Türkiye’de azınlık toplumların sosyal, kültürel, sanatsal yaşamını belgelemek ve farklı kimliklerin doğru algılanmasını sağlamak üzere yayın hayatını sürdüren PAROS Dergisi'nin mart sayısında iş dünyasının başarılı ismi Leyla Alaton'la söyleşi var.

 

Mayda Saris’in yaptığı röportajda Alaton, işkadını, anne ve Türkiye’nin azınlık toplumuna ait kimliğiyle ilgili düşüncelerini paylaştı. İşte o röportajdan bir bölüm:

 

ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK HARİKA BİRŞEY

Baskı görmek haliyle negatif duygular uyandırıyor. Çokkültürlü bir toplumda yaşıyoruz. Ama azınlık toplumlar da bugüne kadar boyun eğmek modundaydı, haliyle içe kapanmıştı. Azınlık olarak adlandırılmak nasıl bir duygu uyandırıyor sizde?

Azınlık kelimesini de, sıkça kullanılan hoşgörü kelimesini de sevmiyorum. Azınlık sanki bastırılmışlık, kenarda kalmışlık, zaten enerjisi üstünde bir kelime… Az, bol olmayan, çoğunluk olmayan, lafı geçmeyen gibi kötü bir entonasyonu var. O yüzden sevmiyorum. Hoşgörüyü de sevmiyorum, ‘Lütfen yani’ gibi bir eziklik taşıyor içinde. Konya'da bir panelde belirtmiştim hoşgörü lafını hiç sevmediğimi. Azınlık konusu da bütün izm’ler gibi son senelerin pompalanan, ön plana çıkartılan kavramlarından. Mesela kimin, nereli olduğu gibi. Çocukluğumda taksiye bindiğimde ‘Neredensin abla?’ demezdi kimse. Artık her çevrede başlayan bir stigma (damga) bu. İnsanları çekmecelere sokmak gibi. Herkes sanki bir kutuya aitmiş gibi hissediliyor. Benim çocuğum bile, ‘Türkiye birçok konuda dünyada birinciymiş anne’ diyor. Ben onun dünya vatandaşı olmasını isterken ne yazık ki milliyetçilik ve din inanılmaz pompalanıyor. Ama şu sıralar dünyanın her yerinde bu böyle. Zaten herkes bir çekmeceye ait ama o çekmece daha da kalınlaşıp, daha da belirgin hale geliyor. Bu da beni gelecekteki dünyayla ilgili endişelendiriyor. Kötü yola gittiğinin göstergesi. Halbuki ben, Taylan’daki ABD’deki ve Haiti’de yaşayanla aynı hissediyorum, hiç farklı görmüyorum kendimi.

 

Zaten çokkültürlü bir aileden geliyorsunuz.

Aslolan dünyalı olup, geçici olmak, gerisi boş. Nitekim annem Hıristiyan’dı sırf aile kabul etsin, çocuklar iki dinle büyümesin diye Yahudi olmak durumunda kaldı. Benim eski kocam Müslüman’dı hiç sorun olmadı. Çocuklar sorduğunda, ‘Ne kadar şanslısınız’ diyorum, ‘Büyük anneniz Hıristiyan, babanız Müslüman, ben Musevi.’ Çokkültürlülük harika bir şey. ‘İsterseniz Budizm’i de seçebilirsiniz. Ama hiçbir şey seçmek zorunda da değilsiniz’ diyorum onlara. Ben, çocuklarımı agnostik yetiştiriyorum diyebilirim. Tanrının bilinci var ama hiçbir dini diretmiyorum. Mesela bir kiliseye gidip mum yakmak, bir ayine gitmek, bir sinagogda bir bebeğin sünnetini izlemek sosyal, kültürel ve estetik anlamda hoşuma gidiyor. Bunları üçüncü göz olarak da görebiliyorum. İlla oraya ait olmam gerekmiyor.

 

Geleneklerin sürmesinden yana mısınız?

Gelenekler sürsün ama gelenekleri sürdürmenin rolünü de üstlenmiyorum. Zaten geleneklerin sürdüreni meraklısı çok. Bin tane gelenek var, sakın yanlış anlaşılmasın onları sürdürenlere de saygı duyuyorum sadece empoze edilmesin. (medyatava)