Bütün bölge istim üstünde, savaş kararının verilmesini bekliyor. Akdeniz’in sularının ısındığına dair cümlelerle dolu gazete haberleri ve köşebentlerin yazılarıyla uyanıyoruz her sabah. Savaş naraları ve tehditler kulakları tırmalayacak seviyede. Mısır’a kurtarıcı olarak bir Musa çağırılırken, Suriye’ye USA ve müttefikleri davet ediliyor. Körfez savaşlarında canlı/online izlediğimiz savaşın bir benzeri şimdi Suriye için de isteniyor. Batı kararsız; bizim hükümet dışında savaşa ve Suriye’ye askeri müdahaleye aşırı düzeyde hevesli ve ısrarcı pek az güç var.

Başbakan BM’ye ve dünyaya ayar vermekten geri durmuyor ve Suriye’ye müdahale etmekte ağır davranan Batı’ya verip veriştiriyor. Hatta lokal ve kapsamı sınırlı bir müdahalenin yetersiz olacağını, etkili bir müdahaleyle rejim yıkılana kadar savaşılması için harekete geçirilmesini buyuruyor. Bülent Arınç Bakanlar Kurulu toplantısı öncesi doğrudan söylüyor muradını: “Suriye cezalandırılmalı.”

Hükümetin sesi medya da Batı’yı müdahalede kararsız kaldığı için yerin dibine batırıyor. Bunlar 1 Eylül Dünya Barış gününde insanların barış şölenleri, yürüyüşleri yaptığı bir ülkede ülkeyi yönetenlerin söyledikleri. Hükümetin diğer üyeleri ve hükümete yakın çevrelerin söyledikleri de bu minvalde.

Bu sözleri söyleyenler aynı zamanda ülkemizde sürüp sürmediğinden pek de emin olamadığımız “barış süreci” denilen sürecin de bir tarafı. Bunca savaşçı bir dille, savaş tutkusuyla bölgede sonu gelmez kanlı etnik ve mezhep savaşlarının önünü açacak olan bir müdahaleyi savunanlar kendi topraklarındaki bir barış sürecini yönetebilirler mi? Komşularıyla savaşa böylesine hevesli bir iktidar kendi içinde barışçıl olabilir mi?

Barış sürecinin başından beri olan bitenlere bakıldığında buna olumlu bir cevap vermek mümkün görünmüyor. Bizi kanlı ve yıkıcı bir savaş için ikna etmeye uğraşanların ağzında barış kavramı öyle eğreti ve sahicilikten uzak duruyor ki, halkların basiretine ve bilgeliğine güvenmekten başka elimizde hiçbir şey kalmıyor.

BARIŞ SÜRECİ Mİ SEÇİM YATIRIMI MI?

Tarafların karşılıklı açıklamalarından ve hükümetin uygulamaya koyduğu politikalardan bu senenin Newroz’undan itibaren başlayan “barış süreci”nin bir seçim kurtarma sürecine doğru evrildiği söylenebilir. Başından beri bu konuda ihtiyatlı davranan ve bu sürecin seçim kurtarma girişime dönüşeceğine dair şüphelerini dillendirenleri haklı çıkaracak tutumlar gözlerden kaçmıyor. Yapımı ve ihaleleri süren kalekolların, Gezi’ye savaş tarzında müdahalenin ve demokratikleşme adımları için herhangi bir heves göstermemenin başka da bir açıklaması yok. Hükümet “ben yaptım oldu”culuğundan zerre geri adım atmazken, bölgesel dengeler Kürt Hareketi açısından kritik bir dönemeci ifade ediyor. Rojava’da hükümetin de dolaylı ya da direkt olarak dâhil olduğu savaş bu sürece taraf her kesimin ellerinin tetiğe gitmesine yol açıyor. Bu da barışa dair bütün umutları zehirliyor.

Kürt sorununu çözmenin seçim hesaplarıyla yürümeyeceği geride bıraktığımız onca deneyimden sonra elimizde kalan en sağlam bilgi. Kan ve gözyaşı, halklar arasına düşmanlık, kin ve nefret eker. Süreci seçim için berhava etmek ve atılan bu adımları ucuzlatmak hepimizin geleceğini karartacak olan bir tutumdur ve hükümetten gelen sinyaller bu tutumda ısrar edileceğini göstermektedir. Barış, en çok özlemini duyduğumuz şeydir ve bu 8 ayda can kayıplarının olmaması şu 30 yıllık savaşın belki de en kıymetli kazanımıdır. Seçimler kaybedilebilir ya da kazanılabilir ama savaşta kaybedilenlerin geriye dönüşü yoktur.