“Berktay’ın yolunu açtığı solu itibarsızlaştırmaya dönük kampanya, Kürtlerle Kemalizm arasında köprü olmaktan hiç hoşlaşmayacak solcuları bile ‘sol, Kürtler ve Kemalizm’ şeklinde yan yana dizilmekten başka çare yok’ duygusuna sevk ediyor”

 

İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Yeğen Star’da yayınlanan yazısında Halil Berktay’ın başlattığı tartışmayı değerlendirdi:

 

Halil Berktay’ın “1 Mayıs 1977’deki katliama sol sebep oldu” iddiasının başlattığı tartışma şunu bir kez daha göstermiş oldu: Türkiye’de bir şeyi tartışmak çok zor. Berktay’ın “1 Mayıs 77’de şimdiye kadar bildiğimizden çok başka bir şey oldu” iddiasıyla başlayan tartışma, 1 Mayıs 77’de ne oldu meselesinden hızla solun cemaziyülevveline, darbeseverliğine, şiddetperverliğine, PKK yanaşmalığına uzandı. Kimsenin kimseye onu tartış, bunu tartışma diyecek hali yok elbette; ancak tartışılan meseleler hakkında daha ikna edici kanaatler geliştirmek için de meselelerin bulamaca çevrilmemesi, en azından soyut olarak birbirinden ayrı tutulabilmesi, tartışılan mesele üzerine konuşanların görece aynı olgu/mesele üzerine konuşur kalmaları gerekiyor. Tabii dert gerçekten de konuşulan meseleler üzerine mevcut olanlardan daha ikna edici kanaatler geliştirmekse. Naçizane kanaatim şu: Tartışmanın gerçek bir bulamaca dönmüş olmasının tek, hatta esas sebebi ‘metodolojik özensizlik’ değil, tartışmanın ardındaki saik. Saik de görebildiğim kadarıyla basit: Solu itibarsızlaştırmak. Tartışmanın “1 Mayıs 77’de ne oldu” sorusuyla başlayıp ışık hızıyla solun PKK’yle münasebetine gelebilmiş olmasının ardında bu basit saik var.

 

Tartışmadaki esas derdin solu itibarsızlaştırmak olduğunu bulamaca dönmüş bu tartışma içerisindeki ayrıştırılabilir ana önermelere dair bir çözümlemeyle göstermek mümkün görünüyor. Bütün bu tartışma içerisinde Berktay’ın ve takipçilerinin ana önermeleri şunlar oldu: 1 Mayıs 77’deki katliama sol sebep oldu, sol darbebeseverdir/Kemalisttir, sol şiddetperverdir ve sol PKK yanaşmalığı yapıyor. Türkiye solu dün ‘rezildi’, bugün de öyle; Berktay ve takipçileri buna benzer bir şeyler söylüyor.

 

“Türkiye solu rezil bir siyasi harekettir” çıkarsamasının karşısına “Türkiye solu sütten çıkmış ak kaşıktır” heyheylenmesiyle dikilmeyi solculuktan artık bir tür nostaljiden başka bir şey anlamayanlara bırakıp, Berktay ve takipçilerinin saptamalarının ne kadar geçerli olduğuna bakalım. Ardından da mezkur saike gelmek istiyorum.

 

1 MAYIS 1977’DE NE OLDU?

1 Mayıs 77’ye dair hakim kanaat malum: “Derin devlet büyük bir operasyon yapmış ve 34 vatandaşın ölümüne sebep olmuştu”. Solun kurucusu olduğu bu kanaate göre, derin devlet, solun Türkiye tarihinde ilk kez becerdiği kitleselleşme işini durdurabilmek için 1 Mayıs operasyonunu örgütlemiş, ardından Beyazıt, Maraş, Çorum gibi operasyonlar vesilesiyle de sola nihai darbeyi indirdiği 12 Eylül darbesini gerçekleştirebileceği psiko-politik zemini inşa etmişti.

 

Buna mukabil, Berktay’a göre, 77’deki katliam, hasım silahlı sol grupların Taksim alanındaki çatışmasının sebep olduğu panik neticesinde yaşanmıştı. Böyle olmakla beraber, sol yaptığı rezillikten bir mağduriyet hikayesi üretmişti Berktay’a göre.

