Çalıştığı Doğuş Grubu'ndan geçtiğimiz haftalarda ayrılan Mirgün Cabas, Milliyet'teki köşesinde Doğuş Yayın Grubu'ndaki 15 yıllını yazdı. Cabas'ın son görevi GQ Türkiye Genel Yayın Yönetmenliği'ydi.

İşte 'Bir ayrılık' başlıklı o yazı:

Drama yaratmadan, elde koliyle Amerikan filminden fırlamış gibi görünmeden ofisimden ayrılayım dedim, beceremedim. Bir dizi yanlış anlama ve işgüzarlık sonucu odamın önü boş koliler, bir küçük el arabası ve bina görevlileriyle dolunca, odamdaki kitap, arşiv ve ıvır zıvırı ufak ufak, çaktırmadan boşaltma girişimim yalan oldu. Madem koliler geldi, bari doldurayım içlerini dedim ve başladım rafları dolapları aşağı indirmeye...

15 yıl, üç bina, birkaç ofis, bir dergi, 10’dan fazla farklı televizyon programı, binlerce haber bülteninden sonra işimden ayrılıyorum. Pılıyı pırtıyı toplama -daha doğrusu pılının pırtının içinde kaybolma zamanı. Raflardan biri, televizyon programlarımdan kalma gündem ve toplantı defterleriyle dolu. Gündem konuları, bugün “Hakikaten ya.. Böyle de biri vardı” dediğim program konuklarının iletişim bilgileri, gece bülteni yaparken yemek sipariş vermeden önce lokantalardan not aldığım menüler çıkıyor karşıma. Defterlerin her sayfası, kimlere ait olduğu belli olmayan cep telefonu numaralarıyla dolu. Ya da niye oraya yazdığımı tabii ki hatırlamadığım isimlerle...

Sadece ay ve gün yazarak başladığım toplantıların maddelerinden yıl tahmini yapmak mümkün mü? Mısır’da saldırı: 23 ölü; Condolizza Rice 16.00 geliş; Mahmud Abbas, Başbakanlık; Genel Kurul’da çevre yasası... Banu Güven’in masamı boş bulduğunda beni kızdırmak için defterlerime karaladığı, gece yarısı mesaileri bunaltılarının eseri notlar.

Haber bandı deşifreleri, röportaj time code’ları, bilgi notları, bant minütajları, toplantılardan kalma can sıkıntısı çiziktirmeleri... Kutu kutu CD’ler, içlerinde program kayıtları. Seçim gecesi yayınları, Yazı İşleri programı kayıtları, izlemeye içimin elvermediği 24 Saat haber bülteni arşiv kopyaları, seçim nabzı tutmak için yapılan programların kayıtları, röportaj ham bantları. Defterlerin arasından, zarfların içinden, CD’lerden fırlayan, basılı ya da jpeg fotoğraflar: Beş sene önce ekiple pasta keserken, on sene önce Barcelona’ya yaptığımız seyahat, on beş sene önce toplantı masasında... En son işe giriş evrakı toplarken gördüğüm üniversite diplomam, müdürlük zamanımdan kalma personel listeleri, maaş artış çizelgeleri, sudoku doldurur gibi yapılmış editör, spiker, yönetmen çalışma tabloları...

Çeşitli gazete, dergilerle yapılmış röportajlar. Haber dergileri, üniversite dergileri, sektör dergileri... Farklı dergiler, röportajcılar, değişmeyen sorular: “Gazetecilik çocukluk hayaliniz miydi”, “İyi bir televizyon habercisinde bulunması gereken unsurlar nedir”, “Tarafsızlığınızı nasıl koruyorsunuz”, “Programlara nasıl hazırlanıyorsunuz”, “Türkiye’de gazeteci olmanın zorlukları ne?”

Yanımda götüreceklerim arasına koymakta tereddüt etmediğim, epey zaman önce yapılmış röportajlardan birinde “Kanalınızı diğer kanallardan ayrıştıran ilkelerden bahseder misiniz?” diye sormuşlar. Demişim ki “Türkiye çeşitli iktidarlardan, ekonomik krizlerden, çalkantılı dönemlerden geçti. Kanalım da kendini, çalışanlarını, yöneticilerini utandırmayacak bir performans sergiledi. Tersi zaten bizi huzursuz eder, buradaki varlığımızı sorgulamamıza yol açardı. Her iktidar kendi sözcülüğünü yapması için medya üzerinde etkili olmaya çalışır. Bu taleplere rağmen vicdanınız yara almadan, inandığınız ilkelerden ödün vermeden bu işi sürdürme gücünüz, yetenekleriniz varsa sözünü ettiğiniz duruş ortaya çıkıyor. Bu duruş da ortaklaşa belirlenir.”

Boş kolileri doldurmaya yarayan bir sürü ıvır zıvırın yanında, bir sürü boş laf işte...

Yazının devamını okumak için tıklayınız.