. Düşünce yoksunu kişiler, Anayasa'yı değiştirmemelidir. Konu hakkında detaylı bir çalışma yapmaksızın, spontan düşüncelerle ya da yüzeysel şeyler söyleyen insanları dinleyerek politika belirliyorlar. Küresel ölçekte konuşup, tam anlamıyla kovulduktan sonra, (Başbakan Abe(5)) aniden düşüncelerini değiştirdi ve 1995 Murayama Anlaşmasına temelde uyacaklarını söyledi. “Temelde” ile ne demek istiyor? Şunu sormak istiyorum, tamamı ile karşı değil miydi? Eminim ki, Abenomics -Başbakan Abe tarafından savunulan ekonomik program - yakında son bulacak.

Elbette, Japon Anayasası'nın 9. maddesi dikkate alındığında, Öz Savunma Kuvvetleri'nin bulunması gerçekten tuhaf bir durum.(6) Tuhaf, fakat, bir karşılığı var. (Öz Savunma Kuvvetleri'ni) ulusal bir ordu haline getirmemeliyiz. Profesyonel askerler, gerçekte, hata yapabilecek olan bürokratik işçilerdir. Öz Savunma Kuvvetleri, felaket bölgelerine gittiğinde ve insanlara yardım ettiğinde etkilenmiştim. Çok sıkı çalışıyorlar ve nazikler. Mecburen Irak'a gittiklerinde, kimseye ateş etmediler ve kimseyi öldürmediler. Olağanüstü olduklarını düşünüyorum. Körfez Savaşı sonrasında, Basra Körfezi'ne mayın tarama gemileri göndermek zorunda kaldılar fakat mayın olmayan bir bölgeyi temizledikten hemen sonra ülkeye döndüler. Hiçbir şey söylemedim, ama duygulanmıştım. Eğer bir savaş başlarsa, Anayasa'yı değiştirip değiştirmeyeceğimizi düşünebiliriz ama şu an öz savunmaya yoğunlaşmalıyız. İlk başlarda geriye düşebiliriz, ancak savaşın başlamasına sebep olmamalı, gereksiz bir düzeyde kendimizi savunmamalıyız. Bu ülkenin halkı, dünya siyasetine aşina olmadığı için, kolayca yanlış yönlendirilebilir.

Uzun zaman önce, İsviçre ve İsveç gibi tarafsız ülkelere imreniyordum. Aklımda, Heidi'nin bu ülkelerde koştuğu fikri vardı sadece. Ancak, gerçekte durum farklı. Bu ülkeler, silahsızlanmış değiller ve gerçekte silahsızlanmamış bir tarafsızlık mümkün değildir. Gerçekçi olarak konuşursak, belirli bir düzeyde silahlanma gereklidir. Ancak düşüncem bunu yapmamaktır. Aptalca gelebilir ama

Japonya'nın modern, gelişmiş teknolojiye sahip daha az tankı olabilir. Aslında, Mobile Suit Gundam'ının – Transformers benzeri bir anime robotunun - olması yeterli. (Gülüyor) Bu makinelerin yetenekleri, çok gizli. Şaka şaka.

Her neyse, şimdiye kadar yalan söylediğimiz için, yalan söylemeye devam etmeliyiz. Süreklilik beklentisinde olan insanlar savaş öncesi Japonya'nın haksız olmadığını söylemeye devam edebilirler ancak Japonya haksızdı. Bunu anlatmak zorundayız. Seks kölesi yapılan kadınlar, etnik gururun bir parçası ve bu yüzden Japonya özür dilemeli ve tazminat ödemeli. Bölgesel anlaşmazlıklar için, bölgeyi ya ikiye bölmeli ya da toprağı ortak yönetmeliyiz. Bu meseleler, tartışmaya devam ederek ya da Uluslararası Adalet Divanı'na başvurularak çözülemez. Japonya'nın yaptığı gibi, yayılmak isteyen ülkeler olacaktır. Ancak, her seferinde savaş yaşayamayız. Daha önemli olan, Japonya'nın ekonomik altyapısını değiştirmek için ciddi bir şekilde çalışmasıdır. Çok sayıda nükleer santrallerin olduğu Japonya gibi bir ülkede savaşamayız. Çin'in genişlemesi, ülke içindeki durumdan kaynaklı. Çin'in çelişkileri, dünyanın çelişkileri olduğu için bu sorunu sadece ordumuzu güçlendirerek ve öz savunma kuvvetlerini ulusal bir ordu haline getirerek çözemeyiz.