 

Berktay’ın hakkını vermek lazım: Solun “1 Mayıs 77, derin devletin örgütlediği bir katliamdır” tezine dayanak yaptığı olgular (Sular İdaresinden, İntercontinental’den ateş edildi vb.) güvenilirliğinden şüphe edilmez olgular değil. Sular idaresindeki polislerin fotoğrafları ya da İntercontinental’in meydanı gören bazı odalarında Amerikalılar’ın kalmış oluşu katliamın bunlarca gerçekleştirilen bir provokasyonun neticesinde gerçeklemiş olduğunu ispatlamıyor. Böyle olmakla beraber, bu olguların karşısına Berktay’ın yerleştirdikleri daha güvenilir olgular değil. Berktay’ın “ilk ateş sol gruplar tarafından açıldı” iddiasını doğrulamayan tanıklıklar olduğu gibi, çok daha önemlisi, ilk ateşi açanların sol gruplar arasına sızmış kışkırtıcılar olabileceği ihtimali de bütün kuvvetiyle orda durmaya devam ediyor. Dolayısıyla, olgusal durum, Berktay’a en fazla “1 Mayıs 77 katliamını derin devlet örgütledi” kanaati doğru olmayabilir demeye izin veriyor, “sol kendi rezilliğinden bir mağduriyet hikayesi üretti” türünden kategorik kanaatler öne sürmeye değil.

 

Ama böyle olmadı: Berktay, 1 Mayıs 77’de “bildiğimizden başka bir şeyler de olmuş olabilir” türünden mütevazı ve tartışılabilir bir kanaat bildirmek yerine, “katliama sol sebep oldu” gibi, solun “katliamı devlet yaptı” kanaatinden de zayıf bir başka kanaati olgusal durummuş gibi öne sürmeyi tercih etti. Halbuki, solun katliamı devlet yaptı kanaati görece daha güçlü çünkü ortada devletin yapıp ettiklerine dair epey, hem de kolektifleşmiş bir bilgi var. 1 Mayıs 77’nin öncesinde, 1934’te, 1955’te ya da sonrasında Beyazıt’ta, Maraş’ta, Çorum’da, daha yakın zamanda 1993’te, çok daha yakın zamanda Balyoz işlerinde gördüğümüz üzere 77’de olan bitene sebep olacak türden faaliyetleri gerçekleştirecek türden bir derin devlet bu ülkede hep oldu. Aslında, solun ‘katliamı derin devlet yaptı’ iddiasını yaygın kanaat haline getiren de bütün bu olan biten ve olan bitene dair kolektifleşmiş bilgiydi tabii ki.

 

Tartışmanın ayıklanabilir ilk önermesinde durum bu: Berktay ve yandaşlarına 1 Mayıs 77’deki katliamın sorumlusu soldur dedirtebilecek bir (yeni) olgusal durum mevcut değil.

 

Berktay’ın ve Berktay’ın safında duranların 1 Mayıs 77 vesilesiyle söyledikleri aslında şu oluyor: Sol, geçmişte şiddete meyyaldi, bugün de değişen bir şey yok.  Bu kanaate göre memleketin sosyalist solu altmışlardan bugüne darbecilerle düşüp kalkmış, yetmişlerde ülkeyi kan gölüne çevirmiş, bugün de şiddetperver olmaktan vazgeçmemiştir.

 

SOL VE DARBECİLİK/KEMALİZM

Bugünkü solun şiddetle münasebeti ayrı bir fasıl, önce şu darbecilikten başlamak lazım. Altmışların sonuna doğru soldan birilerinin askerle iş tutup bir şeyler yapmak istediği açık. Öyle ki, solu ezip geçecek 12 Mart’tan bile ümitlenen solcuların olmuş olduğu biliniyor. Böyle olmakla beraber, bu utanç verici eğilimin yetmişlerdeki solun başat eğilimi olmadığı da malum. 12 Mart’ın hemen öncesinde filizlenen bu darbeci eğilim, yetmişlerde ancak cılız bir damar olarak devam etti solda. Bunda da şaşıracak bir şey yoktu, çünkü solun en parlak unsurları yetmişlerin başında darbeci orduyla çatışırken tasfiye edilmişti. Üstelik, İbrahim Kaypakkaya yetmişlerin hemen başında bu darbeci eğilimi ve bu eğilimin içinde çıktığı Kemalizmi çok sert bir şekilde mahkum etmiş, solun büyük gövdesi darbecilikten de Kemalizmden de ayrışmış gitmişti.

 

Sonuç: Solun darbecilikle mesaisi geçici ve kısmi bir mesai olmuş; altmış sonrası solun bütününce ve her zaman sahiplenilmemişti. Burda da Berktay ve takipçilerini haklı çıkaracak bir tarih yok.

 

SOL VE ŞİDDET

Şiddetperverlik işinde hikaye farklı. Sol, solun büyükçe bir bölümü bütün bir yetmişler boyunca şiddeti siyasetin birinci aracı olarak gördü, bu doğru. Bundan ötürü de, Berktay’ın üslubuna müracaat edecek olursak, türlü rezilliklere bulaştı sol. Cinayetler, katliamlar, iç infazlar yetmişlerin hem başında hem de sonuna doğru solun imza ettiği rezilliklerden oldu.

