Sefa Feza Arslan / Demokrat Haber

Türkiye sağcılığının kadim sol düşmanlığının yeni yetme temsilcilerinden Yıldıray Oğur artık ölçüyü iyice kaçırdı. Bir zaman yanyana durdukları Ahmet Altan’ın dahi AKP’yi eleştirmesine tahammül gösteremeyen bu soğuk savaş zihniyetli neo-liberalin solculara düşmanlıktan başka bir zihniyetle yaklaşmasını tabi ki kimse beklemiyor. Ama, Ahmet Altan ile girdiği düzeysiz polemikle Altan’ın Taraf’tan ayrılmasına şu veya bu düzeyde vesile olmuş olması muhtemel birinin, bu ayrılığı bahane ederek sola saldırması ciddi bir kompleks veya obsesyona işaret ediyor. ( http://www.duzceyerelhaber.com/)

Öncelikle, Yıldıray Oğur için bir hatırlatma ile başlayalım: Türkiye solu içerisinde “Türk solu” diyen ciddi bir gelenek kalmamıştır. Bugün bu kavramı kullanan, kendini “Türk Solu” olarak adlandıran nasyonal sosyalist çevrenin, Türkiye solunun hiçbir geleneği ile bağlantısı yoktur. Dahası, Yıldıray Oğur ile ortak yönleri de Türkiye solu ile olan ortak yönlerinden daha fazladır. Örneğin, Suriye konusunda ikisi de dış müdahaleyi savunmaktadır ve dolayısı ile ikisi de militaristtir. Ayrıca, bu nasyonel sosyalist çevrenin Mihri Belli'lerin de yazdığı tarihi Türk Solu dergisi ile de uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tabi ki bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olan bu acemi yazarların aklına Mihri Belli deyince milliyetçilikten başka bir şey gelmez. Bilmezler ki ışık saçan başbakanlarının hala savunamadığı anadilde eğitim hakkını programına koyduğu için kapatılmıştır Mihri Belli'nin Türkiye Emekçi Partisi... Uzun lafın kısası, Türkiye solunun “Türk solu” kavramsallaştırmasını bırakalı epey zaman olduğunu bir gazeteci adayı olan Oğur'un artık öğrenmesi gerekiyor.

İkincisi, Yıldıray Oğur'un iflah olmaz çelişkileri ile yüzleşmesi gerekiyor. Sürekli sola şiddet eleştirisi yapacaksın, ama Suriye'de kafa kesen, Hristiyanların cesetlerini köpeklere atacak kadar insanlıktan çıkmış barbarlar hakkında tek kelime yazmayacaksın. Suriye'de savaşan bu katil sürülerini, İspanya iç savaşındaki Uluslararası Tugaylar ile karşılaştırmaya cüret edeceksin. Kusura bakmayın, bu barbarlar konusunda susan birinin şiddet eleştirisini kimse ciddiye almaz. Oysa obsesyonla saldırdığı sol, şiddet eleştirisini yapmaya 70'lerin ikinci yarısında başlamıştı bile. O yüzdendir ki 70'lerin sonunda sol içinde en çok kitleselleşen hareketler, şiddeti yücelten, devrimci şiddete övgüler düzen hareketler değil, esas olarak sadece faşist saldırılara karşı meşru müdafaa çizgisini savunan hareketler olmuştur. Örneğin Fatsa deneyimi, sadece devrimciler değil faşistler dışındaki hemen her siyasi hareket tarafından da benimsenmiştir. Nitekim, Fatsa'daki AP'liler, MSP'liler bile Fatsa'daki bu devrimci demokrasi deneyimini desteklemekle kalmamış, hatta bu deneyime katılmıştır. Oysa, Oğur gibilerin teorik liderleri o tarihlerde, Fatsa hakkında “Terör-Terörizm ve Fatsa Örnek Olayı Çevresinde Türkiye'de Terör” adlı tezler üretiyordu. Kim olduğunu Yıldıray Oğur çok iyi bilir. Bu örneği, Oğur'ların hangi gelenekten geldiğini açığa kavuşturmak için veriyorum. Her tür demokratik deneyime terör suçlaması ile yaklaşan bu anti-komünist, anti-sol zihniyet, şiddet eleştirisi yapamaz. Ama Oğur, bir yandan solu şiddetperver olmakla suçlamakla kalmıyor, diğer yandan da Suriye'deki “yabancı sakallıları” bakın nasıl savunuyor:

Hepsinin ağzında Suriye’ye savaş için gelmiş yabancı sakallılar hikâyeleri var. Acaba Che Kongo’ya savaşmaya gittiğinde sakallı değil miydi diye merak ediyor insan. Sorun yoksa bu devrimciler için sakaldan başka ne olabilir ki? İspanyol İç Savaşı’nda faşizme karşı cumhuriyetçileri destek için savaşa giden Uluslararası Tugaylar’ı da bilmiyor olamazlar.”

