Kimi abilerimiz vardı; sarhoş olduklarını belli etmemeye çalışırlardı ama çevreden şen kahkahalar yükseliyorsa, kendilerini tutamaz ve en öne geçerlerdi. Gidip uyarınca çok utanırlardı susar ve sarhoş olmaları bir yana, abartmış olmaları ozulup ve küsüp kalırlardı öylece…

Bir de kimi çay bahçelerinde veya açık hava sinemalarında, yazardı ya: “Dışarıdan yiyecek getirmek yasaktır…”; Onun gibi bir uyarıcı yazıyı asmıştık duvara: “Meyhanemizde bıçkınlara yer yoktur.” Yani; coştuk tamam ama “Heeyyt buraların kralı benim,” demek yok; çünkü saniyesinde başka krallar, derebeyleri, ali kıran baş kesenler hemen çıkardı ortaya.

Alışverişlerimizi de yazmalıyım… Örneğin her hafta İnci Pastanesi’ne sabahın çok erken saatinde un kamyonu ve bir başka zaman da yağ kamyonu gelirdi. Bizim kamyonluk alışverişimiz olmazdı. İçkiler kapıya teslim değildi şimdikiler gibi. Tekel’e gider ve defterimize işlenen miktardaki içkimizi bir sepete yükler ve geri dönerdik. Şaraplar ve mezeler için kendi bağlarımız, bahçelerimiz yoktu. İçkiler Tekel’den, diğer her şey; güzelim Balık Pazarı’ndan. Biraz pahalı da olsa, iyisi oradaydı. Sonradan peyniri toptan almayı öğrendik. Balıkçımız, İngiliz Konsolosluğu sokağına bakan, Balıkçı Ahmet’ti. Ciğercimiz biraz daha aşağıdaki Ciğerci Niyazi. Epeyce Kuru malzemeyi pazarı bitirip de konsolosluğun duvarı yönüne dönünce oradaki yüksek tavanlı ve büyük şarküteri dükkânı Artemis’di. Sosislerimiz el imalatı olup, Kasımpaşa’dan bir yerden gelirdi. Beyin salatamız; bilumum sakatat ve etler hem leziz hem de (görece) sağlıklıydı. Yani o zamanlar vejetaryen olmayı pek bilmezdi kimse. Garsonlar da komiler de masaları tastamam bir radar merkezi gibi izlerdi. Kimin canı sıkkın, kim sesini yükseltecek, gibi; kimin gözü dışarıda hepsini bilir, anlarlardı. Ona göre, erken tedavi hayat kurtarıyordu çünkü…

Gece kapanmamız da ayrı bir törendi. ‘Haydi arkadaşlar, cilaları da alalım kapatıyoruz’… Sonra tamamen kalkıp gitmiş olan müşterilerin masalarındaki sandalyeler, masalar çıplak kalıncaya kadar toplanır ve bacaklar havada olarak yeniden masanın bu kez üzerine yerleştirilir ve temizlik için hazırlık yapılırdı. Yanan lambalar yavaş yavaş azaltılır ve bazen külliyen kapatılırdı. Hesaplar alınır. Kasa yapılır ve gecenin ileri vakitlerinde eve doğru yollanılırdı… İşte tam o günlerde Beyoğlu’na kravatsız çıkılmaya başlandı….