İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, iktisat profesörü Mehmet Altan, Evrensel gazetesinden Serpil İlgün ile, 17-25 Aralık skandalını ve mahkemenin verdiği takipsizlik kararını konuştu.

Evrensel.net sitesinde yer alan söyleşiden bir bölüm şöyle:

Takipsizlik kararını nasıl yorumladığınızla başlayalım. Onca bilgi, belge, ses kayıtları varken, nasıl oluyor da takipsizlik kararı verilebiliyor?

Türkiye hiçbir zaman hukuk devleti olmadı. 25 Aralık 2013 itibariyle Türkiye, hukuk devletini minimumda bile içermeyen, siyasal iktidarın devlete ve yargıya darbe yaptığı, mahkeme kararının uygulanmasını polisin zorbalıkla engellediği bir yeni süreçtir. Bu süreci, “nasıl oluyor” diye analiz etmekten önce, Türkiye’de bir siyasal iktidarın 25 Aralık’tan itibaren topluma ve devlete karşı, yargıyı ortadan kaldırmaya yönelik bir darbe yaptığı şeklinde okumak lazım. Türkiye, gayri meşru bir zeminde kara bir faşizme doğru dörtnala koşuyor. Onun için olup biteni meşru, demokratik, hukukun her şeye rağmen kör topal işlediği bir devletteymiş gibi değerlendirmek çok eksik olur. Mevcut siyasal iktidar, 25 Aralık itibariyle gayri meşru bir konuma düştü. Çünkü bir darbe yaptı.

Açar mısınız, nasıl bir darbe bu?

Darbe nedir? Mesela hükümete bağlı asker, mevcut hukuksal sistemin dışına çıktığı vakit darbe sayılıyor. Çünkü bağlı olduğu anayasal sistemi askıya alıyor. Mevcut siyasal iktidar da, 25 Aralık günü mahkeme kararını uygulamaması için, anayasaya ve yasalara bağlı olması gereken silahlı bir gücü, polisi kullandı. Ondan sonra çıkardığı tüm yasalar da -bir kısmı Anayasa Mahkemesi’nden döndü- hiçbir hukuk meşruiyeti, hukuk bilinci, demokratik bir şuur taşımıyor. Yolsuzluk ve rüşvetle ilgili çok ciddi kanıtları ortadan kaldırmak, hiçbir mahkeme aşamasına götürmemek ve bu suçu ortaya çıkarıp sorgulayan bütün devlet birimlerini cezalandırmak gibi bir çılgınlığın aşama aşama bölümlerini görüyoruz.

Siyasal iktidarsa tam tersine, 17 Aralık’ın hükümete karşı bir darbe olduğunu, hatta dönemin Başbakanı Erdoğan bizzat kendisinin hedeflendiğini söylüyor?

Kendisine darbe yapıldığı iddiası siyasal bir sis bombasıydı. Buna ait hiçbir kanıt ortaya çıkaramadı. Ama kendisiyle ilgili ayakkabı kutuları, şunlar bunlar çok ortadaydı. Hatta 17-25 Aralık’tan önce MİT raporu vardı yolsuzluklarla ilgili. Yani o tamamen “inanan bana inansın” üstünden hareket eden, yolsuzluk ve rüşvet suçu işlerken yakalanmış bir siyasal iktidarın hezeyanıydı. Bunun siyaseten, bu sis bombalarıyla, yalanlarla yürüyemeyeceğini bildiği için de zorbalığa başvurdu.

“İnanan bana inansın üstünden hareket edildi” dediniz. 17 Aralık’ın üzerinden iki seçim geçti ve netice itibariyle AKP/Erdoğan iktidarda kalmaya devam etti. Bundan, kendisine oy verenleri yolsuzluk ve rüşvet olmadığına inandırmayı başardığını mı çıkarmalıyız?