İşte bu noktada bu obsesif sol düşmanına biraz tarih dersi vermemiz gerekiyor. Ezmek icin değil, bizim lugatımızda ezmek yok, “loser”, “ezik” gibi kelimeler, Oğur gibi neoliberallerin lugatının vazgeçilmezi. Oğur da bu kelimeleri yazılarında kullanmayı çok seviyor zaten. Bizim amacımız, kendisine Uluslararası Tugaylarda kimlerin yer aldığını öğretmek... Ernest Hemingway, Simone Weil, George Orwell, Paul Robeson, Christopher Claudwell... Claudwell kimdir öğrenmek istiyorsa aynı gazetede yazdığı Murat Belge'ye sorabilir... Şiddet eleştirisinde tutarlılık, samimiyet nasıl olur öğrenmek istiyorsa gönüllü katıldığı, inandığı bir davada yanında olduklarının kullandığı şiddeti eleştiren Simone Weil'i okuyabilir. Robeson'u tanımak için Nazım'ın şiiri ile başlayabilir: “Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson / inci dişli zenci kardeşim / kartal kanatlı kanaryam", (Nazım Hikmet, Bursa Cezaevi) dizelerindeki Robeson, Uluslararası Tugaylar'a katılan Robeson'dur. İnsanlığın entellektüel, vicdani ve ahlaki birikiminin yazarıyla, sanatçısıyla, işçisiyle, gazetecisiyle temsil edildiği, haklılığı konusunda bugün herkesin hemfikir olduğu Uluslararası Tugaylar ile kafa kesen, sivil öldüren, bir mezhep taassubu ile hareket eden şiddet meftunlarını karşılaştırmak en hafif tabiriyle izansızlıktır. Bu olsa olsa Oğur'un bilgisizliği ya da obsesif sol düşmanlığı ile açıklanabilir.

AHMET ALTAN ZAFERİ

Üstelik Oğur'un izansızlığı sadece sola karşı da değildir. “Güneş gözlüklerinizi takın...” diye başlık atarak, köşesiz kalmış Ahmet Altan karşısında dahi zafer çığlıkları atabilmektedir. Oysa ki, Oğur istediği kadar zafer çığlığı atsın, bugüne kadar yaşadığımız deneyimler AKP-Cemaat koalisyonuna Kürt sorununun çözümü konusunda güvenmek için tek bir neden bile olmadığını göstermektedir. Nitekim, Oğur “Kandil Apo'yu Dinler mi?” adlı yazısını şöyle bitirirken, bu güvenilmez zihniyeti de ele vermektedir:

“Dün Twitter’a, son dönemin en parlak akademisyenlerinden Gökhan Bacık şöyle yazdı: Kürt sorununu çözen lider Fetret Devri’ni bitiren Çelebi Mehmet gibi devletin ikinci kurucusu olur.”

Oğur'un Parlak akademisyen dediği Bacık'ın “The fragmentation of Turkey's secularists” ( http://www.turkishreview.org/tr/ ) adlı alevifobik yazısını daha sonraki bir yazıda detaylı irdeleyeceğiz. Ama burada vurgulamak istediğimiz, onların tahayyülünde devlet kurucusu olanın bizim tahayyülümüzde ne olduğudur. Çelebi Mehmet deyince biz Şeyh Bedrettin'i, Börklüce Mustafa'yı, Torlak Kemal'i hatırlarız. Nazım'ın dizeleriyle:

“Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup
yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak
Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi.
Çelebi hünkâr idi amma
Âl Osman ülkesinde esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.”

KÜRT SORUNUNDA BIR IŞIK VAR

Bir sağcı olan Oğur elbette bu duyarlılığı anlayamaz, ama öğrenmesi gereken şudur ki bizim için Çelebi Mehmet, Şeyh Bedrettin'i astırandır ve Kürt sorununu Çelebi Mehmetlerin, Yavuz Sultan Selimlerin, Abdülhamitlerin zihniyeti çözemez. Oğur ile hemfikir olabileceğimiz tek bir nokta var: Evet, Kürt sorununda bir ışık var, ama bu Oğur'un sandığı gibi AKP'nin ışığı değil, direne direne, otoriter AKP-Cemaat koalisyonunun burnunu sürterek, onu istemeye istemeye olsa da adım atmaya zorlayanların ışığı...