İzmir’in Bornova ilçesinde Yüksek Seçim Kurulu protestosunda gözaltına alınıp tutuklanan belgeselci Kazım Kızıl, cezaevini anlatan bir mektup gönderdi.

Kızıl'ın mektubu şöyle:

“Size bu satırları Menemen T Tipi Ceza Evi Sol B-7 koğuşundan yazıyorum” cümlesiyle başlamak istemiyorum mektubuma ama başlamış bulundum artık.

Buranın bir ceza evi olmasının doğal sonucu olarak “yaşama hakkı” dışında birçok haktan mahrum kaldığımı/kaldığımızı düşünebilirsiniz. Ben de buraya ‘düşme’den önce öyle sanıyordum. Meğer öyle değilmiş… (işte bunlar hep önyargı!..)

Mesela seyahat etme özgürlüğümüz… Arkadaş ben dışarıda bu kadar gezmedim ya! Avukat görüşüne giderken seyahat ediyoruz; kapalı görüşe giderken seyahat ediyoruz, açık görüşe giderken, telefon etmeye giderken, revire çıkarken… Habire arşınlıyoruz maltada. (Bu malta o malta değil, ada olan yani, değil!) Bir aşağı bir yukarı bir sağa bir sola boyuna geziyoruz. Hem de gardiyanla; güvenlik sorunu da yok yani! Neyse ki dön dolaş koğuşa geri dönüyoruz; seyahat etme özgürlüğü de bi yere kadar. Bacak bu yoruluyor arkadaş!..

Seçme ve seçilme hakkı da sağlanmış durumda. Mesela ben içeceklerden kahveyi seçiyorum çayın yerine; bulgur pilavı yerine pirinci. Hayatında hiç oy kullanmayan biri olarak bu seçme özgürlüğü bile fazla geliyor bana. Haftada bir (rakamla 1) saatlik spor zamanında da maç yapılıyor, kaleci olarak seçiyorlar beni. Seçilme hakkından da mahrum kalmıyorum böylece.

Düşünce ve ifade özgürlüğü mü dediniz? Sanırım bunu anlatmaya bile gerek yok. Size gönderdiğim bu yazı ile ifade özgürlüğünün nasıl da uçsuz bucaksız bir şekilde önüme serildiğinin, benim de onu nasıl hunharca kullandığımın somut bir kanıtı değil de nedir? E bunu yazmak için düşünmüş olmam gerektiğini düşünürsek (iki kez yapıyorum hem de) düşünme özgürlüğü konusunda da bir sıkıntım yoktur demek ki!..

Eğitim hakkında gelirsek…. Her ne kadar burası eğitimden yoksunmuş gibi görünse de, gerçek tam olarak öyle değil. Hatta tam tersi. Neticede burası adli bir koğuş; uyuşturucu kaçakçıları var, gaspçılar, kaza-belacılar, tarihi eserciler, tufacılar, askıcılar… vs. Ağır abiler, genç yetenekler, hepsi de candan insanlar ve işlerinin ehliler… Sağ olsunlar işlerinin inceliklerini de anlatıyorlar, püf noktalarını da, en son teknikleri ve son trendleri de… Yani burada hem öğreniyorsun, işi kapıyorsun, hem de çevre yapıp bağlantılar kuruyorsun... Bir nevi tam teşekküllü “eğitim yuvası”. Çiğdemden ala çiçek, bundan ala eğitim hakkı mı olurmuş?

Haftalık on dakikalık (rakamla 10!) telefon görüşmesi ve gönderdiğimiz/aldığımız mektuplarla haberleşme hakkımızı ifa etmiş oluyoruz. Mesela mektuplar konusunda o kadar hassaslar ki sırf bu iş için “Mektup İnceleme Komisyonu” kurmuş adamlar (Adam deyip de cinsiyetçilik yapmadım, Böyle bir komisyonu ancak “errrrrkek”ler kurar). Bu komisyon üyeleri gelen ve gönderilen mektupları inceliyorlar. Bakıyorlar haberleşme hakkımızı hakkıyla kullanıyor muyuz kullanmıyor muyuz diye. O kadar da düşünceliler, yerim!…

Barınma hakkını söylemeye bile gerek yok! Buradayız işte; etrafımız dört duvar, tepemizde bir çatı, dikenli teller, demir parmaklıklar, bilmem kaç kilitli kapılar vs… Öyle bir barındırıyorlar ki; ancak o kadar olur yani!..

Sağlıklı suya erişim hakkımızı da kantinden tedarik ediyoruz. Kantinden insan hakkı mı alınırmış demeyin. Haftada bir basıyoruz parayı geliyor 5 litrelik sular. Ohhh mis gibi hak!

Yazının burasında durmuş mektubu nasıl bağlasam diye düşünürken Orhan Abi geldi yanıma; nam-ı diğer Katil Orhan… Hayatında insan öldürmemiş ama lakabı bu işte, Katil… “Abi” dedi (sevdiğinden diyor abi’yi yoksa yaşı benden büyük) “şöyle güzel bir şiir kitabı yok mu okuyayım üç beş sayfa?” “Var abi” dedim; “Turgut Uyar var, Ece Ayhan var, arkadaşlarda Nazım var...” Elimde tuttuğumun hangisi olduğunu sorunca okumakta olduğum kitabı uzatıyorum; Turgut Uyar’ın Büyük Saati’ni… Birkaç dakika sonra “Güzel şiirler var abi burda” diyor, hangisi olduğunu merak edip soruyorum, okumaya başlıyor sesli bir şekilde “Annemin taktığı mavi nazarlıkları” dizesine gelince gözleri doluyor. Ağladı ağlayacak; sesi titriyor iyice….

Katil Orhan annesini çok seviyor, annesi de Orhanını. Ben de seviyorum onu ve tabii ki Turgut Uyar’ı!..

Sevme ve sevilme hakkınızı da böylece kullanıyorsunuz işte. Bir de siz varsınız elbet…

Sevgiler.

Ka