MURAT KUSEYRİ - STOCKHOLM / ANF

Süryaniler ve soykırım konusundaki çalışmalarıyla tanınan Jan Beth-Şawoce, Süryanilere fiziki, ekonomik, kültürel ve psikolojik soykırım yapıldığını söyledi. Şawoce, 1915 yılında başlayan Süryaniler tarafından ‘Sayfo’ (ya da Seyfo) olarak adlandırılan soykırımın çeşitli biçimde günümüze kadar devam ettiğini kaydetti.

Süryaniler ve soykırım konusundaki çalışmalarıyla tanınan Jan Beth-Şawoce “Nsibin Yayın Evi”nin kurucusu ve sahibi. Stockholm Södertorn Yüksek Okulu bünyesinde kurulan 3 bine yakın kitap ve binlerce belgenin bulunduğu Süryani Kitaplığı’nın sorumluluğunu da yürüten Şawoce Süryaniler ve “Sayfo”yla ilgili sorularımızı yanıtladı.

Uzun yıllar boyu Ermeni soykırımının tartışılmasına rağmen  “Sayfo”nun ancak bundan birkaç yıl önce gecikmeli olarak gündeme gelmesinin nedenleri nelerdir?

Ermenilere yönelik soykırımdan sonra metropollerde yaşayan Ermeni aydınları bu konuyu Dünya Kamuoyuna duyurdu. Süryanilerin eli kalem tutan kesimleri ortadan kaldırıldığı için Süryanilere yönelik sürdürülen “Sayfo” ne yazık ki duyurulamadı.

İngiliz Yazar Arnold J. Toynbee [1889-1975] 1916 yılında yayımladığı “The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916: Documents Presented to Viscount Grey of Falloden“ kitabının yaklaşık 100 sayfasını Doğu Süryanilerine ayırmış. Urmiye ve çevresinde Süryanilere yapılan soykırımı ele alınıyor.

Doğu Süryanileriyle eski tarihte Perslerin egemenliği altında yaşayan Nasturi ve Kildani kilisesine bağlı olanlar, Batı Süryanileri ise Bizansın egemen olduğu topraklarda yaşayanları kastediyoruz. Aynı şey Doğu ve Batı Ermenileri için de geçerli.

1919 yılında yapılan Paris Konferansı’na Osmanlı toprakları, ABD ve Avrupa’dan Ermeni ve Asur-Kildaniler katıldı. Bu konferansa katılan Ermeni ve Asur-Kildani katliamının sorumlularının cezalandırılmasını, kendilerine eski topraklarının verilmesini ve tazminat ödenmesini talep etti.

Biz Paris konferansında olan tartışmaları ve belgeleri şu an seri olarak yayına sokmuş bulunmaktayız. Bunlardan iki cilt yayınladı. Diğer ciltler de hazır, ileride yayınlanacak. Elimizdeki bu bilgi ve belgelere çeşitli devletlerin arşivlerinde bundan 15-20 yıl önce rastladım. Uzun yıllar bizim bu belgelerden haberimiz yoktu.

Hangi ülkelerin arşivlerinde rastladınız?

Fransa, İngiltere, Vatikan ve İsveç devletlerinde bulunan arşivleri inceledim. Başka ülkelerdeki örneğin ABD, Türkiye, İran, Rusya, Ermenistan, Almanya, İtalya, Belçika,  İspanya, Avusturya, Hollanda, Avustralya, Norveç ve Danimarka arşivlerinden yararlanan diğer araştırmacılarla da ilişki kurduk. Onlardan ellerindeki belgeleri bize iletmelerini istedik ve bu şekilde çok geniş bir kolleksiyon ortaya çıktı. Bu belgeler sayesinde Batı Süryanilerinin demografisi ve coğrafik dağılımı eksiklikler taşısa da büyük ölçüde belirlendi.

Bulduğumuz belgelerde Sayfo sonrası devletin hangi manastırlar ve kiliselere el koyduğuna, hangilerini kışla, gazino ve halk evlerine dönüştürdüğüne ilişkin ayrıntılı bilgiler var.