Asıl önemli olan, ekonominin altyapısını değiştirmektir

Anayasal bir devlet olarak, insan haklarını korumamız önemlidir; bu, Japon Anayasası'nın temelidir. Ancak, tarihçi Horigome Yozo gibi insanlar, Japon halkının temel insan haklarına ilişkin öncelikli bir düşüncesinin olmadığını söylüyorlar. Dünya insan haklarından bahsediyor, ancak bu düşünce Japonlar arasında yer bulmuyor. Horigome, ölmeden önce, herhangi birinin Buddha olabileceğine dair “Buddha doğası” fikrini uygulayabileceğimizi söylemişti. Shiba Ryotaro, şeref (na wo oshimu) fikrini uygulayabileceğimizi önermişti, ancak bunun işe yarayacağı düşünmüyorum. Hoota Yoshie'nin ise tamamen farklı bir düşüncesi vardı. Ben, kültürümüzde Japonların aynı düşünceye sahip olmadığına inansam da, insan haklarından daha iyi bir düşünce yok. Uzak Doğu'da yalıtılmış bir ülke olarak, şimdiye kadar onsuz yapabilirdik ama küreselleştikçe, dünya ile ortak bir dile sahip olmamız gerekiyor. Bu dili, sonrasında, geleneklerimizde ve kültürümüzde bulmamız gerekiyor.

Daha önceden belirttiğim üzere, üzerinde asıl olarak düşünmemiz gereken, ekonomimizin durumudur. İnsanların sadece tükettiği ve herkesin hizmet sektöründe çalıştığı, yediklerimizi, giydiklerimizi, oturduğumuz yerleri üretme isteği duymayan bir ülke yaratamayız. Sayılar (para) için çalıştığımızda nelerin kullanılabileceğine, harcanabileceğine ilişkin gerçeklik duygumuzu kaybediyoruz. Gerçek duygular deneyimlemeye çalışan insanlar var, ama sayıca azlar ve gerçekte işlerin altında ezilmiş durumdalar, eve gidiyor, hiçbir anlam ifade etmeyen işler yapıyorlar; televizyon izliyor ve e-posta okuyorlar.

Bugün, dünyanın her yanına yayılmış olan piyasa odaklı sistem iyi çalışmıyor. 100 yen ile neden üç muz alabildiğimizi sorgulamak zorundayız. Yabancı bir ülkede yapılan giysileri giymek ve tereddütsüz bir şekilde onları fırlatıp atmak garip. Bundan iyi bir şey çıkmaz. Geçmişte, anneler çocukları için giysiler dikerdi, ancak günümüzde birçok anne, iğne iplik kullanmayı bilmiyor. Büyük ihtimalle, nasıl ateş yakılacağını da bilmiyorlar. Eğer kocaları sigara içmiyorsa, çakmakları ya da kibritleri de yoktur. Bu insanların, dünyamızda yaşayabileceklerini düşünmüyorum. Bunlar, düğüm bile atamazlar. Ancak, bunu söylediğimde, zorunlu askerliği yeniden başlatmamızı söyleyen aptal insanlar her zaman çıkacaktır. Büyük ihtimalle benden daha genç olan bu insanlar, zorunlu askerliğin dehşetini hiç yaşamamışlardır. Ellisinde ya da altmışında olan bu insanlara, “ilk önce siz gitmelisiniz” demeliyim. Eğer gitmek istemiyorlarsa, kendi çocuklarını ya da torunlarını gönderebilirler. Ancak, bundan sonra, zorunlu askerliğin ne olduğunu anlayabilirler. Bu insanlar, kendi hayatlarının doğru, diğerlerinin ise yanlış olduğu düşüncesinden uzaklaşmalılar. Zorunlu askerlik en kötüsü. Zorunlu askerliğin, Kore'de genç insanları nasıl kötü etkilediğini hatırlamalıyız. Mesele sadece, belirli sayıda silahı bir araya getirmek ve genç insanlara uygun adımla yürütmek değil. Böylesi kalabalık bir ülkede savaşamayız. Japonya, savaşın yürütülebileceği bir ülke değildir.

Moda olan şeyleri yapmayın

Anayasa ideal olandır ve geliştirilse bile yoksul insanların sayısı azalmayacaktır. Fakat, Anayasa, savaş sonrası dönemde bizleri ve ekonomik gelişme teşviklerini koruduğu için, yabancı ülkelerdeki insanları sömürmüş olsak da, Japonya'da açlıktan ölecek insanları açıkça görüyoruz. Ulusal sağlık güvencesi olmaksızın, hepimizin başı dertte, doktor bile görme şansımız olmayacak. Animasyon endüstrisindeki birçok insan, dişçi göremeyecek. (Gülüyor) Belirli bir döneme kadar, sağcı politikacıların, savaş sonrası dönemde oluşturulan hedeflere ve insanların eşit olduğu bir topluma ulaşmak için çok çalıştıklarını düşünüyorum.