Hayır. “İnanan bana inansın” siyaseten yapılacak bir analiz. Ona Türkiye’nin yüzde yüzü inansa, yolsuzluk ve rüşveti yargılayacak olan mahkemedir. Seçmenin davranış biçimini, Müslümanlık, ahlak yahut demokrasi anlayışını ayrı bir bağlamda değerlendirmek lazım. Bir adam cinayet işlerse bu sandıkta aklanmaz; hırsızlık yaparsa sandıkta aklanmaz. Bu, siyasal iktidarın kurtulamayacağı, muhakkak yargılanacağı bir durumun, devleti elinde bulundurmasının avantajı ve taraftarına söylediği yalan dolanla bunun üstesinden geleceğini sanması gibi bir gafletin uygulama biçimi. Çünkü meselenin gideceği yer mahkeme. Tersten de sorabiliriz; Madem darbeydi, dört bakan niye gitti? O MİT raporu nedir? Bu kadar emindin niye gidip mahkemede kendini aklamadın? Bu kadar emindin, niye bu kadar HSYK ile uğraşıyorsun? Bu kadar emindin neden AB standartlarında çıkarılmış adli kolluk yönetmeliğini anında ihlal ettin? Bu yalanların sonu yok.

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun yargı ayağına paralel olarak bir de Meclis Soruşturma Komisyonu var? Takipsizlik kararı, komisyona nasıl bir etki yapar?

Bakın, AK Parti iktidarı mahkemelerden fellik fellik kaçıyor, yargılanmaktan ödü patlıyor. Çünkü asgari bir mahkemede bile yargılanacağı vakit, mahkûm olacak. O tapeleri hepimiz dinledik. Yönetenlerin esas yüzünü, cibiliyetini görüyorsun. Bunun ağır cezasını bildikleri için kaçıyorlar. Ama nereye kadar?

Yolsuzluk ve rüşvetle suçlananlar hakkında takipsizlik kararı verilirken, Cumhuriyet Gazetesi çizeri Musa Kart’a 17 Aralık soruşturmasına ilişkin çizdiği karikatür nedeniyle 9 yıl 10 ay hapsi istendi. Şaka gibi ama değil! Ne dersiniz?

Evet. Biz bunun aynısını önceki genelkurmay başkanlarından bir tanesinin şahsında yaşadık. Şemdinli’de Umut Kitapevini JİTEM bombaladı. Bunlar oradaki halk tarafından suçüstü yakalandı. Ama genelkurmay ve o dönemdeki başkanı bize bunu unutturmaya, halkın gözü önündeki bir bombalama ve cinayeti, aynı bu para kasaları, ayakkabı kutularında olduğu gibi gözümüzün önündeki bir şeyi “siz öyle bir şey görmediniz” noktasına getirmeyi çabaladılar. Aynı şeyi bu siyasal iktidar, tapeleri, ödü patlamış bir adamın fısır fısır “paraları sıfırlayın” deyişini, bütün belgeleri, Sayıştay raporlarını, MİT raporlarını, yine 17-25 Aralık’la ilgili maliye müfettişlerinin raporlarını, bütün bunları zorla, biz temiziz, hiç öyle bir şey olmadı, o bir hayaldi noktasına getirmek istiyorlar. Ama bu mümkün değil. Görüntüde de olsa bir Türkiye Cumhuriyeti devleti var ise bunların hepsi yargılanacak.

17 Aralık takipsizlik kararından birkaç gün sonra 10 işçinin iş cinayetine kurban gittiği Torunlar İnşaat sahipleri için de takipsizlik kararı verildi. Arka arkaya gelen bu kararlar, görüntü de bile olsa sorumluların yargılanamayacaklarına dair kanaati güçlendirmiyor mu?

Bunlar çok haklı sorular ama olup bitene, “ne oluyor” diye büyük bir şaşkınlıkla izlememek için, 25 Aralık’tan sonra yaşananları gayri meşru bir rejimin zihniyetinin ve çılgınlığının aşamaları diye bakmak gerekir.

MEDYA, DALKAVUK BİR PROPAGANDA MAKİNESİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

Takipsizlik kararı bir infialle karşılanmadı. Sizce bunun nedeni nedir?

İnfialle karşılanmadı mı bilmiyorum. Çünkü bir taraftan da çok öfkeli insanlar. Kararın infialle karşılanıp karşılanmadığını anlamak için gerçek bir demokrasi olması lazım. Gezi’de öldürülen çocukların katillerinin bulunmaması,  iş kazalarındaki cinayetlerin üzerine sünger çekilmesi, yolsuzlukların, hırsızlıkların yokmuş gibi yapılmasının yanında, dikkatini çekerim ülkede yeniden faili meçhuller başladı. Bunlar olacak şeyler değil. Bunu sorarken, Uludere’yi hatırlamamız lazım. 34 insan öldürüleli kaç gün oldu, failleri ortada yok.

