Radikal’den Fehim Taştekin Irak’ın içinde bulunduğu durumu yazdı:

MEZHEPÇİLİK VE ŞİDDETİN ÖLDÜRDÜĞÜ BAĞDAT

İnsanın “Bırak söylemlerdeki gibi kalsın” diyesi geliyor. “Bağdat gibi diyar” diye başlayan sözün devamını getirebilmek için Irak’tan ırak kalmaya devam etmek gerekiyor. Uluslararası Havaalanı’ndan çıkar çıkmaz başlayan beton bloklarla perdelenmiş yol, Green Zone’a kadar 16 km. boyunca adım başı kontrol noktalarıyla insanı Bağdat gerçeğine oryante ediyor. Ürküten duvar ve beton bloklar, mühim kişilere eşlik eden vaveylacı eskortlar, kendi halinde direnen hurma ağaçları, metruk izlenimi veren binalar ve kontrol noktasında her selamınızı gülümseyerek ödüllendiren askerler... Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (TASAM) beşincisini organize ettiği düşünce kuruluşları forumu için savaş yorgunu Bağdat’tayız.

Kalacağımız otelin Green Zone’da değil hemen dışında olduğunu öğrenen heyetimiz tedirgin. Ama endişelenenler, Mansur Hotel’e beton bloklar arasında önce polis, 20 metre sonra asker, hemen sonra özel güvenliğin kontrolünden geçerek girince “Pek korunaklıymış” diyerek rahatlıyor. Ama bu güvenlik hissi aynı zamanda insanların otele kapanıp dışarı çıkmasına da mani oluyor. Fakat şehir yaşıyor. Bağdatlıları ne savaş, ne işgal, ne iç savaş, ne de Kaide’nin sinsi bombaları kentin sokaklarına akmaktan alıkoyuyor.

Dicle’nin Laila’sı Matam Lübnani yine dolup taşıyor. İnşaatını Türklerin yaptığı Mansur Mall insan kaynıyor.

Mansur bölgesinde Saddam Hüseyin’in yaptırdığı görkemli parkın eski neşesi yok. Önünden geçerken Türkmen dostumuz Muhammed Nasır “Saddam böyle kalıcı eserler bıraktı” diye içlendi. “Nuri Maliki ne bıraktı?” diye sorduğumda “İşte bu beton blokları” yanıtını verdi. Tabii beton bloklar işgal ve beraberinde gelen mezhepsel şiddetin mirası.

Neredeyse her sokağın başında otomatik silahların monte edildiği arazi araçları ya da pikaplar Amerikan işgali bittikten üç yıl sonra bile güvenliğin en temel sorun olduğunun göstergesi. Kentte en az 50 bin asker ve polisin kontrol notlarında görev aldığı söyleniyor. Korku kenti özel güvenlik şirketlerine de çok iyi paralar kazandırıyor. Kalaşnikof’lu korumaların eşlik ettiği ‘özel güvenlik’ yazılı zırhlı araçların kiraları aylık 16-17 bin dolardan başlıyor. Kaide terörü Halliburton gibi şirketlerin velinimeti!

SÜNNİSTAN, ŞİİSTAN

Siyaset de Bağdat gibi lime lime. Muhammed Nasır kendini iyice koyuvermiş: “Üçe bölünme yolunda ilerliyoruz: Şiistan, Sünnistan, Kürdistan.” Yaygın endişe bu olsa da iç dinamikler iyi analiz edildiğinde Irak siyasi aklının bölünme senaryosuna çok yatmadığı görülüyor. Mezhepsel ve etnik ayrışma korkutucu boyutlara varmış olmasına rağmen Irak çatısının çökmemesinin yegane nedeni petrol. Hiç kimse ülke bütçesinin yüzde 95’ini oluşturan petrolün cazibesini başka hiçbir maceraya tercih etmiyor.

Bir diplomatın dediği gibi “Şiilerin bölgesindeki Basra’nın petrolü yoksa Sünnistan bir hiç.” Sünnilerin yoğunlaştığı Ramadi ve Felluce gibi yerler merkezle ciddi sorunlar yaşasa da Sünnistan senaryosunun altı boş. Bağdat ne olacak? Sünniler Bağdat’tan vazgeçebilecekler mi? Varlıklı ya da Baasçı Sünnilerin terk ettiği Bağdat giderek Şiileşiyor. Güvenlik teşkilatının ezici çoğunluğu artık Şiilerden oluşuyor ve değişim sokaklara da yansıyor. Önemli Şii figürlerin fotoğraf ve afişleri köprüleri, binaların cephelerini süslüyor. Bağdat’tan ne Sünniler ne de Şiiler vazgeçebilir. Dicle’nin bir yakasında Kazımiye’deki İmam Kazım’ın türbesi, diğer yakasında Azamiye’deki İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin türbesi her iki mezhebi taraf için de başlı başına bu kente tutunma nedeni. Kürdistan ise fiilen bağımsız davransa da Kerkük’ü garantilemeden o kritik adımı atmayacak. Bazı Şii liderler “Kürdistan nedeniyle Kürtlerle savaşmayacağız” dese de mesele Kerkük’ün statüsüne gelince iş değişiyor; Kürtler, Sünni Araplar, Şii Araplar, Sünni Türkmenler, Şii Türkmenler her biri ayrı faktör olarak denkleme giriyor.