 

Solun bütün bir yetmişler boyunca darbeci olmasa da şiddetperver olduğu ve bu vesileyle türlü rezilliğe imza atmış olduğu doğru doğru olmasına da, şu da doğru: Sol bu eğilimini inkar etmiş değil. Sol, biz aslında işimizde gücümüzde, yasal siyasi faaliyet yapıyorduk da devlet bizi mahvetti türündün dramatik bir hikaye uydurmuş filan değil. Sol, hepimiz biliyoruz ki, basbayağı teorisini filan yaparak şiddete başvurdu yetmişler boyunca. Lamı cimi yok, büyük de bir yanlış yaptı. Zamanın şartları, dünya konjonktürü filan amenna, bunlar solu şiddete meyyal kılan genel bir bağlam oluşturdu ama bu genel bağlam içerisinde birileri de bu yolun yol olmadığını hep söyledi. Yani söz konusu bağlam başka türden düşünmelere de izin veriyordu ve sol başka türlüsü mümkün olmasına rağmen, dün de bugün de yanlış olan yolu, şiddet yolunu seçti ve bu seçiminin bedelini de fazlasıyla ödedi. Onbinlerce solcu büyük bir mezalime maruz kaldı ve sol Türkiye siyasetinden kazındı. Öte yandan, bu mezalimi sola reva görenlerin ve solun bu mezalimden şikayetini “ne bekliyordunuz ki” diyerek meşrulaştıranların unuttuğu bir şey var: Bu şikayet, “masumduk,  bir şey yapmadık” minvalinde bir şikayet değil, devleti kendi hukukuna uymaya davet eden meşru bir şikayetti.

 

Berktay ve takipçilerinin solun yetmişler serüvenindeki şiddetperverliğine dönük saptamaları genellikle doğru olmakla beraber sol bugün de şiddetperverliğini sürdürüyor demekse insafsızlık. Solun 80 sonrasındaki otuz senelik pratiği bambaşka bir resim gösteriyor çünkü. Resim şu: 1980’in ardından şiddetperver siyaseti devam ettiren ve bu itibarla da karanlık odaklara alet olan bir sol olmadı değil, ama bu hep tali oldu seksen sonrası sol içerisinde. Seksen sonrasında solculuğa devam edenlerin büyük kısmı şiddete meyletmeyen bir siyasetin takipçisi oldu.

 

Sol, şiddetten uzaklaşmaya dönük bu dönüşümü gerçekleştirirken seksen öncesindeki şiddetperverliğinin güçlü bir eleştirisini yapmadı bu doğru, lakin şu da ortada: Seksen sonrasında solun yürüttüğü teorik-politik tartışma da, gerçekleştirdiği siyasi faaliyet de bu eleştirinin dolaylı bir biçimde yapıldığını gösteriyor. Malum,  bütün bir seksen sonrasında solun tartıştığı en önemli iki mesele sivil toplum ve rıza meselesiydi. Bu da gösteriyor ki, sol siyasi dönüşümün sağlanmasında zora dayalı araçlar yerine sivil ve rızaya dayalı araçları kullanmaya doğru meyletmişti. Nitekim, seksen öncesi solun büyük örgütlerinin yasal partilerle siyasete katılmaları seksen öncesindeki şiddetperverlikten kesin bir kopuşa işaret ediyordu. TBKP’nin, BSP’nin, ÖDP’nin ve EMEP’in kuruluşu solun (Sovyetik, Orta yolcu ve Maocu/Enver Hocacı üç büyük varyantının) seksen öncesindeki şiddetperverliğinden kopuş adımları oldu.

 

Velhasıl, Berktay ve takipçilerinin “sol seksen sonrasında da şiddetperver olmaya devam etti” saptaması da doğru değil.

 

SOL VE KÜRT SİYASETİ-PKK

Berktay ve takipçilerinin solun seksen sonrası serüveninde olduğu gibi Kürt siyasetiyle ilişkisine dair söylediklerinin de yanlışı doğrusundan çok. Şu doğru: sol içerisinde birileri PKK şiddetini mazur görmekten ve göstermekten vazgeçmedi. Ama daha büyük doğru şu: Bugün solun büyük kısmını PKK şiddetinin devam ettiriliyor oluşunu meşru ve mazur görmeyenler oluşturuyor. Bunun ne kadar kuvvetle ifade edildiği ayrı mesele ama PKK ve Kürt meselesine dair tutum ayrılığı malum ÖDP’yi bölünmeye götüren sürecin en önemli tartışma konularından birileri oldu. Bugün de üç beşbin kişi kalmış sol camianın ya da bu camianın üçbeşyüz yazıp çizeninin içinde PKK şiddetini meşru görenlerin sayısı “sol PKK yanaşması oldu” diyecek kadar değil.

