Sezai Temelli başkanlığındaki HDP heyeti geçtiğimiz hafta Berlin'de bir dizi temaslarda bulunmuştu. Hükümet yetkilileri, siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri ile görüşen heyette yer alan HDP Mardin milletvekili ve Meclis Başkan Vekili Mithat Sancar, yürüttükleri temasları ve gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

Almanya'nın mülteci akınından korunmak için Erdoğan yönetimine çok büyük tavizler verdiğini söyleyen Sancar, "Almanya, Erdoğan yönetimini aşırı şımarttı. Pek çok hukuksuzluğunu görmezden geldi" dedi. Son zamanlarda yaşanan Erdoğan-Almanya yakınlaşmasında İdlib'den gelmesi muhtemel mülteci akınının büyük rolü olduğunu söyledi.

Sancar'ın Artı Gerçek'ten Nuray Çiftçi'nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle: 

Almanya temaslarınız beklentilerinizi karşıladı mı?

Almanya’nın başkenti Berlin’de üç gün süren temaslarda bulunduk. Bizim açımızdan verimli geçti. İktidar, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri başta olmak üzere pek çok çevre ile görüşmeler yaptık. Muhataplarımızla görüş alış verişinde bulunduk, düşüncelerimizi paylaştık. Türkiye’nin demokratikleşmesi için Almanya ve Avrupa Birliği’nin yapması gerekenler olduğuna inanıyoruz. Bu konularda çözüm önerilerimizi sunduk. Türkiye’nin iç ve dış barışını sağlaması için Almanya’nın desteğinin ne kadar önemli olduğunu anlattık. Tek yolun demokrasinin tesis edilmesinden geçtiğini hatırlattık. 

Almanya neden önemli?

Almanya bir defa dünyanın her bakımdan güçlü bir ülkesi. Almanya’nın Türkiye ile tarihsel, ekonomik, siyasi, diplomatik ve askeri ilişkileri var. Almanya’da milyonlarca Türkiyeli göçmen ve politik mülteci yaşıyor. Her iki ülkenin pek çok nedenle birbirinden vazgeçmesi kolay değil. Biz ülkeler ve devletler arası ilişkilere karşı değiliz. Böyle bir yaklaşımın gerçeklikte bir karşılığı da olmaz. Ancak bu ilişkilerin içeriği şüphesiz bizi ilgilendiriyor. Türkiye herhangi bir ülke değil, Erdoğan yönetimi de herhangi bir yönetim değil. Almanya’nın son zamanlarda Türkiye’ye ekonomik konularda destek olma çabaları, hatta somut adımları var. Bunlar ülkeyi çok yönlü bir krize sokmuş ve kendisi de zorda olan Erdoğan yönetimine büyük bir alan açabilir. Dolayısıyla Almanya bu adımlarla bir sorumluluk üstleniyor. Bir bakıma Erdoğan yönetiminin izleyeceği politikaların sorumluluğuna da ortak oluyor. 

Nedir bu sorumluluk?

Biz diyoruz ki ilişkiler sadece iki ülke yönetiminin karşılıklı çıkarlarıyla, mesela ekonomi ve güvenlikle sınırlı olamaz. Türkiye ile Almanya, çok önemli kurumlarda birlikte yer alıyorlar. Avrupa Konseyi üyeliği, NATO üyeliği, Avrupa Birliği tam üyelik süreci bunların başında geliyor. Dolayısıyla ikili ilişkilerde de bu kuruluşların temel ilkelerinin masada olması gerekiyor. Yani hukuk devleti, insan hakları, demokrasi gibi meselelerin de bu ilişkilerde mutlaka gözetilmesi gerekiyor. Mesela Kopenhag Kriterleri, AB ile Türkiye arasında ortak bir taahhüt temelini oluşturuyor.

Kopenhag Kriterleri artık kimsenin aklına gelmiyor, kimse bunlardan söz etmiyor. Oysa Türkiye, Kopenhag Kriterleri'ne uymayı taahhüt etmişti ve tam üyelik süreci de böyle başlamıştı. Avrupa Birliği, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri'ni karşıladığına kanaat getirdiği için tam üyelik sürecini başlattı. Fakat bugün Kopenhag Kriterleri'nden eser yok Türkiye’de, bu bir. İkincisi Avrupa Konseyi, Türkiye’yi izleme sürecine almıştı. Denetim sürecinin sebebi demokrasi ve insan hakları konusundaki çok ciddi ihlaller ve sapmalardır. Bunların hepsi Avrupa Konseyi organlarının kararlarında ve raporlarında var. Aynı şekilde Avrupa Birliği ilerleme raporları da bunlarla dolu. Görüşmelerde Türkiye’den bu kriterlere uyumun beklendiği açıkça söylenmeli. 

Almanya bu konuda nasıl bir rol oynayabilir, beklentiniz nedir?

Almanya, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin hem kurucu hem de en güçlü üyesidir. Bu nedenle tek tek ihlallerin dile getirilmesi yetmez. Türkiye’de demokrasi rafa kaldırılmış durumda. Hukuk devleti bir ironiye dönüşmüş. Yargı bağımsızlığı yok. Bütün bunların gözetilmesi ilişkinin taraflarının sorumluluğudur.

Sıcak bir gelişme olan İdlib meselesinde ne düşünüyorsunuz?

