Bir çeşit McCharty dönemine giriyoruz. Hemen her sabah yeni bir operasyonla uyanıyoruz. İnternette, basında sansür ve oto sansür kol kola gidiyor. Slogan atan, yürüyüş yapan, yumurta atan, saçını kesen, duvara slogan yazan, elinde kırık şemsiye taşıyan, evinde sol kitaplar bulunduran gençler; konferans veren aydınlar, haber yapan gazeteciler, kitap yazan yazarlar onlarca yıl hapis cezası talebiyle tutuklanıyor. Karakollarda kötü muamele artıyor. Herkes telefonunun dinlendiğinden kuşkulanıyor. Bu gelişmeleri protesto eden bazı kampanyalarda imzam yoksa bunun nedeni, imza toplayanların neden olduğu iletişim sorunları. Bu yüzden, şiddet içermeyen eylemleri cezalandıran zihniyeti şiddetle protesto ettiğimi peşinen ilan ediyorum.

Bu gelişmeler sürerken Şike Yasası ile yeniden gündeme gelen Fethullah Gülen bu konularda ne düşünüyor diye merak ettim, çünkü ülkenin güvenlik bürokrasisinde Gülen hareketinden gelenler egemen. İnternet araştırmasında şunları gördüm: Fethullah Gülen son olarak Muhteşem Yüzyıl dizisinin başkahramanı Kanuni’nin 46 yıllık saltanatında sadece 1,5 yıl sarayında kalmasına çok üzülmüş. (Gülen’i teselli edecekse söyleyeyim, bu bilgi külliyen yanlış. Kanuni, seferde sekiz yıl sekiz ay, sarayında ise 37 yıl dört ay geçirdi.) Gülen ayrıca Alevilik (daha doğrusu Nusayrilik) ve PKK ile ilgili çok sert açıklamalar yapmış ve bu açıklamalar söz konusu çevrelerde büyük tepki uyandırırken merkez medyada hiç yer bulamamış.

Bunun üzerine, bu hafta Fethullah Gülen’in aile, devlet, millet, Batı, terör, Alevilik, Kürt meselesi gibi konulara dair görüşlerini özetlemeye karar verdim. Bazılarınız niye bu kadar geciktiğimi sorabilir. Belki sol geçmişimden miras “ana çelişki- tali çelişki” saçmalığı yüzünden, belki bir çeşit oto sansürden, belki dinî cemaatleri şeytanlaştıran ulusalcı koroya katılma endişesinden. Ama en çok da konuyu tarihten çok güncele dair gördüğümden. Nitekim bu yazı da bir tarih yazısı olmadı.

Öncelikle şunu belirtmeliyim. Fethullah Gülen’in okumuşlara hitap eden kitaplarındaki görüşleriyle, video konferanslarındaki görüşleri arasında ciddi farklılıklar var. Işık Evleri’nde ne tür konuşmalar yapıldığı ise benim için bir muamma. Ben doğal olarak kitaplar, videolar ve bu konuda yazılmış tezlerden yararlandım. Sonuçta ortaya çıkan yazı, konuya giriş mahiyetinden ileri gitmedi. Demek ki, ilerde konuya tekrar dönmek gerekecek. Gelelim başlıklara: 

Din ve ahlak

Fethullah Gülen için ahlâk dinin özü, din de ahlâkın esasıdır. Din hayatın hemen her alanını kuşatır. Dini sadece inançtan ibaret görenler onu bütün benliğiyle kabul edememiş “kültür Müslümanları” sayılır ki bu kişilerin makbul olmadığı açıktır. Ancak, Gülen’in sözünü ettiği din, herhangi bir din değil, İslam dinidir. Fethullah Gülen için İslam dini sadece ahlakın değil aynı zamanda güvenlik, asayiş, kontrol, eğitim, terbiye, disiplin, inanç, güç, vazife, mutluluk gibi kavramların da kaynağıdır ya da onunla ilişkilidir. Gülen’e göre kendisinden önceki dinleri kaldıran ve kıyamete kadar hükmü sürecek olan İslam dini, zamanı ve mekânı aşan derin anlamları ile gelecekte, dünya çapında bir yenileşmenin gerçekleştiricisi olacak; yeryüzünü bütünüyle fethedecek, hatta Müslüman “boş durmayıp” gökyüzünü de fethetmenin yollarını arayacaktır. Dünyayı fethettiğinde de, sadece Türkiye’de değil bütün dünyada yaşayanlar için Peygamberimizin o muzaffer günleri (Asr-ı Saadet) geri gelecektir. 