ATOMİZE SİYASET

Etnik mezhepsel bölünmüşlüğün ötesinde siyaset giderek atomize oluyor ve öyle üç klasik hat üzerinden hesaplar yapmak güçleşiyor. Mesela 30 Nisan’daki seçimlere 270 parti ve bunların oluşturduğu 70 koalisyon katılıyor. Öylesine çapraz koalisyonlar var ki bir parti Bağdat’ta bir blokta, Basra ya da Musul’da başka bir blokta yer alıyor. Usame Nuceyfi, Salih Mutlak ve aslen Şii olan İyad Allavi’nin liderlik ettiği üç ana Sünni blokun birbiriyle rekabeti Şiilerle rekabetten geri kalmıyor. Aynı şey Şiiler için de geçerli. Şii lider Mukteda Sadr’ın hükümete ortak olmasına rağmen Başbakan Nuri Maliki’ye “diktatör” ve “zorba” diyecek kadar keskin muhalefet yapması Şiiler arasındaki bölünmüşlüğün en çarpıcı örneği. Ancak Şiilerin Sünnilerden farkı kritik bir aşamada Necef’teki Büyük Ayetullah Sistani gibi Şii merciilerin maslahatı gözeten çağrıları üzerine ortak hareket edebiliyor olmaları. Fakat yeni dönemde 2010’da Maliki’yi iktidara getiren Şii mekanizma işler mi ya da bu kez kimin için işler bilinmez. Sistani ile Maliki arasında soğukluk olduğu biliniyor.

Irakiye grubunun iktidarını önlemek için Maliki’ye başlangıçta koltuk değneği olan Sadr’a siyasete dön çağrısı Sünni gruplardan da geliyor. Basra, Tahran ve Beyrut hattında dolaşan ama Bağdat’a kolayca gelemeyen Sadr’ın başkentteki süreçleri tam olarak kontrol edemediği, kendisine bağlı Ahrar grubunun vekilleri kayıran sosyal güvenlik yasasına desteğinden dolayı çok rahatsız olduğu, dahası Maliki’nin Ahrar üyesi 6 bakanla ilgili yolsuzluk dosyalarını kullanma tehdidi savurduğu iddia ediliyor. Sadr’ın da temsil ettiği Sadr ailesinin ismini kirletmemek için çekildiği söyleniyor.

Yine de Sadr grubunun dönmesi, Irak İslam Yüksek Meclisi ve diğer Şii gruplarla Maliki’yi akarte etmeleri yönünde bir beklenti var.

BÖLÜNMEMENİN GARANTİSİ BÖLÜNME!

Tekrar çok parçalı puzzle’a dönersek; mezhebi hareketler dışında neredeyse her aşiretin kendi partisi, hatta tek adamlık partiler var. Aşiret ve mezhep tabanlı siyasetin bu kadar öne çıkması bir fikir ya da siyasi proje etrafında kümelenerek siyaset yapmayı engelliyor. Bu, modern anlamda siyaset yapmayı engelleyecek şekilde siyasetteki parçalanmayı arttırdığı kadar mezhepsel ya da etnik hatlar üzerinden coğrafi bir bölünme gündemini taşıyacak asgari birlikteliği de ortadan kaldırıyor. Hiç kimse ötekine güvenmiyor. Merkezi hükümete güvensizlik ise ortak payda. Bu yüzden de sadece aşiretler değil ister muhalefette ister iktidarda olsun fark etmiyor siyasetteki ana aktörlerin de her an toparlayıp devreye sokabilecekleri milis güçleri var.

Siyasetteki anarşi ve sokaktaki güvenlik sorunu o kadar bezdirmiş ki sıradan insanlar, düzeni tesis etmek için Saddamvari bir otoritenin elzemliğine inanır hale gelmiş. Maliki’nin ‘kanun devleti’ geçen 8 yılda işte bu hissiyatı kullanarak yelkenlerini şişirdi. Başbakanlığın yanı sıra içişleri ve savunma bakanlığı koltuklarını da kendine ayıran Maliki’nin bir iki puan kayıpla üçüncü dönem için iktidar şansını koruma ihtimalini işte bu otoriter pozuna borçlu. Fakat şiddetin azması ve sadece geçen yıl 7 bin insanın bombalı saldırılara kurban gitmesi, Maliki’nin düzeni sağlamak için tek adam olmasını sağlayan mazaretleri de ortadan kaldırıyor. Yine de Maliki işini biliyor; ülkenin orta kesiminde ‘Sünniler koptu’ denildiği bir kritik dönemde yaptığı ilk iş Rişa gibi kendisine bayrak açmış Sünni aşiretleri parayla merkez güçlerinin safına çekip Kaide’ye içerden cephe açtırabildi. Bu çapraz işbirliği çeşitli versiyonlarıyla siyasete de yansıyabiliyor. Bu yüzden Irak siyasetinin geleceğini öngörmek zor iş.