İdlib meselesi Türkiye’nin konumu açısından çok önemli. Ama aynı zamanda bütün dünyayı ilgilendiriyor. İdlib’de bir insani dramın yaşanmasına biz de çok net bir şekilde karşı çıkarız. Fakat bu kadar cihatçı çetenin İdlib’de, Türkiye’nin sorumluluğu altında toplanmasının sonuçları var ve olacaktır.

Erdoğan yönetimi İdlib’den tahliyelerin sağlanmasına çalışıyor. Eğer bu örgütler tahliye edilirse muhtemelen daha kuzeye; yani Afrin, Cerablus ve El Bab'a gidecekler. Bir sonraki kriz merkezi de o zaman buralar olacak. 

Türkiye, Suriye’de bir çıkmaz yola mı girdi?

Erdoğan yönetimi bölgede, Suriye’de Kürt karşıtı politikasıyla çıkmaz yolu kendisi yarattı. Dolayısıyla dramın da kapıya dayanmasında baş sorumlulardandır. Baştan beri Kuzey Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını kabul etmemesi ve buna karşı sert bir yol izlemesi politikayı çıkmaza sürüklemiştir. Bu çıkmazdan ileriye doğru bir çıkış yok. Adı üstünde çıkmaz bu. Tek yol var, geri dönmek. Yani bölgede başta Kürtler olmak üzere halklarla eşit ilişkiye evet demek, Suriye halklarının haklarını demokrasi, eşitlik temelinde kabul etmek ve savaş politikalarına son vermek gerekir. Çünkü Türkiye’nin Suriye’de savaş politikaları bu çıkmazı yarattı. Ekonomik krizde de bu politikanın çok büyük etkisi var.

Ekonomik krizin sebebi savaş mıdır?

Bize göre ekonomik krizin söylenmeyen, dile getirilmeyen en önemli kaynağı savaş bütçesidir. İnkar edilen, üstü örtülmek istenen gerçek budur.

Sizce Türkiye nasıl bir yol izlemeli?

Türkiye’nin nasıl bir yol izlemesi gerektiği bize göre açıktır. Kürtlere karşı düşmanca yaklaşım bitmeli, savaş ve yayılma politikaları bırakılmalı, halkların iradesine saygı ve halklar arasında eşitliğe dayalı bir anlayış benimsenmeli.

Peki içerİde?

Çok açık. Ülkede diktatörlük saplantısından ve faşizan heveslerden vazgeçilmeli, gerilim ve düşmanlaştırma politikaları terk edilmeli, demokratik ve özgürlükçü bir yol izlenmelidir.

Mülteci konusu Avrupa’nın korkusu, Türkiye’nin ise güçlü kozu gibi. Ne düşünüyorsunuz?

Mülteci sorununun tek çözümü Suriye’deki savaşı müzakere ve çoğulcu anayasa ile bitirmektir. Savaş devam ettikçe mülteci sorunu asla bitmeyecek, küçülmeyecek, aksine büyüyecektir. Bunun dışındaki her arayış, sorunu en fazla öteleyebilir. Mesela Almanya ve Türkiye arasında yapılan mülteci anlaşması bir süre için doğudan Avrupa’ya mülteci akışını yavaşlattı. Ama savaş devam ediyor ve bugün birkaç milyon insanın sınırlara dayanması ihtimalinden söz ediliyor İdlib’deki durum dolayısıyla.

Mülteci sorununun istismar edildiğini düşünüyor musunuz?

Avrupa Birliği ve başta Almanya, sırf mülteci akınından korunmak için Erdoğan yönetimine çok büyük tavizler verdi. Pek çok hukuksuzluğu ve anti demokratik uygulamaları görmezden geldi. Bütün mesele mülteci akışını durdurmaktı. Erdoğan da mültecileri bir koz, bir pazarlık konusu olarak kullandığını saklamadı.

Erdoğan için Avrupa’ya karşı mülteciler halen güçlü bir koz mu?

Evet daha büyük bir koz haline geldi İdlib dolayısıyla. Şu anda İdlib’de büyük bir operasyon başlarsa çok büyük bir mülteci akınından söz ediliyor. Dolayısıyla şu anda Almanya ile yakınlaşmasında bu koz Erdoğan tarafından kullanılıyor. 

İdlib son durak gibi. Merak edilen Türkiye-Rusya ilişkileri. Sizce ne olur?

Erdoğan yönetiminin her tarafı idare etme politikası bir noktaya kadar işledi. Amerika’yı, Rusya’yı, İran’ı ve Batı Avrupa’yı idare etme politikasıyla çeşitli avantajlar elde etti. Ama artık yolun sonuna geliniyor. Çünkü makaslar çok keskin bir biçimde açılıyor. 

Ya bir yere gideceksiniz ya öbür yere. Eğer halen ortada durmaya çalışıyorsanız raydan çıkarsınız. Buna demir yolu tabiriyle dray deniliyor. Trenin dray olması, çok büyük kazalara sebep olur. Tabii seçilecek yol da en az bunun kadar önemlidir. Bugüne kadar izlenen yol apaçık duvara doğru gidiyor. Raydan çıkmak da duvara çarpmak da ülkeye ve halklara ağır zararlar verir. Bizler bunu önlemek için uğraşıyoruz.