HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Gara’da hayatını kaybeden 13 kişinin ölüm şeklini soruşturulması gerektiğini ifade eden Sancar, “Bu 13 kişinin daha önce belirli aralıklarla PKK'nin alı koyduğu askerler ve istihbarat görevlileri olduğu ortaya çıktı. Hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyoruz. Bu bir katliamdır, uluslararası insancıl hukukun ağır ve vahim ihlalidir. İhtiyacımız olan şey hakikattir. Ölümlerin nasıl meydana geldiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmaktır. Bu bir infaz mıdır, yoksa ölümler bombardımanların sonucu olarak mı gerçekleşmiştir? Şunu peşinen söyleyeyim, ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bu durumu kabul etmek kesinlikle mümkün değildir, biz bunu açıkça kınıyoruz. Kınamak yetmez, hakikati ortaya çıkarmalıyız” dedi.

Sancar'ın açıklamasından satır başları şöyle:

Yine ölümleri konuşuyoruz, kanla kalkıyoruz güne, yine acılarla iç içe yaşıyoruz. Maalesef Kürt sorununda demokratik çözüm ve barış sağlanamadığı için yine ölümleri konuşmak zorunda kalıyoruz. Gara operasyonundan söz ediyorum. Milli Savunma Bakanı Akar, günler önce başlayan operasyona ilişkin bilançoyu açıklarken 13 Türkiye vatandaşının naaşına ulaşıldığını söylemişti.

Açıklamada, katledilen insanlarla ilgili bilgiler de vardı, çelişkiler de. Daha sonra Malatya'ya getiriliyor cenazeler ve kimlikleri Valilik tarafından açıklanıyor. Bu 13 kişinin daha önce belirli aralıklarla PKK'nin alı koyduğu askerler ve istihbarat görevlileri olduğu ortaya çıktı. Hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyoruz. Bu bir katliamdır, uluslararası insancıl hukukun ağır ve vahim ihlalidir. İhtiyacımız olan şey hakikattir. Ölümlerin nasıl meydana geldiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmaktır. Bu bir infaz mıdır, yoksa ölümler bombardımanların sonucu olarak mı gerçekleşmiştir? Şunu peşinen söyleyeyim, ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bu durumu kabul etmek kesinlikle mümkün değildir, biz bunu açıkça kınıyoruz. Kınamak yetmez, hakikati ortaya çıkarmalıyız. Ortaya çıkaramazsak ne adaleti ne barışı sağlayabiliriz. Hakikatin ve sorumluların tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konması lazım.

Neden hakikati istiyoruz? Bakanların ve hükümetin dediklerine kayıtsız şartsız itirazsız inanmamız beklenemez. Yakın tarihimize bakalım, 40 yıllık tarihe bakalım, sadece 2-3 örnek vermem yeterli olur. Bu örnekleri de özellikle mahkeme kararlarına geçenlerden seçtim, ayrıca bütün çıplaklığıyla bir gerçek olarak ortada duran örnekler...

Bunlardan biri, Kuşkonar ve  Koçağlı katliamıdır. 1994'te gerçekleşmiştir. Savaş uçakları tarafından bombalanan köylerde 38 kişi hayatını kaybetmiştir. O zamanlar hükümetin ve bakanların neler söylediklerini hatırlatmayacağım. Bugünden dönüp bakınca acı bir trajedinin sorunsuz ve yüzsüz ifadeleriyle karşılaştığımızı açıkça görebiliriz. Bunu AYM de söylüyor. AYM yakın zamanda bu olayla ilgili karar verdi ve devleti sorumlu tuttu. Yani bu katliam gerçekleştiğinde hükümetin ve bakanların söylediklerinin gerçeği yansıtmadığı AYM kararıyla sabit oldu.