Bugün Midyat’taki askeri kışla 1915 yılına kadar Mor Šarbel adı altında bir manastırdı. Buradaki ruhbanlar öldürüldükten sonra manastır sahipsiz kalınca devlet el koydu ve kışlaya çevirdi. Midyat’taki Kildani kilisesinin binası da belediye binası, ABD’ye bağlı Misyon Binasını Halkevi yaptılar. Cizre, Hakkari, Mersin, Tarsus, Adana, İskenderun, Van, Malatya, Maraş, Elâzığ, Antep, Hatay, Antakya, Antalya, Urfa, Bitlis, Muş, Beşiri, Siirt, Mardin, Diyarbakır’da da aynı şeyleri yaptılar. Bu binalarda görev yapanlar planlı ve bilinçli bir şekilde katledildi. Ermeni ve Süryaniler ayrıca kültürel soykırıma da uğradı. Manastırlar ve Kiliselerde bulunan binlerce Süryanice, Kildanice, Ermenice, Arapça, Osmanlıca, Farsça, Fransızca, Latince, Yunanca, İbranice, Kürtçe  kitap ve belge yakıldı. Bu halkların oralarda yaşadıklarını unutturmak ve tamamen tarihten silmek için bunu yaptılar.

Bu iddiaları kanıtlayacak belgeleriniz var mı?

Sayfo öncesi ruhbanların görev yaptıkları manastır ve kiliselerde olan personeli ve malvarlıklarını Vatikan’a bildirme geleneği vardı. Manastır ve Kiliselerin kendilerini geçindirebilecek, hayvancılık ve tarımcılık yapma gibi uğraşıları vardı.  Vatikan da Deuche Bank ve Ottoman Bank aracılığıyla maddi yardımda bulunuyordu. Vatikan bu yardımları Osmanlının bilgisi ve onayıyla yapıyordu.

İttihat ve Terakki ile Vatikan arasında bu konuda yapılan bir anlaşma var. Devlet daha sonra para alanların isimlerini bankalardan alıp ölüm listeleri hazırladı. Sayfo sırasında Vatikan’dan yardım alanlar teker teker öldürüldü. Bu bilgiler Vatikan’daki arşivlerde duruyor. 

Sayfo’yu araştırmaya ne zaman başladınız?

Araştırmayı 1980’li yılların ortalarında başlattık. Biz Süryaniler 1970’li yıllarda Batılı ülkelere kitlesel olarak göç etmeye başladık. O güne dek “Sayfo”yu sadece büyüklerimizden duymuştuk. Yaşlılar bize ”Sayfo”nun 1900’lü yılların başında sona ermediğini ve devam ettiğini söylüyordu.

Araştırmalarımız bizlere anlatılanların doğru olduğunu gösterdi. 1930’lı yılların sonuna kadar, Musul Sorunu üzerinden kurulan baskı ve zulüm mekanizmasının bir aracı olarak hafif suvari taburları köylere baskın yapar, köylüleri falakaya çeker ve halka işkence yapardı.

İkinci Dünya Savaşı çıkınca devletin politikası değişti. İhtiyat olarak eli silah tutan tüm Süryanileri toplamaya başladı. O zaman Midyat’tan 600 kişiyi askere aldılar. Bu 600 kişinin dışında Turabdin’den yine Ermeni, Yahudi ve Ezidi´leri de askere aldılar.

Hemen ardından da “Varlık Vergisi” getirildi. Süryani ve diğer gayrı Müslümlerin verecekleri vergi miktarına kurulan yerel komisyonlar karar veriyordu. Bizim aile evde o zamanlar yerel dokunan kumaşlara basma yapıyormuş. Evi fabrika olarak kabul ederek 2 bin 500 lira vergi koymuşlar. Bizimkiler ve diğer esnaflar vergi veremediği için çalışmalarını durdurmak zorunda kaldı. Böylelikle el sanatları ortadan kalkmaya başladı. Halk ekonomik olarak çökertildi.

1942’den itibaren bölgede ekonomi Kürt ve Muhallemilerin denetimine girmeye başladı. Süryani ve diğer azınlıklar geçinemedikleri için bu kesimlerden yüksek faizle borç almaya başladı. Borçlarını ödeyemeyenlerin evlerine, tarlalarına, karılarına ve kızlarına el konuldu. Bu durumla karşılaşan pek çok kişi intihar etti. Süryanilerin bir bölümü Lübnan, Suriye ve Irak’a kaçtı. Böylelikle bölgede yaşayan azınlıkların sayıları % 50 civarında azaldı.

“Varlık Vergisi” azınlıklara getirildi. Lozan Anlaşması’na göre Süryaniler azınlık sayılmadığı halde nasıl Süryanilerden vergi istendi?

Azınlıklara tanınan hakları istediğimizde devlet siz azınlık değilsiniz söylemiyle taleplerimizi reddediyor. Ama vergiye gelince azınlık statüsünde sayılıyoruz. Soykırıma uğrayan ve vergileri ödemeyenlerin ev ve topraklarına el koyanların neredeyse tamamı Teşkilatı Mahsusa’nın o bölgedeki yöneticileri.