Bugün (23 Ekim Perşembe) itibariyle Roboski’de 1030. gün…

1030 gün ve hala fail yok. Yani gerçekten bu infial dediğin şeyin, demokratik bir reaksiyonun, demokratik bir hesap sormanın olabilmesi için ülke insanlarının bir yerlere sığınması lazım. İşte muhalefetin rolü burada başlıyor. Yani, “ben demokratik hakkımı kullanarak bunları protesto ediyorum” diyen bir adamın başına hiçbir şeyin gelmeyeceğini bilmesi lazım. Gelmesi halinde de ona sahip çıkacak bir muhalefetin olduğunu hissettirmeniz lazım. Demokratik bir ortam yok. Yazılamıyor, çizilemiyor. Öte yandan, bütün bunlar bu kadar normal karşılandıysa, Cumhurbaşkanlığı Basketbol Kupası’nda salona gidemedi Cumhurbaşkanı. Üstelik AKP’liler bütün biletleri aldılar ve AKP gençliğine verdiler. Büyük bir öfke de birikiyor. Bunlar bu kadar sessiz geçiştirilmiş olsaydı, siyasal iktidar ödü patlamış bir biçimde kara bir faşizmin yasalarını ve çırpınışlarını ardı ardına hayata geçirmeye uğraşmazdı.

Toplumsal muhalefetin güçlenmesi için 17-25 Aralık önemli fırsatlardan biriydi, ama bu çok yaratılamadı. Sizce neden yaratılamadı?

Çünkü olup biteni yansıtmamak üzerine tezgâhlanmış bir medya düzeni var. Zaten faşizmin kuruluşunun başlangıcı, medya düzeninin iğrenç, yeteneksiz ve yetersiz dalkavuk bir propaganda makinesine dönüştürülmeye çalıştırılması.

KIŞLAYI GÖRDÜK, ŞİMDİ SİYASAL İSLAM’I GÖRÜYORUZ

17-25 Aralık, Müslümanlık, dinin siyaset aracı haline getirilmesi gibi sorgulamaları /tartışmaları arttırdı. Tüm bunlar toplumsal kutuplaşmayı derinleştirdi mi sizce?

Şöyle söyleyeyim; siyasal İslam’ın bir rezillik olduğu anlaşıldı. Benim tanıdığım Müslüman dostlarım, bunun Müslümanlık olmadığını, Müslümanlık adı altında bir rezalet olduğunu söylüyor. Siyasal iktidarın Müslümanlık görüntüsü ardına sakladıkları, o cenahın kendi içinde ağır bir biçimde tartışılıyor. Soma’nın da hesabı sorulmadı mesela. Bu kadar vicdansızlık, bu kadar ahlaksızlığı görmezden gelmenin herhalde inançla, dinle, ahlakla ifadesi yok. Bunları Müslümanlık olarak ifade etmek isteyenleri, gerçek Müslümanlar yargılıyor. Tabii gerçek ahlak sahipleri de yargılıyor.

Bu, cami-kışla kavgasının, cami üstünden siyaset yapma bölümünün şu veya bu şekilde kapandığı bir dönem aynı zamanda. Bundan sonra kimse kolay kolay “siyasal İslamcıyım” diye oy toplayamaz. Din sömürerek siyaset yapmaya kalkmaz.

Ama bir yandan da bunun alıcısı var gibi görünüyor. Yanılıyor muyuz?

Baskının önemli bir rolü var. Bu sürecin olumlu oyuncularından biri ekonomik gidişattı. Şimdi orada da eski performans yok. Soma usulü büyüme modelinin sonuna geldik. Soma’da üretim artıyor, maliyet düşüyor görüntüsü vardı ama aşağıda 301 ceset var. Yani bu süreçten de geçmek lazımdı. Kışlayı gördük, şimdi siyasal İslam’ı görüyoruz. Demokratik bir yarış yok. Hukuk darbesi yapmışsın, medyayı Alo Fatihlerle medya olmaktan çıkartmışsın. Her muhalif gazeteye maliyeyi gönderiyorsun. Kendisini eleştirmek isteyen herkesi yok etmek isteyen bir siyasal iktidarın meşruiyetini tartışmak lazım. Bu noktanın altının sürekli çizilmesi lazım. Yani Türkiye bir rezillik içinde. Olması gereken konuşulmuyor, o da bir algı operasyonu.

