Prof. Dr. Mehmet Altan, “Kaçak Saray'ın önüne toplanır 1 milyon kişi 'Sana Anayasa'yı çiğnetmeyeceğiz' der. Bu demokratik bir haktır. Mevcut düzeni korumakla yükümlü birisinin göz göre göre kendi ikbali açısından bunu paramparça etme sürecine karşı durmanın meşru yolu demokratik hakları kullanmaktır. 'Sen Anayasa'yı çiğniyorsun biz Anayasa'ya sahip çıkıyoruz'” ifadelerini kullandı.

Altan, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun görevden alınmasıyla AKP'de derinleşen krizi DİHA’dan Çağdaş Kaplan’a değerlendirdi.

Mehmet Altan’ın açıklamaları şöyle:

* AKP içerisinde bir süredir konuşulan ayrılık Davutoğlu'nun görevden alınmasıyla daha çok ifşa oldu. Krizin temelini neye bağlıyorsunuz?

Çok açık. Cumhurbaşkanı'nın kafasında oluşturduğu kendisini odağına koyduğu, kendisinin hiçbir şekilde denetlenemeyeceği, yargıyı da istediği gibi şekillendirebileceği, siyasal bilimlerde devlet örgütlenmelerinde örneği ve yeri olmayan bir yapı kurma gayreti nedeniyle sürekli Anayasa'yı çiğnemeye devam etmesinin yeni bir halkası.

* Siyasi olarak sonuçları nasıl olacak?

Bu kadar suç işleniyor. Bu siyaseten tartışılacak bir iş değil. Cumhuriyet tarihinin çok partili döneminde görülmemiş bir şekilde Anayasal düzenin ihlali söz konusu. Siyasi analizler yapılıyor ama siyasi analiz yapılabilmesi için bir Anayasal düzenin, bir hukuk düzeninin, rejimin işlemesi lazım.

Burada rejimin paramparça edildiği, partisinin kurultayından büyük bir oy çoğunluğuyla tek aday olarak çıkmış bir genel başkanın ortada sadece bir adamın hoşuna gitmediği için azledilmesi gibi bir garabet söz konusuysa, sistemin dibe vurduğu, Anayasa'nın işlemediği, o partinin tüzüğünün işlemediği ve partinin kendisinin de yok hükmüne düşüldüğü bir kaotik, ürkütücü resim var demektir.

Konuşulması gereken şey Anayasal düzen böylesine ihlal ediliyorken bunun çaresi nedir sorusu.

* Sizce nedir?

Türkiye bunu taşıyamaz. Birisinin devlete karşı sürekli darbe yapması. Anayasa nedir aslında. TCK'nın 300'üncü, 309'uncu maddesinin işletilmesidir. TCK Anayasal düzenin yok edilmesine yönelik yaptırımları tanımlıyor ve cezasını söylüyor. Yargının devreye girmesi.

Devletin yasama, yürütme, yargı olarak devreye girmesi ve mevcut düzenin ki, bütün hepsinin varoluş nedeni bugün ki anayasal ve hukuksal sistemdir. Onun korunmasını sağlaması lazım. Korunmadığı vakit başka devlet refleksleri devreye girer. Yoksa da eğer devlet diye bir şey yok. Türkiye diye bir yer yoksa o da kaos ortamının gittikçe ivme kazanması ve öngörülemez sonuçların önünün açılması anlamına gelir.

* Başka devlet refleksleri derken…

Yani bir şekilde siz meşruiyetten uzaklaştığınız vakit güce dayalı öngörülemez, hukuk dışı, anayasal bir toplumsal patlamadan tutun da bir müdahaleye kadar olabilecek her şeyi bir toplumsal refleks olarak da düşünebiliriz. Yahut elinde güç olanın Anayasal düzenin düzen askıya alındığı vakit o gücü kullanarak öne geçmesi de buna dahil.

Bir devletin ve toplumun sağlığını mevcut yasal düzen oluşturur. Peru'da eski Devlet Başkanı Alberto Fujimori devlete darbe yaptı. Şimdi hapiste. Kaotik bir süreç başlar. Bu kaotik sürecin başlamasını engelleyecek şey eğer meşru bir devlet refleksiyse bu bir çare.

Toplumsal olarak belirli bir demokratik dirençse o bir çare. Ya da bunların dışında öngörülmeyen kaotik sürecin frenlerinin daha da boşalmasına yol açacak bir felaketten söz ediyorum. Anayasal düzenin yok edildiği yerde hayırlı bir şey beklenmez.

* Krizin ardında tek adam sistemi istemeyenler açısından elverişli şartla ortaya çıkarttığı yorumları yapılıyor. Buna ne diyorsunuz?