Lübnan ve Suriye gibi ülkelere göç edenler geri dönmedi mi?

Hayır geri dönmedi. Lübnan’a gidenler çok güç koşullarda, kilisenin yanında insanların yardımlarıyla yaşıyordu. Dünya Kiliseler Birliği devreye girdi ve 1967 yılında Süryanilerden 300’ü İsveç’e gönderildi.

Ancak bölgede kalan Süryani ve Ermenilere yönelik baskılar daha sonra da sürdü. 1955, 1964 ve 1974 yıllarında Kıbrıs’ta ortaya çıkan anlaşmazlıklar sırasında baskılar daha da arttı. Ben 1964 ve 1974 yılında yapılan baskıları yaşadım. Devlet 1964´te bölgedeki Kürt ve Muhallemi ağalarını ve adamlarını bizlere karşı silahlandırdı. O yıllarda bir soykırım olacağı kanısı çok güçlüydü ve o korkuyla yaşadık. MİT kaçakçılar aracılığıyla hem bize hem de Kürtlere milyonlarca lira tutarında silah sattı. Planlı ve bilinçli bir biçimde katliamın koşulları yaratıldı.

Olanların Batı kamuoyunda duyulması İnönü Hükümeti’ni bir ölçüde frenledi. Ama buna rağmen İnönü  “Manastırlarda telsizler var” şeklinde Süryanileri hedef gösteren açıklamalar yapmayı sürdürdü. Midyat’ta Kürt Nehroz ailesi karşı çıkmasaydı 1964 yılında ikinci bir soykırım olacaktı. Onların engellemesi sonucu katliam önlendi.

Peki 1974 yılında neler oldu?

Midyat’ta Süryanilere yönelik bir komplo hazırlandı. Devlete bağlı Seferberlik Kurulu Midyat’taki kışlanın cephaneliğine baskın yapıp olayın sorumluluğunu Süryanilere yıkmayı planladı. Baskına katılanlardan biri yaralı olarak yakalandığı için komplo açığa çıktı. Konuşmaması için yakalanan komplocuyu infaz ettiler.

Kışlanın Komutanı adını hatırlayamadığım Milli Selamet Partili bir Yarbay’dı. Bizim Milli Güvenlik Derslerine de giriyordu. Çoğunluğumuzun Süryani olduğunu bilmesine rağmen “Gavur” gibi sözcükleri kullanıyordu. Korkumuzdan bir şey diyemiyorduk. Kışlada yazıcı olarak çalışan adı Türkçe olduğu için Türk olduğu sanılan bir Rum vardı. Komplonun olduğu gece Yarbay’ın Hükümet’e “Bana emir verin sabaha kadar Midyat’ı yerle bir edeyim” şeklinde bir teleks yolladığını ve sabaha kadar teleksin başında cevap beklediğini bizlere anlattı. Ecevit Hükümet’inden sanırım istediği yanıtı alamadığı için bir katliam olmadı. Midyat’ın içine askeri kışladan salınan taburu geri çektiler.

Bu olay basına yansıdı mı?

Hayır yansımadı. Ama o dönemde orada yaşayan herkes komployu biliyordu. O olaydan sonra yeni bir soykırım olabileceği korkusuyla Süryaniler toplu olarak Midyat’ı terk etmeye başladı. 3-4 yıl içinde bölgede çok az sayıda Süryani kaldı. Kısacası Sayfo 1915’te fiziki, Cumhuriyet döneminde ekonomik, toplumsal ve psikolojik bazda 1975’e kadar devam etti.  Biz de 1975’te İsveç’e geldik.

İsveç’te neler yaptınız?

Midyat ve çevresinde o zamanlar KDP’nin dışında Kürt hareketi yoktu. Biz Türk devrimci hareketlerinden etkilendik. Ben öğretmenlik yapıyordum ve TÖB-DER’in üyesiydim.  İsveç’e gelince Türk ve Kürt devrimcileriyle ilişki kurduk.

1987 yılında bir yayınevi kurup Nsibin dergisini çıkarmaya, broşürler yayınlamaya başladık. Süryanilerin farklı dil, kültür, din ve coğrafyaları olan bir halk olduğunu anlatıyorduk. Bunları ulaşabildiğimiz en geniş çevrelere iletiyorduk. Bu sayede Kürt ve Türk devrimcileri halkımızın varlığından haberdar oldu ve onlarla çok iyi ilişkiler geliştirdik. Süryani sorununun duyulmasına çok değerli katkılarda bulundular.

