Tüm hayatımızı bir valize sığdırabilseydik bizden mutlusu olmazdı. Kendimizi bütün çıplaklığımızla ortaya koyabilseydik bukalemun olmaya gerek kalmazdı. Fakat ne yazık ki yaşadığımız dünyada ve içinden geçtiğimiz siyasal ve toplumsal sistemlerde bir tarihin metazori olarak küçücük valize sığdırılmaya çalışıldığını ve kendi kudretlerini kullanarak zorla benliğimizi unutturup olmamızı istedikleri bukalemun tipine girmemizi dayatıyorlar.

İnsanın hiçleştirildiği yerinden ve yurdundan koparıldığı ve de kişiliğinden hızla uzaklaştırıldığı bu tuhaf durumlara en azında tiyatronun kendi çerçevesinde teşhir edilerek karşı duruluyor. Ankara Sanat Tiyatrosu ve Çağdaş Drama Derneği Tiyatro Topluluğu sanatın tükenmeyen gücünü kullanarak hegemonik merkezlerinin yarattığı bu “insan dışı sistemlere” ironik bir çatışmayla savaş açıyor.

Bir valize ne sığar ki…

Ankara Sanat Tiyatrosu’nda gösterime giren ve bir mübadele hikayesinin işlendiği “Bir Valize Ne Sığar Ki…” oyunu Yeşim Dorman’ın kendi kaleminden çıkıp yönettiği büyük mübadele dönemlerinin arka perdeye alındığı sosyo-psikolojik ve sosyo-kültürel bağlamda ortaya çıkan sorunlarla birlikte rembetiko kültürünün doğuşunu işliyor.

Lozan’da Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Türk-Rum Nüfus Mübadelesi Antlaşması gereğince yaklaşık 500 bin Yunanistan’da yüzyıllardır yaşayan Müslüman topluluk, Anadolu’nun değişik bölgelerine yerleştirilirken, İstanbul dışında Anadolu’da yüzyıllardır yerleşik yaşayan Rum-Ortodoks nüfusun yaklaşık 1,5-2 milyon insan ağırlıklı olarak Atina ve Selanik çevresine yerleştirilmişti. Görünüşte ülkeler arasında yürütülen bu göç hareketi aslında rıza dışı zorunlu bir göçtü.

Yerinden, yurdundan, evinden ve tüm değerlerinden uzaklaştırılan bu insanlar arada bunca zaman geçse de yine de etkisini günümüze taşımaktadır. Bu göç dalgaları ne yazık ki geride parçalanmış benlikler ve yaşamın bitmez trajedilerini beraberinde sürüklemiştir. Giderken yanında götürdükleri kırılmış hayaller, parçalanmış yürekler, çekilmiş bin bir acılar ve bir valize sığabilecek kadar eşyalardır.

Bu göç trajedisinin arka planda yürüdüğü oyunda, insanlar derin iç çatışmalarıyla da olsa yine de yeni bir hayatın içinde kendilerini buluyorlar. Bu insanlar ne geçmişin izlerinden kendilerini sıyırabiliyorlar ne de tam olarak yeni bir yaşamı kurabiliyorlar. Artık onlar da kendilerine zorla dayatılan yeni kişiliklerinin metamorfozlarıdır.

Müziğin, halayın ve tiyatronun harmanlandığı “Bir Valize Ne Sığar Ki…” oyunu geçmişe dair dönemsel bir anlatı olsa da halen güncelliğinden kopmamış ve reel politik duruma da dikkat çekiyor.

Bukalemun

Doğanın bir parçası olarak bukalemunun, ortama göre gerçekleştirdiği renk değişimi hem tabiatın estetiği açısından hem de varlığını sürdürmesi yönünden takdir edilmeyi hak ediyor. Ancak bunun sosyal mimesis olarak kullanılması ya da insanların ekonomik ve sosyal varlıklarını idame ettirmeleri amacıyla bu role bürünmeleri doğadaki renk değişiminin tam aksi istikametindedir ve ahlaki bir hezimeti de beraberinde getirmektedir.

Şamil Yılmaz’ın kaleminden çıkan, Tülin Sağlam’ın yönettiği ve Çağdaş Drama Derneği Tiyatro Topluluğu’nun sahneye taşıdığı “Bukalemun” oyunu işte tam da bu acınacak halimizi tiyatronun ve sanatın olanaklarından yararlanarak kendi benliğimizden nasıl uzaklaşıp bizden olunması istenilen kimliğe geçişimizi estetik bir derinlikte anlatıyor.

Fablın ve canlandırmanın sınırlarından da yararlanılarak sahneye taşınan bu oyun, tiyatronun biçim ve içerik arasındaki güçlü geçişi kurarak zengin bir alt metinle içimizdeki yiten benliği ya da içinde bulunduğum sistem tarafından bize verilen kişiliği sarsarak ruhun derinliklerinde hissettiriyor. Oyunu izlerken zannederiz ki sahnedekiler birer bukalemundur, ancak zaman ilerledikçe ve oyun geliştikçe kendimize ait farz ettiğimiz benliğimizin de bir bukalemun olduğunu görür gibi oluyoruz.

Doğrusal dediğimiz kronolojik zaman dizimi oyunda parçalanarak yerine anakronik bir dizim tercih edilmiştir. Bu da tiyatro oyunundaki öykü çizgisi üzerinde geriye gidişlerle bukalemun-insan, insan-bukalemun sınırların içinde bir transformasyona doğru kaymaktadır. İnsandan bukalemuna doğru yaşanan bu dönüşümün egemen güçler tarafından gerçekleştirildiğine gönderme yapılırken aslında bu bukalemunlaşmaya kendi rızamızla gidişimizin de eleştirisi çarpıcı olarak öne çıkıyor.

Her hangi bir şekilde farkında olup ya da farkında olmadan çalışan tüm kesimin aslında bir benlik yitimi yaşarken onu eninde sonunda kabul etmeye gitmesidir acı olan. İşte bu oyunun belki de en sarsıcı yanı insanlar, birileri ya da bir sistem tarafından hiçleştirilirken, bir süre sonra bunu bir yaşam modeline dönüştürmeleridir. Çıkan mesajın derinliğine baktığımızda hiyerarşi piramidinde aslında kazanan en üsttekidir, diğerlerinin tümünün onun istediği kişi olması bir zorunluktur. İradi olan bunu kırar olmayan ise biat eder, tercih bu şekilde yine de insanın kendi elindedir.

Ankara’nın siyasetteki kasvetli havasına biraz da olsa eleştirel oyunlarla ışık tutan tiyatrodaki bu gösterimler eğlenerek düşünmemizi sağlayabiliyorsa ne mutlu bize!..