 

Ama zaten Berktay ve takipçilerinin soldan bekledikleri bu şiddetin karşısında olmaktan fazla bir şey. Onların beklediği, herkesin kendileri gibi PKK’yle geçişlilik içerisindeki yasal Kürt siyasetiyle bütün münasebeti koparmaları ve Kürt siyasetini yalnızlığa mahkum etmeleri. Oysa, Berktay ve takipçilerinden farklı olarak bu üçbeşyüz solcu şunun çok iyi farkında: PKK şiddetine onay vermeden de Kürt siyasetiyle temas içerisinde kalmak mümkün ve doğrusu makul. Malum, siyaset öyle kılçıksız ahlaki pozisyonlar almaya müsait bir alan değil.

 

Hülasa, 1 Mayıs 77’de ne oldu gibi görece olgusal temelli bir soruyla başlayıp solun rezilliklerine dair veciz kanaatlerin serd edilmesiyle devam ettirilen bu tartışmada ortaya konmuş görece ayrıştırılabilir saptamaların doğrularının yanlışlarından az olduğunu gösterebildim sanıyorum. Ortada, solun cemaziyülevvelini tartışmayı güncel kılan bir gelişme de olmadığından, sola dair bu ‘serbest analizi’ güdüleyen bir saik olsa gerek. Saike dair naçizane kanaatimi de başta ifade ettim: Solu itibarsızlaştırmak.

 

SOL, KÜRTLER VE KEMALİSTLER

Şimdi soru şu: Solu, bugün, hiç de vaadkar olmadığı bir zamanda  itibarsızlaştırmaya kalkışmak hevesine yol veren nedir? Birilerini, solu itibarsızlaştırmaya koyulmaya sevk eden hangi arzu, ne menem bir endişedir?

 

Sanırım üç şey var bu hevese yol veren. İlki tarihsel, ikincisi aktüel, üçüncüsü de potansiyel bir durumla ilgili. Tarihsel durum şu: Sol, Türkiye vasatında, kıyasla konuşursak, entelektüel olarak halen güçlü. Bu gücü, “sol bu meselede ne diyor”u halen merak edilir kılıyor; solun siyasi yatkınlıklarına, tavırlarına dönük ilgiyi (dolayısıyla endişe ve öfkeyi de) canlı tutuyor.

 

Aktüel durum ise şu: Kürt meselesinde açılım sürecinin çökmesinin ardından uygulamaya konan ve Kürt siyasetiyle müzakereyi dışlayan yeni siyaset beklenildiği üzere pek de başarılı olmadı. PKK kısmen sınırlandırılabildi ama Kürt siyaseti bir kısım muarızının beklediği gibi etkisizleşmedi; aksine AK Parti karşısında mevzi kazandı. Bu sonuç, Kürt meselesinin süregitmesinin esas sebebini Kürt siyasetinde görenleri büyük hayal kırıklığına uğratmış görünüyor. Bütün bu süreç, Kürt siyasetiyle beklenildiği gibi ilişkisini sıfırlamayan sola dönük bir kızgınlık üretmiş görünüyor.

 

Sola dönük itibarsızlaştırma hevesini canlı tutan aktüel sebep bu.

 

Potansiyel durum da şu: Sol, halen teslim ve endişe edilen entelektüel kapasitesiyle, AK Parti karşısındaki iki büyük muhalefet odağı olarak şekillenen Kürt siyaseti ve Kemalist siyaset arasındaki mevcut buluşmazlığı giderebilecek siyasi araçların geliştirilebilmesine katkıda bulunabilir. Sol, CHP’nin niceliğiyle Kürt siyasetinin niteliğini mezcetmeye imkan veren yolları inşa etmek ‘maharetini’ gösterebilir. Sola dönük itibarsızlaştırmaya dönük hevesin başka bir kaynağı da bu: Solun AK Parti muarızı iki ayrı aktörün bir diğerine yanaştırılmasında oynayabileceği rolden duyulan korku.

 

Endişem o ki, büyük bir hevesle solu itibarsızlaştırmaya girişenler, bizzat korktukları şeyin gerçekleşmesine hizmet ediyorlar. Berktay’ın yolunu açtığı solu itibarsızlaştırmaya dönük bu kampanya, Kürtlerle Kemalizm arasında köprü olmaktan hiç hoşlaşmayacak solcuları bile ‘sol, Kürtler ve Kemalizm’ şeklinde yan yana dizilmekten başka çare yok’ duygusuna sevk ediyor.

 

[email protected]