İsveç’te Süryani sorunu ne zaman gündeme geldi?

Süryani sorunu İsveç’te ilk kez yoğun bir şekilde Süryanilerin yoğun olarak yaşadığı Södertälje’de görev yapan lise öğretmeni, Jonas Linderholm’un soykırımı inkarıyla tartışılmaya başlandı. Türk devletine yakın çevrelerin Linderholm’un makalelerini yayınlamalarından sonra bizim verdiğimiz yanıtlarla kamuoyunun gündemine geldi. O sıralar Södertörn Yüksek Okulu’nda Prof. David Gaunt’la birlikte bu sorun üzerinde çalışıyordum. Bizim inkarcı iddialara verdiğimiz yanıtlar olumlu etki yarattı.

2003 yılında Sol Parti Süryani ve Ermeni soykırımının kabul edilmesini istedi. Ama bu konuda parlamenterlerin yeterli derecede bilgileri olmadığı için önerge reddedildi. Bu olaydan sonra okul bünyesindeki araştırmaları hızlandırdık. Süryani soykırımını konu alan 10 civarında kitap yayımladık. Bu kitaplar Arapça, Klasik Süryanice, Kildanice, Almanca, İtalyanca, İngilizce ve Fransızca´dan İsveççe ve Türkçe´ye çevrildi. Böylelikle “Sayfo” geniş çevreler tarafından duyuldu.

Bunun yanı sıra Nsibin Yayınevi olarak Anadolu ve  Mezopotamya’da kurulan ilk üniversiteler olan Urfa, Nusaybin, Harran ve Antakya Üniversitelerini anlatan bazı kitapları da yine yayımladık.

Sayfo’da ne kadar Süryani katledildi?

Bugün elimizde kesin ve güvenilir bir rakam yok. Paris’te yapılan Barış Konferansı’nda 250 bin Doǧu-Batı Süryaninin katledildiği belirtildi. Ama biz gerçek sayının bunun üzerinde olduğunu tahmin ediyoruz. Araştırmalarımız sırasında Kars, Erzurum, Erzincan, Dersim, Adıyaman, Adana, Antalya, Antakya, İskenderun, Malatya, Antep, Mersin, Hatay ve Orta Anadolu’da Süryanilerin yaşadıklarını öğrendik. Daha önce bunları bilmiyorduk.

Sayfo öncesi Osmanlının Dahiliye Bakanlığı tarafından hazırlanan etno-demografi haritası var. 1913 yıllarının başında Talat Paşa Müslüman olmayan liderlere onlara bağlı ne kadar gayrı Müslüm olduğunu bildirmeleri talimatı verdi. Böylelikle Ermeni, Yahudi, Süryani ve Ezidilerin yaşadıkları yerler ve sayıları belirlendi.

Süryani Ortodoks Kilisesi 300 bin, Nasturi Kilisesi 200 bin, Kildani Kilisesi 100 bine yakın üyesinin olduğunu bildiriyor. Ermenilerin sayıları 1 milyona yakın olarak belirlenmiş. Ama bu rakamlar tam olarak gerçekleri yansıtmıyor. Bundan birkaç yıl önce bulunan Talat Paşa’nın tutuğu Kara Defter’de yer alan Ermenilerin sayıları Dahiliye Bakanlığının verdiği rakamlardan çok daha fazla.

Ruhban ve din adamlarının olmadığı bölgelerde gayrı Müslüm nüfusa ilişkin bilgiler yok. Bugünkü Suriye-Türkiye sınırında, Antep, Antakya, İskenderun, Adana, Antalya, Hatay, Urfa, Harran, Kilis ve Nizip’te Rum diye bilinen Arapça konuşan Süryani Melkitler yoğun olarak yaşıyordu. Ama bunlar ne haritada ne de bildirilen sayılarda var.

İsveç Parlamentosu’nun Ermeni, Asuri-Süryani Halklarına soykırım yapıldığını kabul etmesi Süryaniler üzerindeki nasıl bir etki yarattı?

Uzun süre zulme uğranmış insanların haklılıklarının kabul edilmesi önemli. Yüzyıllarca sesini duyuramayan, adı sanı bilinmeyen, inkar edilmiş bir halka soykırım yapıldığının kabul edilmesi Süryanilerde kendilerine güven duygularının güçlenmesine yol açtı. Dünya artık Asur, Süryani, Kildani Halkı diye bir halkın varlığını ve soykırıma uğradığını öğrendi.