İşte o yazı:

CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, tutuklu üniversite öğrencilerinin sayısının 500’ü aştığını söylüyor. Bilmiyoruz, İçişleri Bakanı bu sayıya, “Hayır onlar öğrenci oldukları için değil, terörist oldukları için tutuklandı, öğrenci sayılmazlar” deyip, ‘sözde öğrenci’ kategorisi yaratacak mı? ‘Doğru sayı’nın bunun onda biri olduğunu iddia edecek mi? KCK soruşturmaları nedeniyle tutuklanan kişi sayısı konusunda İçişleri Bakanı’nın ıskonto yapma kapasitesi dudak ısırtacak kadar cüretliydi. Son birkaç aydır gazetelere yansıyan tutuklama furyası içinde, BDP ile bir biçimde ilişkili olan kişilerden sonra, ikinci kategoriyi üniversite öğrencileri oluşturuyor. Denizli’de gözaltına alınan 25 öğrenciden 13’ü tutuklanıyor. Savcılığın atfettiği suç, ‘örgüt adına eylem yapmak’. Dersim, Şanlıurfa ve Erzincan’da 17 üniversite öğrencisi tutuklanıyor. Suçlama benzer. Hopa’da yaşananları Ankara’da protesto eden öğrenciler tutuklanıyor. Suç gene aynı. PKK ile bağlantı kurulmadıysa, on yıllar önce ortadan kalkmış, 1970’lerin örgütlerinin dosyaları adli arşivlerden çıkartılıp, ortada olmayan ‘örgüt’ adına eylem yapma suçları yaratılıyor. Bazı iddianamelerde Aziz Nesin hikâyesi mi okuyorum diye insan kendine soruyor.
Türkiye ekonomisine ve Erdoğan’a methiyeler düzen yabancılar, örneğin The Economist, Radikal’in internet sayfasında çevirisi yer alan haberinde öğrencilere yönelik suçlamaların son derece muğlak bir terörle mücadele yasasına dayandığını ve birçoğunun ‘baştan savma ve absürd’ olduğunu yazma ihtiyacı duyuyor.
Bu tutuklama furyasında bir kitap listesi bile asli suç delili olabiliyor. Neredeyse iki yıldır tutuklu olan Cihan Kırmızıgül’ün suç delili, poşu. Terör örgütü üyelerinde bulunan silahlar, genellikle bayrak, flama, bildiri, kitap! Saçını kestirmek şüpheli bulunmak için yeterli. Bulunan ekmek bıçağı ya da çakı, ağır silah muamelesi görüyor. 



Rektörlerin etkisi
Artık hepsini Abdullah Gül’ün atadığı üniversite rektörleri de boş durmuyor. Polis ve yargıdan geri kalmak istemeyen birçok üniversite yönetimi, daha davalar sonuçlanmadan öğrencileri üniversiteden atıp, başka bir yargısız infaz yapıyorlar.
İstisnalar, -şimdilik- hâlâ var neyse ki. 12 Kocaeli Üniversitesi öğrencisinin tutuklanmasına, bu üniversitenin öğretim üyeleri karşı çıktı. “Dünyanın her tarafında, kitlesel olarak gerçekleştirildiğini izlediğimiz öğrenci ve halk protestolarını terör eylemi olarak görmek ve göstermek uluslararası demokratik standartlar açısından kabul edilemez” diyen öğretim üyeleri adına konuşan Yard. Doç. Hakan Koçak, ‘anmaların, basın açıklamalarının ve barışçıl protestoların ne olduğu belirsiz bir terör örgütü üyeliği için dayanak sayıldığını’ belirtti. 

Öğrencinin ‘normalleşmesi’
Kocaeli Üniversitesi öğretim elemanlarının yayımladıkları açıklama, tutuklama gerekçelerinin vahim olduğunu hatırlatıyor. Artık siyasetçiler, sendikacılar, yerel yöneticilerle sınırlı olmayan, kitlesel olarak öğrencileri de sınırları içine alan bir baskı ve yıldırma operasyonu tüm hızıyla devam ediyor. İsteyen buna Orwell’dan ilham alarak ‘Büyük Birader Rejimi’ desin, isteyen bunu iktidarın terör örgütü bağı kurarak makbul görmediği muhalefeti yıldırma, sürekli olağanüstü durum yaratma politikası olarak tanımlasın, ortada yurttaşlık haklarını ve hukuku askıya alan kabul edilemez bir durum var.
AKP hükümetinin bu politikasının üniversite gençliğini iktidar uyumlu kılma amacının bir aracı olduğunu görebiliyoruz. Üniversitelerin normalleştirilmesinden sonra sıranın öğrencilerin normalleştirilmesine gelmesi eşyanın tabiatına uygun. YÖK, aynı YÖK. Üniversite yönetim yapısı aynı. “Şimdi sıra bizde” diye tepinen öğretim elemanı kalabalığı da. 12 Eylül rejiminin zarfı bile değiştirilmeden, mazrufu aynen uygulanıyor. DGM’ler kalktı ama bugün yeni DGM’ler işbaşında. Eski, yeninin içinde tüm canlılığıyla yaşıyor. Muhafazakâr demokratın demokrat yaldızı düşünce, ortaya 12 Eylül devletinin polisi ve yargısı, gençliği en büyük tehdit olarak gören 12 Mart zihniyeti çıkıyor.
“Yeni anayasa sonrası bu sorunlar çözülecek, biraz bekleyelim” diyenler, “amacımıza ulaşmamıza az kaldı, aman gevşemeyin” diyenlere çanak tutmakla kalmıyorlar. Fiili olağanüstü durumu meşrulaştırıyorlar. Halbuki anayasa değişikliğini beklemeden, bugün ve hemen ceza yasalarının birkaç maddesinde yapılacak değişikliklerle AİHM yargıcı Işıl Karakaş’ın işaret ettiği vahim hak ihlallerinin önemli bir kısmına son vermek mümkün.
Bugün Türkiye’de, bu parlamenter çoğunlukla TCK, TMK ve CMK’nın birkaç maddesinde acilen değişiklik yapmamanın yegâne nedeni olabilir: Bugünkü durumdan memnun olmak! Nitekim bu konuda Başbakan bir rahatsızlık emaresi göstermiyor.