Ekonomi durgunlaşınca, insanlar sosyal güvenlik sisteminin kötü olduğunu söylemeye başlarlar. Her zaman, bu sistemleri çıkarına kullanmak isteyenler çıkacaktır ancak (sosyal güvenlik sistemini) ortadan kaldırmak yanlış olacaktır. Finansal sorun yaşayan yerel yöneticileri ve devlet dairelerini anlıyorum. Özellikle refah başlığında bir sorun yaşıyorlar. Yaşadığım yer olan Saitama'nın bütçesini görünce, ben de benzer şekilde düşünüyorum. Yavaş yavaş daha fakirleşiyoruz. Bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok.

Gelecek umutlarımıza hakkında konuşmak yerine, dikkatimizi mesleklerimizin ne kadar ilginç olduğuna, arkadaşlarımız ile geçirdiğimiz vaktin rahatlatıcılığına, eşimizi gördüğümüzde ne kadar keyifli olduğumuza yöneltmeliyiz. Şu andan itibaren, insanlar, elindekileri, yaşamlarının anlamını bulmak için kullanmalılar. Gelecek için hiçbir garanti yok. Bu bizi neşelendirmiyor. (Gülüyor) İnsanlar, başından beri böyle yaşıyorlar.

İş yerinde, çocuk bakım odası tasarladım. Muhteşem sonuç verdi. Benim için inanılmazdı. Çevremde, küçük çocukların dolaştığını gördüğümde, kendim için bir yere ihtiyaç duydum. Nasıl büyüdüklerini düşündüğümde, kimi zamanlar korksam da, hiç doğmamış olmalarını söyleyemeyiz. Bizler, yeni hayatları kutlayabiliriz, kutlamak zorundayız. Hiçbir şey söyleyemeyiz ama “bir şekilde idare ederiz.”

Japonya nüfusunun azalmasına izin vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Japonya için yeterli nüfus 35 milyon civarında. Tarım alanındaki teknolojik gelişmeleri dikkate aldığımızda, belki biraz daha fazlası olabilir ama 50 milyonu bulamayız. Buna rağmen, şu anda 100 milyon kişiyiz. Bu yüzden, Japonlar animasyon gibi şeyler üretiyor. Animasyon sektörü, küçük bir pazarda yapamaz. Nüfus azaldıkça, animasyon endüstrisi olmayacaktır. “Forever Giants” gülünç geliyor. “Sonsuza dek Ghibli” de olmamalı. Ghibli yapımcısı Suzuki Toshio'nun işleyişi durduğunda, (Ghibli de) bitmeli. (Gülüyor)

Son sözüm, “Moda olan şeyler yapmamaya çalışın.” olacak. Bu animasyonlar için de geçerli, ama eğer modayı takip ederseniz, geç kalırsınız. İnsanlar, kararsız olduklarını söylüyorlar ama insanların kararsız olmadığı bir zaman olup olmadığını sormak istiyorum. Koşullar hala çok fazla değişmedi. Sağlıklı olduğunuz sürece herşey yolunda. Eğer çalışabileceğimiz bir yer olmazsa, onu yaratmalıyız. Başka insanlar endişeli olduğu için endişeli oluyorsunuz. Bu yüzden, insanların bugün yapmakta oldukları şeyleri yapmayı önermiyorum.

Notlar:

(1) Japon hükumeti, Japonya'nın bir saldırıya uğraması durumunda Silahlı Kuvvetlerin müdahalesine izin veren mevcut anayasada değişiklik yaparak, Silahlı Kuvvetlerin müttefik ülkelerden birine dönük saldırılarda da harekete geçmesine olanak sağlamak istiyor.

(2) Anayasa, 1946 yılında kaleme alındı.

(3) Miyazaki, özel olarak "Огонёк" isimli Rus halk şarkısından bahsetmektedir.

(4) 96. madde, anayasa değişikliği sürecini belirlemektedir: “Anayasa değişikliği önerileri, her Meclis'in toplam üye sayısının üçte ikisinin ya da daha fazlasının müşterek oyu ile Genel Meclis tarafından aktarılır, özel bir referandum ya da Genel Meclis tarafından belirlenen bir seçim yöntemi ile sonrasında onay için halka sunulur, geçerli oyların çoğunluğu şartı aranır.”

(5) Miyazaki, röportajında isim vermiyor. İngilizce çeviri metninde, çevirmen tarafından eklenmiş.

(6) İngilizce Çeviride yer alan not: “Barış Anlaşması” olarak anılan 9. Madde, “Japon halkı, ulusal egemenlik hakkı olarak savaştan ve uluslararası ihtilaflara neden olabilecek tehdit ve güç kullanımından sonsuza dek feragat eder. “ hükmünü içermektedir.