Aile, cemaat

Elbette bu kendiliğinden olmayacaktır. Dünyayı Asr-ı Saadet’e ancak eğitim götürecektir. Ancak sadece çocuk değildir bu eğitimin nesnesi, tüm ailedir, ailenin genişlemiş hali olan cemaattir, giderek tüm toplumdur.

Fethullah Gülen, anne ve babalardan “gerçek muallimler”e (yani Işık Evleri’ndeki ağabeylere, ablalara) kadar uzanan bir çizgide ve herkesi bağlayacak biçimde bu vazifenin dağılımını yapar. Gülen için bu terbiyecilerin/ mürşidlerin görevi, yuvadan okula, kahveden kışlaya, bütün vatan sathını mektep haline getirip, bütün yurtta bir kültür seferberliği ilân etmek, ferdi (Gülen düşüncesinde “birey” değil “fert” vardır), “habis ur ve mikroplardan” temizleyip, böylelikle talebeyi aşağıdan çekip yukarılara yükseltmek, en ulvi, en yüce huylarla bezeyip müspet istikamette en verimli tohumları atmaktır.

Fethullah Gülen’e göre ailenin genişlemiş hali ama ondan çok daha uhrevi bir yanı olan cemaat fertlerin maddî menfaat, mal mülk sevdası, makam mansıp hırsını dizginlerken, cemaat dışında yaşamak insanı günaha sokar, şerre ve şeytana yaklaştırır.

Ahlaklı ve dayanışmacı bir toplumu inşa etme açısından Gülen’in özel bir önem verdiği millî/ içtimaî terbiye kavramı, İttihatçıların ideologu Ziya Gökalp’in Türk milletinin eğitimi üzerine yazdığı makalelerde önemle üzerinde durduğu millî terbiye kavramına çok benzer.

Kadın

Fethullah Gülen’e göre “Kadın ile erkek arasında mukayeselere girmek (yani feminizm) münasebetsizliktir. Kadın-erkek yaradılış ve dünyadaki misyonları açısından birbirinden farksızdırlar ve bir bütünün birbirine muhtaç iki yüzü gibidirler”. Ancak “Allah kadını başka değil, erkeğe eş olarak yaratmıştır”. “Ahenkli ve dayanıklı bir yuva, istikbal vaat eden bir milletin temel öğesidir.” Gülen’e göre “İslamiyet kadına diğer dinlerden çok farklı ve yüce bir makam vermiştir ve kadının çalışmasında İslami açıdan bir engel yoktur; ancak fiziki ve ruhi özellikleri düşünülünce onun için de insanlık için de en uygun işlev anneliktir ve evin çekip çevrilmesidir”. Buna rağmen Gülen kadının asker de, hekim de olabileceğini kabul eder, “yeter ki işi dinini yaşamasına engel olmasın”. Ancak nedense cemaatin kadın müritlerini ya da erkek müritlerin eşlerini kamusal alanda görmek pek mümkün olmaz ve kadınlar cemaat hiyerarşide en altta yer alır.

Disiplin, otorite ve devlet

Fethullah Gülen eğitimde disipline çok önem verir, disiplini anlatmak için askerî terimler kullanır. Yavuz Sultan Selim, II. Abdülhamid gibi padişahları, Japonya ve Güney Kore gibi ülkeleri disiplin örneği olarak takdir eder.

