Her ne yazacaksam, düne ilişkindir. Çünkü ve elbette mümkündür, yazdıklarımın bugün de görece bir rahatlıkla yeniden ve hep yapılıyor olması. Ama, eskiden işyerindeki kameralar yoktu ve kim, kime bakıyor; ne, nasıl olmuş; kuşku duyulacak ne vardı acaba gibi sorular için belleğimize başvurmak zorunda kalırdık ve çoğu kez de yanılırdık. Şimdi kameralar çağına girdik ve filanca kameranın ekran görüntüsündeki gölgeniz üzerinden, iki mahalle ötedeki bir kameranın ekran görüntüsünde sizi saptayabiliyorlar. Güzelim eski devirler.

Belirli sayıda insanın girip çıktığı kamusal alanlarda artık kamera bulundurmak ve bunları bir süre için de olsa kayıt altında tutmak, yasal zorunluluk halinde. Sadede gelirsek; meyhanelerimiz de soyguncuların işyerleriydi. Kalabalık saatlerde gelirler; en azından askılıklardaki giysileri ve ona yakın masadakilerin içki yükünü saniyeler içinde saptayabilir ve uzanıp, deri bir kabanı alıp çıkarlardı. Bizler de olabildiğince; kim yankesici, soyguncu; kimler potansiyel meslek erbabı kestirebilirdik. Ama bunu gündüz gözüyle caddede yürüyenler arasından yapabilirdik. İşyerimizde hizmet ve para kazanma derdindeyken, bu biraz zordu ve hırsızlık sonunda, iş karakolluk olsa da bizler de şaibe altında kalabilirdik.

Üç kişilik yeni bir masa açarsınız; konuklarınız oturur ve boş sandalyeye biraz sonra biri gelirken; başka biri uzanır ve askılıktan kendi üstlüğünü alıp giderdi. Yani kuşkuya açık bir yan yok. Sonra, son gelen sandalyesine astığı uyduruk pardesüsünü, kalkıp askılığa asardı. Arkadaşları geri dönüp, gene askılığa yönelir ve kendi üstlüğünü oraya asardı. Kaç kez oldu, sayamadınız değil mi? Garsonlar “Ben alayım efendim” dediklerinde de, onlara da verebilirlerdi… Yani filanca numaraları masanın sakinleri, pek sakin müşteri değillerdi. Kalkıp oturuyor, tuvalete gidiyor, meze dolabına bakıyor falan. Aa, bu arada masadakilerden biri temelli yok olmuş gibi. Yani, alacaklarını almış ve gitmiş… Bu arada askılıktaki bütün cepler de yoklanmış oluyor. Kimde ne var; eğer çaplı ve köklü bir soygun çetesiyse, Alain Delon ve Jean Paul Belmando’nun ‘Kibar Hırsızlar’ı gibi, kapıda çıkıp yola revan olan, yelken yepelek bir ‘sarhoş abi’ye yardım amaçlı yanaşmanın da sırasıdır. Talihsiz adam, evine gidinceye kadar çarpıla yamula, “Hay ben o son dublenin, hay ben cila diye içtiklerime” diyerek, zor bela uykuya geçer. Bir de karakol işi varsa olayın arkasında, “Ee be adam, sen de çok içmiş, kendine sahip olamamışsın” diye, fırça yemek de var. Hem soyul, hem azarlan…

Kapı dışı (outdoor diyelim de turizm sektörü içinde olduğumuz anlaşılsın) müşteri, içerde gözlenir ve dışarıdaki ekibin üyelerine haber uçulur. Hesap öderken cüzdanını nereye koyduğu görüldüğü için, yankesici ekibe, cüzdanın yeri söylenir. Yani garibim adam; hırsızlarca soyulur; yankesicilerce soyulur ve kapkaççılar tarafından da nesi varsa götürülüyor. Tam teşekküllü çete…

Hırsızlık vb işler, yakalanmazsanız en şahane işlerdendir…

TARİHTEN NOTLAR

Meyhanede yiyecek içecek servisini sakiler yaparken, ortacı hizmetkarlara ve barbalara miço denilen küçük yaşta oğlan çocukları yardım ederdi. Yiyecek içecek tezgahının başındakilere tezgahçı yada mastori tabiri kullanılırdı. Yemekleri aşçı hazırlar, aşçının bir de yamağı bulunurdu. Gedikli meyhanelerde, sofraya şamdan getiren ve müşterilerin çubuklarına ateş koyan meyhane uşaklarına da ateşçi ya da ateşoğlanı veya pedimu denirdi.