Benim tüm anılarım, doğup büyüdüğüm Diyarbakır'ın Sur bölgesinde iç çatışmalarla yerle bir oldu.

Sadece düşünün! Doğduğunuz ev, büyüdüğünüz sokaklar, gittiğiniz okul, namaz kıldığınız cami paramparça olsaydı ne yapardınız?

Yaralı olan çocukları ve yaşlı insanları ölüme terk etmek hangi dinde yazar! Bu kadar zalim, bu kadar merhametsiz nasıl oldunuz ey başbakan?

Bu sözler yanmış yıkılmış ocakların, harap olmuş bir kentin insanı Mahsun Kırmızıgül'ün sözleri. Söz demek hafif kalır belki çığlık dememiz lazım.

Bu paramparça duyguların sahibi böyle feryat etmeyebilir, rahatını bozmadan hayatına devam edebilirdi. Ama o herkesin alkışladığı eski usül sanatçı olmak yerine savaştan yana olanları karşısına almayı seçti. Savaştan, ölümden yana olanlarla savaşmayı seçti.

Bir an için bütün vesikalarınızdan sıyrılın, Türk olmayın, Kürt olmayın, dindar yahut dinsiz diye kendinizi sınırlamayın, kimsesiz ve kimliksiz olun... Sonra bu yaşananların başınıza geldiğini düşünün, ne yapardınız?

Mutluluğu için dövüştüğünüz insanların, anılarınızı bıraktığınız evin, çocukken aç kaldığınız, gençken aşk acısı çektiğiniz sokak başlarının bir bir yok edildiğini düşünün... Başını çevirip ıslık çalanlara diyecek sözüm yok. Ama ya yüreği burkulanlar, korkuya esir olanlar, onlara ne demeli?

Kırmızıgül'ün feryadı ne denli sarsıcı olduysa, Davutoğlu'nun cevabı da bir o kadar hayret verici, hatta yaralayıcı oldu.

Ahmet Davutoğlu, "Beni de hedef alan bazı ithamlarda bulunmuş. Bizim merhametimize dünya âlem şahittir. Zulmümüze kimse şahit değil ama merhametimize herkes şahit. Filistinli çocuklar da şahit, Arakanlı yetimler de şahit. Açlıktan ölen Somalili bebekler de şahit. Yasin Börü'nün annesi, babası da şahit. Doğu'da Güneydoğu'daki, teröre karşı mücadele eden gençler de şahit. Diyarbakırlı da şahit" dedi.

Cemile Çağırga... Hani şu evin içinde derin dondurucuda bekletilen bahtsız kız çocuğu, o da şahit mi merhametinize Sayın Başbakan?

Ya Ceylan Önkol... Hâlâ asılı duruyor ceset parçaları kanına kök salan ağacın dallarında.

Vurmayın ölüyorum diyen Ali İsmail Korkmaz!

On dordünde vurulan Berlin Elvan!

Dağların kuytuluk bir boğazında bombalarla paramparça olan Roboski'li çocuklar bu merhametten nasiplendi mi?

Avuçlarında biriktirdikleri toprağı evlat diye bölüşen Roboski anneleri de şahit mi merhametinize?

Bu çocuklar Filistin'de vurulmadı. Arakanlı da değiller. İstanbul'da, Diyarbakır'da, Hakkari'de vuruldu. Aleviler, Kürtler bu çocuklar.

Gazze'de bombalarla parçalanan çocuklar için gözyaşı döktüğünüz doğrudur, peki ya gözünün altında vurulan Kürt çocukları için!

Mısırlı Esma'nın hazin ölümüne isyan ettiğinize şahidiz, peki ya 12 yaşında 13 kurşunla delik deşik olan Uğur Kaymaz, onun için de hicranı yürek burkuyor, geceleri uyuyamıyorum dediniz mi?

Yasin Börü'nün katlini dile getirdiniz. Kim çiğnedi o çocuğun ve diğer çocukların hayatını?

Yasin Börü'yü katleden vahşet diğerlerinden farksız değil. Peki siz hangi tür merhametle ölenleri ayırıyorsunuz?

Yasin Börü'nün canına kasteden zalimlik ne ise, Batman’da 4 yıl önce askerlik yaparken, terhisine 23 gün kala korkunç bir vahşete kurban giden Jandarma Er Sevag Şahin Balıkçı'nın kanını akıtan zalimlik odur.

Birini görüp diğerini görmezden gelmek nedir, siz söyleyin!

Merhametinizle ihya olan ülkenin bir bölümünde yaralı insanlar kurtarılmayı beklerken, dün gece devletin resmi kanalında öldürüldüklerini duyduk. Gece boyunca bu habere sevinenlerin kahredici utancına tanık olduk.

Sahi biz birbirimizi öldürmeye bu kadar hevesliylen, Kürt ve Türk çocuklarının ölümünü sevinçle karşılayan sessiz ve mesut çocuğunluk karşısında nasıl bir arada yaşayacağız!

İnsanların yakılarak öldürüldüğü bir ülkede yaşamanın utancı dağ olup üzerimize yıkılsa kâr etmez artık.

O insanların ne suçu vardı?

Ölümcül yaralarıyla ambulansa kadar yürüyememek midir suçları?

Ateşe verenlerin, ateşte yanarak can verenlerin feryatlarına tebessüm edenlerin hiç mu suçu yok?

Onlarca ölü var o bodrumlarda. Kül olmuş onlarca can. Çaresizce çırpınıp solan yüzlerce yürek.

Günlerce ses verin diye yalvardı o insanlar. Kanayan yaralarıyla sarsıla sarsıla su istediler. Bir avuç su.

Ama ne ses veren oldu, nede bir tas su uzatan.

Artık ses vermenize gerek kalmadı, tencere tava çalarak gürültü çıkarmanıza da... Çünkü o insanlar yalancı şahitliğimizde yanarak can verdi.

Bunun üzerine çözüm masası kurun hadi!

20 yaralıyı ölümden kurtaramayan HDP'li 59 vekilin Türkiyelileşme, Türkiye’yi demokratikleştirme macerasını dinleriz hep beraber.

Müzakere masasında devlete dönüp; sizi demokrasiye boğacağız demeyi ihmal etmeyin aman!

Onlar hemen boğuluverirler, sizde ölüme alkış tutan halklarla kardeş kardeş yaşarsınız.