Fethullah Gülen düşüncesinde otoriteye (babadan başlayarak devlete uzanan bir dizgede) saygı, toplumun “nizam” ve “asayişi” açısından gereklidir. Gülen’in devlet yorumlarında açık bir Gazali etkisi görülür. Gülen’e göre devletsizlik kargaşadır, istikrarsızlıktır. O otorite, adaletsiz ve zulmeden bir iktidar olsa bile (hatta sosyalist bir iktidar bile olsa), hiçbir durum asayiş ve nizamın bozulmasından kötü değildir. Gülen’e göre her “fert” (Gülen için “birey” değil “fert” vardır), “devletin ayrılmaz bir parçasıdır” ve onun yaptığı, yapacağı her şey devlet adınadır. Üstelik hangi konu olursa olsun devlete sorulmadan hareket etmek yanlıştır ve devletten mutlaka tasdik alınmalıdır!

Ordu, darbeler ve 28 Şubat

Otorite ve devlet sevgisi yüzünden Fethullah Gülen kişisel yükselişinin miladı olan 12 Eylül 1980 sonrası dönemde, diğer İslâmî hareketlerin tersine, devlet yanında yer almış ve darbeyi destekleyici açıklamalar yapmıştır. Elbette Fethullah Gülen kendisine atfedilen “darbe yanlısı” suçlamasını kabul etmez. Ona göre askerî darbeler “kötüdür” fakat “çok daha kötüye göre o kadar kötü değildir”.

Bu yüzden Gülen, darbeler arasında da bir ayrıma gider. 27 Mayıs 1960 “sol güdümlü bir harekettir”, bu yanıyla kabul edilemez. 12 Mart 1971 müdahalesi de aynı şekle sokulacakken “ihtilale beş kala hadiseye el konulmuş”, “tam bir komünist ülke haline gelinecekken” birilerinin ülkeyi maceraya götürmesine engel olunmuştur. 12 Eylül 1980 darbesi için de “Türkiye bir yerlere çekilmek istenmişti” der ve “askerî müdahaleleri bütün bütün yadırgamak, isabetsizdir demek doğru değildir ama acaba demokrasi içinde askerî güç o dönemde anarşiyi aşamaz, kargaşanın önüne geçemez miydi” diye sorar.

Gülen’e göre 12 Eylül öncesindeki en büyük tehlike Türkiye’nin komünist bir ihtilale doğru gitmesidir. Ona göre Türkiye o günlerde “dünyadaki en dinsiz ülkedir”. Silahlı Kuvvetler bu tehlikeyi önlemiştir. “12 Eylül hareketini gerçekleştiren insanlar da din realitesi karşısında duyarlı davrandılar. Müfredatlara ahlak-din dersi koydular... İmam-hatip liseleri açtılar. Çok önemli de bir iş yaptılar. Din realitesi karşısında duyarlı davrandılar” diyerek 12 Eylül’ün aslında doğru bir analizini yapar.

Nitekim Turgut Özal’ın kendisinden Kenan Evren’e bahsetmesiyle Fethullah Gülen’in yıldızı parlamaya başlar. Gülen okullarından mezun öğrencilerin 1995’te dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı tarafından kabulü, hareketin 1997’de Karadayı’ya ödül vermek istemesine neden olur, ancak Karadayı’nın reddetmesi üzerine ödül Süleyman Demirel’e verilir. Yine de, orduya ve devlete verilen bu yumuşak mesajlar Gülen Hareketi’ni 28 Şubat 1997 müdahalesinden kurtarmaz. Fethullah Gülen, 1999’da izleyicilerine devleti ele geçirmelerini tavsiye eden kasetleri çıktığında ülkeyi terk etmek zorunda kalır ve ABD’ye göç eder. O günden beri de Pensilvanya’da yaşamaktadır.