Bir başka katliam var. Güçlükonak katliamı... 1996'da 11 köylü bir minibüsün içinde kurşunlanıp yakıldı. Olayın ardından sorumluların neler söylediğini görmek isteyenler o zamanki tabloyu görecekler araştırma yapıp. Hakikatin peşinde olanlar, hakikat mücadelesinden vazgeçmediler. Bütün imkanları kullandılar ve AİHM'e kadar götürdüler. AİHM de Türkiye'yi mahkum etti, yani o zaman hükümetin ve sorumluların söylediğinin gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu.

Bir acı olay da Roboski katliamı. Hükümetin, yetkililerin neler söylediğini hatırlamak için kendimizi zorlamaya gerek yok. O insanlar savaş uçaklarından atılan bombalarla katledildi.

Bu gibi durumlarda, demokratik bir ülkeyseniz hükümetin açıklamalarına kuşkuyla yaklaşma mecburiyetiniz var. Toplumların ve insanların hakikati bilme hakkı önemlidir. Bu hakikat ortaya çıkarılmadıkça Türkiye'de bundan sonra yeni kırılmalar peşinde koşacak bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu söyleyeyim. Hakikatin peşine düşmezsek bunun üstüne başka operasyonlar bindireceklerdir.  Hakikat ne olursa olsun, ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun HDP'nin tavrı nettir, böyle bir katliamı kabul etmek söz konusu olamaz, açıkça kınıyoruz ama hakikatin peşinde olmaya da devam edeceğiz.

Hakikatin nasıl ortaya çıkacağına dair yöntemler de bellidir. İç hukukta da yer alıyor bu hususlar. Ama iç hukukta yeterli kalmıyorsa bu usuller, uluslararası hukuk daha güvenilir ve etkili yollar öneriyor. Bağımsız bir soruşturma komisyonu oluşturulabilir. Türkiye'de adli makamların ve iktidarın bütün olguları yaşanan her şeyi kamuoyuna sunma yükümlülüğü var, siyasal bir sorumluluktur, ahlaki bir görevdir. Bakalım bugün Meclis'te sunum yapacak olan bakanlar bu verileri paylaşabilecekler mi? Öte yandan hayatını kaybedenlerin ölüm sebeplerini ve şekillerini ortaya çıkarmanın en etkili yollarından biri de otopsi raporlarının ayrıntılı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmasıdır. Otopsinin usulüne göre yapılması elbette şarttır. Uluslararası kurallar ve standartlar mevcuttur. Bu soruşturmalardan objektif sonuç çıkması konusunda herkesin haklı şüpheleri vardır. Güvenilir, bağımsız, tarafsız mekanizmaların işletilmesi gerekiyor.

İktidarın sorumluluğu elbette burada bitmez, iktidarın çok açık ve ağır bir siyasi sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk en az iki alanda söz konusudur. Bu iki alanda sorumluluk açık ve mutlak olarak iktidardadır. Birincisi, operasyonun yapılma şeklidir, ikincisi, operasyon dışındaki seçeneklerin değerlendirilmemiş olmasıdır. Operasyonun amacı neydi? Başlarken kamuoyuna bilgi verilemedi. Cumhurbaşkanının dünkü konuşmasından anlıyoruz ki amaç, alıkonulan görevlilerin kurtarılması olarak belirlenmiş. Dünden beri vicdanlı yazarların, uzmanların, siyasetçilerin arka arkaya sıraladığı sorular vardır. Farklı soru önergelerinden ve açıklamalarından derleyebileceğimiz uzun bir liste vardır. Ben bunları tek bir soruda toplayabileceğimizi düşünüyorum. Eğer amaç gerçekten alıkonulmuş ve bugün rahmete gitmiş bu görevlilerin kurtarılmasıysa operasyon bu şekilde mi yapılmalıydı? 41-42 savaş uçağı günlerce bomba yağdırıyor, bu ortamda bu şartlarda bu insanların kurtarılması mümkün müydü? Nitekim operasyonun başarısız olduğunu, kendi hedefi doğrultusunda, Cumhurbaşkanı açıkça söylüyor. Peki bunun sorumluluğu yok mu?