“Milliyetçilik çocuksu bir hastalık, insanlığın kızamığı”.

Albert Einstein

***

Milliyetçilik, duygularımızı okşayan, üzerinde yaşadığımız toprak parçasını, burada yaşayan insanları sevmemizin ölçütü gibi anlamlar için kullanılan yanıltıcı bir kavram. İnsan sevgisine ulaşmanın önüne konulan tuzak. İnsanlığın, “insanlık ortak noktası”nda buluşmasına sıkılan kurşun. İnsanı insanlaştırma çabasından alıkoyan bir zehir.

Aynı yeryüzü parçası üzerinde, birlikte yaşadığımız insanları sevmemiz bir gereksinim. Neden başka yeryüzü parçaları üzerinde, farklı ülkelerde yaşayanları da sevmeyelim? Birlikte yaşadıklarımızla dost olmamızı bir gereklilik görüyorsak, birlikte yaşamadıklarımızı düşmanlaştırmanın,“öteki”leştirmenin haklı bir gerekçesi olabilir mi? Oluşturduğumuz kültürün sınırları içine girmeyenleri, “öteki”, “dışımızda”, “el”, “yabancı” olarak görmenin mantıklı bir açıklaması olamaz.

Milliyetçiliğin tanımı şöyle:

“Milliyetçilik, ulusçuluk ya da nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih ya da kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet ya daz ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.”(1)

Aynı dili konuşan, ortak tarih, kültür üst yapıları olan insanların, barış içinde bir arada yaşamaları daha kolay. Ancak bunlar, bu etkenleri taşımayanları düşmanlaştırmamızı gerektirecek etkenler değil. Düşmanlaştırma ne bizim ne de insanlığın yararına sonuçlar doğurmamakta.

Bu kavramla ilgili başka bir tanım da şöyle:

“Milliyetçilik, aynı dili konuşan, aynı biyolojik özelliklere ve aynı kültüre sahip, ortak bir kökenden gelen, toplumu oluşturan bireylerin aidiyet bilinciyle, üyesi olduğu toplumu fikren diğer toplumlara göre daha çok seven, ait olduğu toplumu koruma ve kollamaya çalışan, ait olduğu toplumu her yönden daha iyi bir yerlere getirmeye çalışan bireylerin düşünce biçimidir.

Milliyetçilikte esas, toplumsal aidiyet bilincidir. Bu bilinç ait olduğu toplumu sevme ve toplumun kalkınması için çalışma olarak kendini gösterir. Başka toplumlara karşı herhangi bir düşmanca tavır barındırmaz.”(2)

İçinde yaşadığımız topluma bağlı olmamız, onun bir parçası olarak davranmamız kaçınılmaz bir gereklilik. Bu yönelim, insanlığın tümünü sevmemizi engelleyecek boyutlara ulaşmamalı. Milliyetçiliğin olumsuz yanı, bu ayrımcılığı yapması.

İçinde yaşadığı, türlü bağlarla bağlı olduğu toplumu sevmeyen olamaz. Bu toplum bireyin yaşamına anlam katmakta, kolaylık sağlamaktaysa, herkes yaşadığı toplumu sever. İçinde yaşanılan toplum, bireylerin yaşamlarını daraltmakta, anlamsızlaştırmakta, değersizleştirmekteyse, kimse zorlamalarla içinde yaşamak zorunda olsa da, böyle bir toplumu sevmez, sevemez.

“İnsan merkezli”,birey özgürlüğü”nden yana olan toplumlar, farklılıkların getirdiği olumsuz etkileri eğitim, bireysel bolluk, rahatlık içinde yaşama (refah) algısı, demokratik ve özgürlükçülük gibi anlayışlarla yok edebilmişlerdir. Gelişmemiş toplumlar bu sorunu çözememiş durumdalar. Küreselleşme, ülkeler arasında ekonomik, kültürel, siyasal sınırların kalkması, en azından alanlarının daralması, milliyetçilikleri törpüleyen en güçlü etken olarak işlev görmekte.

Bu çelişkiden yararlanmak isteyen kesimler, eğitim kurumlarında, ders izlencelerinde, toplum yaşamını etkileyen kitle iletişim araçlarının yayınlarında, bu kavramları sürekli işleyip gündemde kalmasını sağlamaya çalışırlar. Amaçları, kalıp, değişmez yargıları okşayarak toplumu kolay yönetmektir. Bu önermelerin uygulayıcıları sözde içinde bulundukları toplumun yanında olduklarını göstermeye çalışmalarına karşın özde kendi toplumlarının zararına işler yapar, eylemlerde bulunurlar.

Bu tutumlar, toplumların ortak noktalarda buluşmasını engeller.

Bekir Ağırdır bir konuşmasında, şu tanımlamayı yapmış: "Türkiye'de yaşanan milliyetçilik eğitimden hukuka devlet eliyle beslenen ve tüm bireylerde olan bir ezberden ibaret".(3) Prof. Dr. Baskın Oran, Bekir Ağırdır’la birlikte yaptığı konuşmada, milliyetçiliğin bittiğini, bitmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamış bulunmakta.

Farklı etnik yapılarla karışmamış, farklı kültürlerden etkilenmemiş toplumlar, avcılık, toplayıcılık aşamasında yaşayanlar toplulukladır. Gelişmiş, kentleşmiş belli toplumsal, siyasal, kültürel ilişkileri kurumlaşmış yapılarda, bu arılıkta bir toplum bulma olanağı yoktur. Ulusal bir kimlik, kültür oluşturarak, bunları yaşatmış bir yeryüzü toplumu yoktur.

Hiçbir insan topluluğunun, hiçbir ulus devletin kendi dışında kalanlarla bir biçimde ilişki kurmadan yaşaması, varlığını sürdürmesi söz konusu olamaz. Başka etnik yapılarla, kültürlerle ilişki kurulması durumunda, karşılıklı etkileşimler, geçişkenlikler kaçınılmaz olur. Bu etkileşimler, toplumların bir arada, yan yana, barış içinde yaşamasının yollarını aralar.

Hiçbir etnik yapı, kültür, kendi dışında kalan etnik yapılarla, kültürlerle geçişkenliğini sıfırlayarak, katıksız bir yapıya kavuşamaz. Etnik yapılar, kültürler birbirleriyle sürekli biçimde etkileşim içinde olurlar. Çağımızda bu etkileşimin insanlığın geçmiş zamanlarına göre daha yoğun biçimde yaşandığı görülmekte. Gelecekte bu etkileşimin daha da güçleneceği anlaşılmakta.

İnsanlık tarihinin karanlık yüzü olan soykırımlarda, başka bir sürü etkenin yanında milliyetçilik algısıyla yapılan soykırımlar da bulunmakta. Milletçiliğin insanlığa çok acılar yaşattığı acı bir gerçek.

---------------------------------------

(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Milliyetçilik

(2) bigalioglu.blogcu.com/milliyetcilik-irkcilik-fasizm-nedir/4054613

(3) Prof. Oran: Milliyetçilik artık devam edemez, niçin doğduysa o yüzden ölüyor, Taraf Gazetesi, 14.03.2013