Fakat bu sürgün bile onun ordu, asker konusundaki düşüncesini değiştirmez ve 2000’li yıllarda verdiği bir video konferansta şöyle der mesela: “Ülkemiz [Batı’ya karşı] son karakoldur. Askeriye, askerin şahs-ı manevisine hiç laf etmemek, askerin şahs-ı manevisine karşı uygunsuz lafta bulunmamak çok önemlidir. Bizim için önemli olan da şahs-ı manevidir. Şahıslar gelip geçicidir. Bugün onlar olur, arkadan başkaları gelir. Bu askerlerin bulunduğu yerde bir zaman Kanuni Sultan Süleyman vardı, Yavuz Cennetmekân vardı. Serdar-ı Âzam Merzifonlu vardı. Fazıl Ahmet Paşa vardı. Şimdi de başkaları var yani bunların yerinde. Bu bakımdan asker şahs-ı manevi olarak son karakoldur...”

Millet ve Türk milliyetçiliği

Osmanlı İmparatorluğu’nu, İslam tarihi içindeki en parlak bölümlerden biri kabul eden Fethullah Gülen, ilginç biçimde 19. yüzyılda ortaya çıkan modern “millet” kavramını devletten sonraki en önemli kavram olarak görür. “Fatih bir millet olan Türkler, idareleri altındaki çeşitli milletleri Türkleştirmeye çalışmamış, onların din ve âdetlerine saygı göstermiştir” derken İttihatçı-Kemalist Türk milliyetçiliğinin tektipleştirme politikalarından habersiz görünen Gülen için “millet”, aynen Kemalist ideolojide olduğu gibi “sınıfsız”, “zümresiz”, “kaynaşmış” bir toplumdur. Kapitalist toplumun en önemli özelliği olan sınıflar ayrımı, işçi-patron ilişkileri ya da bürokrasideki statü farklılıkları Gülen için önemli olmayan konulardır. Gülen bu alanlardaki çatışmaları, uyuşmazlıkları veya hak gasplarını “kişisel hırslar”, “az ile yetinmeme” gibi insanî zaaflara bağlar.

Fethullah Gülen “millet” kelimesinin önüne “Türk” kelimesini koymaktan çoğu kez kaçınır ama Türk kültürünün köklerinin bulunduğu Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri (onun deyimiyle) “Türkî dünyalar” veya Balkanlar söz konusu olduğunda perhizi bozar. Kana ve ırka dayalı gruplaşmaların millet için tehlikeli ve dış kaynaklı olduğunu söyleyen, ırk meselesinin gelecekte önemsiz olacağına inanan Gülen, yeri geldiğinde “saf kan 10 milyon Türk”, “öz be öz saf Türk” demekten kaçınmaz.

Türk Müslümanlığı

Aynı şey Müslümanlık için de geçerlidir. Gülen’e göre Türklerin Müslümanlığı benimsemesinden sonra zaten “nezih” olan kültürlerini İslam’ın evrensel ilke ve değerleriyle bir üst düzeye çıkarmalarının sonucu ortaya “Türkiye Müslümanlığı” çıkmıştır. En parlak dönemi Osmanlı İmparatorluğu olan Türkiye Müslümanlığı da zenginliğini ve özgünlüğünü Orta Asya’ya borçludur. Türklüğe verdiği özel önem, “Türkçeyi bir dünya dili haline getirmek” amacıyla başlattığı Türkçe Olimpiyatları’ndan ve dünyanın dört bir yanındaki “Türk okulları”ndan sonra iyice belirgin hale gelmiştir.

Kürt Meselesi

Fethullah Gülen’in ağzından Türk kelimesini duyarsınız ama Kürt kelimesini duyamazsınız. Kürt yerine “falan”, “falanlar” veya “bölge insanı”, “oradaki insanlar” der. Gülen Hareketi’ne yakın yayınevlerinin Said-i Nursi’nin kitaplarındaki Kürt, Kürdistan ifadelerini “Bedevi”, “Doğulu”, “Şark”, “Vilayet-i Şarkiye” terimleriyle yer değiştirmesi de pek tanıdıktır.