Ama anayasal düzen kalmıyor. Bu siyasal analiz. Siyaset, devleti kimin yöneteceğine dair bir arantıdır. Siyasetin olabilmesi için kural, ilke olması lazım. Yani ben AYM'yi dinlemiyorum dediği vakit bir cumhurbaşkanı Anayasa'nın 153'üncü maddesini ihlal ediyor. Cumhurbaşkanı olduğu gün partisi ile ilişkisini kesmediği vakit ilgili maddeyi ihlal ediyor. Bu kadar oyunun kurallarının olmadığı bir yerde bu oyunlar nasıl oynanacak. Siyaset olabilmesi için ilk önce bir Anayasal düzen olması lazım.

* Ama süreç fiili olarak yürüyor…

Fiili olarak yürüyen darbedir. O darbeye birisi dur diyene kadar darbe devam edecek. O darbeye kim dur diyecek?

* Kim, nasıl dur diyecek?

Toplum demokratik haklarını kullanır. Kaçak Saray'ın önüne toplanır 1 milyon kişi 'Sana Anayasa'yı çiğnetmeyeceğiz' der. Bu demokratik bir haktır. Mevcut düzeni korumakla yükümlü birisinin göz göre göre kendi ikbali açısından bunu paramparça etme sürecine karşı durmanın meşru yolu demokratik hakları kullanmaktır. 'Sen Anayasa'yı çiğniyorsun biz Anayasa'ya sahip çıkıyoruz'. 'Senin kaçak oturduğun Saray'ın önünde bunu yapma' diye bağıracağız, demokratik hakkımızı kullanacağız.

* En ufak bir eylemin bastırıldığı günlerde bu mümkün mü?

Her ilde yüz bin kişilik Ankara'da bir milyonluk mitingler yapılır. AKP bugün çoğunluk değil çoğunlukmuş gibi davranıyor. Erdoğan'ın bin günlük süresi kaldı. 35 yıl başımızda kalacakmış gibi davranıyor. Bunlar algı yönetimi. Hiçbir şey olmasa Türkiye'de bugün ki olağan üstü durumları fiili bir neticeye dönüştüğü hal olmasa bile görev süresini tamamlayacağı varsayılsa bile bin günü var.

Sürekli Anayasa'yı çiğneyen suç işleyen bir cumhurbaşkanı var. Olup bitenin bir sivil darbe olduğuna inanan toplumun çok büyük çoğunluğu bir arada bir hukuk ve demokrasi pankartı altında sadece temel hak ve özgürlüklerini kullansa bugünkü bu zorbalık rejimi, bu siyasal şiddet stratejisi bir anda ortadan kaybolur.

* Kriz hali yanı sıra bölgede şiddetli çatışmalar sürüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, nasıl çözülür?

Türkiye'nin geldiği korkunç durumun tümü bir kişinin kendi kafasındaki siyaset biliminde de yeri olmayan anlayışı 80 milyonluk bir topluma empoze etmesinin çok acılı sonuçları. HDP'yi PKK'yla özdeş kılıyor, baraj dışı bırakmaya çalışıyor, MHP'nin oylarını çalıyor.

400-500 kişiyle iktidara geleyim bunlar bana, benim şahsi çıkarlarıma kafamdaki yapıya bundan rant sağlayan unsurlar olsun, bununla da bir yapı inşa edeyim, isteniliyor. Onun için demokrasiye sahip çıkmadıkça ölümler artıyor. Onun için kaos artıyor. Onun için hukuku yok sayarak bunu siyasi bir defacto durum kabul ettikçe acılar büyüyor.

Sadece Güneydoğu'daki korkunç süreç yok. Ölen işçiler de buna dahil, bıçaklanan kadınlar da buna dahil. Onun için demokrasi ve hukuk dediğiniz vakit o toplumun sağlıklı işleyişinin söz konusu olduğu bir yapıdan söz ediyoruz.

Demokrasi olmadan çözüm olmaz. Roboski'yi açıklığa kavuşturmadan Türkiye'nin sağlıklı bir Kürt sorununda çözüme gitmesini beklenemez. Kalıcı barışın yolu demokratik cumhuriyetten geçer. Bir adamın iradesi, ikbal arayışının oyuncağı değildir Kürt meselesi. Bakın ne kadar çok insanımız ölüyor.

Neden? Bir insanın siyasi arantılarına göre savaş arantılarına göre barış. Bu tuzağa bir daha düşmemek lazım. Güneydoğu'da barış adımları atılıyormuş gibi yapılırken faşizmin cehennem taşları da buralarda atıldı. Bu rejimin faşizme en hızlı ilerlediği süreç, barış süreci olarak ortama servis edilen o yalancı görüntüdür. İnsanlarımız ölmedi bu çok iyi oldu ama o ölmeyen insanları misliyle kaybeder hale geldik.