'YENİ TÜRKİYE', YOLSUZLUĞUN ÜSTÜNÜ ÖRTMEK İSTEYENLERİN UYDURMASI

Takipsizlik kararını ‘Yeni Türkiye-Eski Türkiye’ argümanı üzerinden nasıl değerlendirirsiniz?

Yeni Türkiye, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet olaylarının üstünü örtmek isteyen yandaşların, dalkavukların uydurmasıdır. MGK, YÖK, 12 Eylül askeri darbesinin hukuk düzeni aynı kaldığı vakit, burada yenilik, hırsızlık yolsuzluğa, cinayetlere, karanlıklara bulaşanların bu kez askeri kanat himayesinde ya da o cenahtan olmayıp, siyasal İslam üstünden faaliyet gösterenler olmasıdır. Yenilik, faillerin kimliğindeki farklılıktır. Ama cinayet hep aynıdır.

Takipsizlik kararı, “Cemaat, AKP ile girdiği savaşı kaybetti” diye de yorumlandı? Katılır mısınız?

Cemaat meselesini hukukun yerine koyarak tartışmak, yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetin üstünü kapatmaya yarar. Eğer cemaat hukuksal suç işliyorsa, siyasal iktidar bunların belgelerini bulsun mahkemeye götürsün. Bu, kendisine ait hırsızlık ve rüşvet iddialarının mahkeme dışında üstünü kapatmaya vesile olamaz.

SOSYOLOJİ DEĞİŞİYOR, BUNA YANIT VERMELİSİNİZ

“Ekonomideki tökezlemeyi, enflasyonun artmasını, piyasaların durmasını, büyümenin gerilemesini, inşaat sektörünün ‘balonlaşma’ işaretleri vermesini medyayı susturarak ve algı yönetimleriyle oynayarak saklamaya uğraşıyorlar. Bu üç alanda AKP’nin maskesini düşürmek, bu üç alanda da AKP’den daha ilerde bir pozisyon almakla mümkün” diyorsunuz. Nasıl olacak bu?

Hayat bunu çözecek. Benim derdim bunun büyük bir fatura ödemeden, kırılıp dökülmeden, yani bu gayri meşru zeminin her türlü canavarlığa açık, kışkırtıcı zehrini toplum olarak içmeden, bunun daha az bir maliyetle üstesinden gelebilir miyiz arantısı. Yani buna çare önerecek siyasi bir odak olsa, bunun maliyeti büyümeden bu süreci kapatmamıza yardımcı olur. Eğer bu süreç, bunu akılcı bir yöntemle çözebilecek bir olanak ve odak yaratmazsa, bu yine çözülür ama büyük bir felaketle çözme ihtimalini daha ön planda tutarak çözüm sürecinde yol alır.

Bu noktada “CHP radikal bir hamle yaparak ‘oynak merkez’ teorisine sahip çıkarak, halkın en büyük çoğunluğunu kapsayacak bir noktaya gelebilir mi?” diye soruyorsunuz. CHP’de bu yönde işaretler görüyor musunuz diye soracağım ama önce ‘oynak merkez’i açar mısınız?

Türkiye sosyolojik değişimlerden geçiyor. Sosyolojik değişimi okuduğun vakit, o değişime uygun bir esneklikle siyaseti tazeleyip, yenileyip devam ediyorsun. Oynak merkezi, o toplumun en büyük kesiminin temsilcisi olabilecek bir sosyolojik okumayı pusula yaparak siyaset belirleme olarak ifade etmek gerekir. Siz sosyolojik yapı değişmiş olmasına rağmen, siyaseten eskilerde kalmış bir pozisyonda kireçlenmişseniz, kendi pozisyonunuza bakmanız lazım. CHP yönetiminin bunu en azından el yordamıyla yapma çabası içine girdiğini ama kurumsal ve daha sistematize hale getirmediği için partiyi yeniden şekillendirmeye imkân verecek somut bir pozisyona ulaşmadığını görüyorum. Çünkü herkesin milletvekili olmak için kullandığı, disiplinsiz ve pusulasız, aparat muamelesi yaptıkları bir parti ana muhalefet partisi. Yani 81 il başkanını sorgulasan, 81 tane ayrı sonuçla çıkabiliriz.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız