MHP Lideri Bahçeli yine beklenmedik bir biçimde fakat oldukça da planlı şekilde ittifaktan çıkış açıklaması yaptığında, birden piyasalar dalgalanmaya başladı. Tabii ki MHP’nin ittifaktan çıkması, Erdoğan veya Ak Partiyi iktidardan düşürecek bir hamle değil. Ancak ilk başkanlık bütçesi yeni yapıldı ve her aşamada mecliste MHP’nin desteğine ihtiyaç duyuluyor. MHP’nin yerel seçimlerde Ak Partiyi hırpalamayı başarması durumunda, yeni ve yeniden bir erken genel seçim gündeme gelecek ve aynı zamanda MHP desteğini çektiğinde bütçe disiplininden söz edilemeyecektir. Bu tür belirsizlikler dolar ve Euro’yu yükseltti, borsayı düşürdü. Bahçeli’den sonra kürsüye çıkan Erdoğan ise nispeten daha temkinli ve sakin konuştu, işi dengelemeye çalıştı... Topu şimdilik taca attı...

Bahçeli’nin hamlesi ve atağı ilk başta ‘fevri’ gibi görünebilir. Zira partisi beklenmedik bir şekilde son seçimlerde %11-12 oy alarak kamuoyunu topyekûn şaşırtmıştı. Oysa en iyimser anket bile MHP’nin oyunu maksimum %9 civarında gösteriyordu. Aşağı yukarı aynı tabanı paylaştıkları İyi Partinin kurulması, teşkilatlanması ve seçime katılmasına rağmen, ulaşılan bu başarılı oy oranı adeta Bahçeli’yi şımarttı, aşamalı şantajlara ve nihayetinde bu son hamleye yöneltti diye düşünülüyor olabilir. Normal ve makuldür. Buna rağmen, Bahçeli’nin aldığı bu riskin de işe yaraması, ekonomik krizden iyiden iyiye bezen muhafazakar tabanın oylarının MHP’ye kayması ve Ak Partinin ciddi bir yara alması ve kan kaybına uğraması durumunda, pek çok defa çok az oyla ve sıfıra yakın karizma ile Türkiye siyasetini yönlendiren ve yöneten Devlet Bahçeli’yi mümtaz ve nadir bir siyasi deha olarak kabullenme ve değerlendirme noktasına gelebiliriz…

İster kabul edelim ister etmeyelim, ister sevip benimseyelim veya istersek hoşlanmayıp dışlayalım, Türkiye’de artık bir “Erdoğanizm” gerçeği var. Bu yeni terimi “Tayyipçi” ifadesinin kulağa oldukça kaba gelmesinden dolayı kullanmayı tercih ediyorum. Öte yandan, Atatürkçülük ile Kemalizm arasında ne kadar fark varsa, Erdoğan ve partisine oy vermek ile ‘Erdoğanist’ veya “Erdoğancı” olmak arasında bir o kadar fark vardır. Erdoğanizme gönül veren bünyeler ve dimağlar, öyle belirli ve sabit görüş ve düşünceleri kabullenmezler, saplanıp kalmazlar. Su gibi kaptan kaba akarlar. İlkesel değil pragmatik davranmak onların ayırıcı özelliği ve niteliğidir. Esasen güçlerini büyük önder ve yanılmaz lider Erdoğan’ın zamana, mekâna ve koşullara göre değişen fikirlerinden alırlar...

Elbette temelde muhafazakâr bir fikri ve manevi altyapı yatar. Fakat söz konusu bu organizma da içine girilen veya içinde bulunulan ekosisteme göre rahatlıkla bükülebilir, evrilebilir ve dönüştürülebilir. Erdoğanizm disiplin ve ilkelerinin teşkil ettiği atmosferde on milyonlar ekmek yer, milyonlar ise varlıklarını ve tüm kuvvetlerini salt işte bu ideolojiye borçludurlar. Bu da onların sırtlarına, omuzlarına ayrı bir yükümlülük getirir. Erdoğan ne düşünürse, ne derse ve neye inanırsa kesinlikle haklıdır. Onun dost oldukları ile dost, düşman oldukları ile düşman olunmalıdır. Erdoğan’a dayanan yıkılmaz, onu seven başka bir aşka ihtiyaç duymaz. Sırf göstermelik de olsa, kılık kıyafette, saç tarama, hatta bıyık bırakma noktasında Erdoğan örnek alınmalı, konuşurken seçilen ve çok da kalabalık olmayan dar bir sözcük dağarcığına bağlı kalınmalıdır. En az 10 metre öteden bakıldığında, tadından, kokusundan, konuşmasından rahatça, açık, net ve bariz bir şekilde anlaşılabilmelidir ki, o mübarek ve muhterem kişi Erdoğan’a bağlı bir ruhtur...

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesi hadisesini hangi devletin ne şekilde kullanacağı henüz meçhul. Olayın ABD ile Türkiye’yi birbirine yakınlaştırdığı, süreci Türkiye’nin gayet iyi yönettiği bir gerçek. Bununla beraber, ABD Suudi yatırımları ve menfaatlerinden vazgeçecek de değildir. Son zamanda yıldızı parlayan Prensin karizması bir miktar sarsıldı, o kadar. Minik tavizler, ufak jestler ile Suudi Arabistan idaresi bu bariz insanlık suçunun üstünü zaman içerisinde örtecektir. Faturayı başkonsolosa keserek kendisini görevden alan (Erdoğan’ın tabiriyle) “Kral hazretleri” öz oğlunu ve ülkenin fiili hükümdarını kurban etmez. Üstelik daha dün şok edici bir şekilde Kaşıkçı’nın ölen babasının cesedini bile göremeyen oğlu Kral ile Prens tarafından kabul edildi, kabule ilişkin fotoğraflar ajanslara anında servis edildi. Sanki öpüp barışmışlardı. Cemal Kaşıkçı’nın yakınlarının bir “vatan sağ olsun” demediği kaldı. Kısacası, gereken adımlar pek seri bir şekilde atıldı, atılıyor. Ülkeler arası dengeler bir miktar sarsılır ama değişmez, Kaşıkçı’nın naaşı en fazla büyüklerimizin elinde yeni bir kart ve taze bir kozdur.