Kürt Meselesi ile PKK’yı kesin çizgilerle birbirinden ayırdığı anlaşılan Fethullah Gülen, bir yandan “Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil, akıl, feraset ve şefkatle gidilmelidir” der, Kürt sorununun çözümünü kilitleyenin “dil meselesi” olduğunu söylerken bir video konferansta da şunları söylemiştir: “O Güneydoğu’daki vatandaşı baştan çıkarmak için [Batılılar, Haçlılar] NHhErmeni’yi kullanıyor, Süryani’yi kullanıyor, ateisti kullanıyor. Bir zaman komünizm perdesi altında yapıyorlardı. O yıkılınca işleri biraz zorlaştı. Artık Kürt istiklali, hürriyeti, vatanı falan diyorlar şimdi.” 

Cumhuriyet, demokrasi

Fethullah Gülen, kendisini cumhuriyet karşıtı diye suçlayanlardan daha fazla cumhuriyetçi olduğunu söyler. Hatta İslamiyet’in ilk yıllarını adı konmamış bir cumhuriyet olarak kabul eder. Gülen’e göre kâinatı yaratan “külli irade” kula seçim yapma hakkını tanımıştır. Dolayısıyla “İslam’ın demokrasi, demokrasinin ise İslam olmadığını” ancak dinle demokrasinin pekâlâ bağdaşabileceğini düşünür. Ama, “Kim olursa olsun insanları oldukları gibi kabullenmek demek, müminle kafiri aynı kefeye koymak demek değildir”.

Mümin ve kâfir derken acaba Müslümanları ve gayrımüslimleri mi yoksa ilahi dinlere inananlarla diğer inanç sistemlerine bağlı olanları mı yoksa bir yaratıcıya inananla inanmayanları mı kastettiğini açıkça söylemez. Ama kesin olan bir şey vardır ki, komünistler ve anarşistler Gülen demokrasisinden nasiplenemeyecektir. (Hatta Gülen’e göre “anarşist çocuğa miras verilmemelidir”.)

Laiklik

Fethullah Gülen, Kemalistlerin Fransız tipi laikliğini eleştirmekle birlikte takipçisi olduğu Said-i Nursi’nin mevcut otoriteyle çatışma yaşamadan makul davranmayı öneren, fakat buna mukabil fertte bir dönüşüm yaratarak, kamusal düzende en alttan başlayacak bir değişimi amaçlayan düşüncesinin izinden gider (kendi ifadesiyle “Risaleler taşkınlıklarını zapt-u rapt altına almıştır”) ve rejime sert eleştiriler yöneltmekten kaçınır. Örneğin 1982 Anayasası’nın değişmez maddelerini (devletin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olması ve diğerlerini) veri olarak kabul ederek laikliği kaldırmaktan değil, mevcut laikçilik anlayışını “iyileştirmekten” söz eder. Örneğin “Başörtüsü bir iman meselesi değildir” der, “Başörtüsü teferruattır, insanların vicdanına bırakılmalıdır” der, “Tesettür emrinin hicretin yedi veya sekizinci yılında, yani Peygamberliğinin yirminci yılında farz olduğunu görürüz” der. Veya Diyanet İşleri’nin Müslümanlığın şeklini belirlediği görüşüne katılmaz.

Alevilik

Fethullah Gülen röportajlarında, kitaplarında ısrarla Türkiye’de Alevi-Sünni kavgası olmadığını söyler ama bir video konferansında şu sözleri de sarfetmekten kaçınmaz: “Arkadan Türkiye’de Kızılbaş meselesi geliyor (...) Anadolu’daki Aleviler, Yörükler bizim Tahtacılar, onlar her zaman bizim kendileriyle anlaşacağımız insanlardır. Fakat esas aslen Nuseyri olan, Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmiş, aslen Nuseyri olan, Tunceli civarındaki Aleviler bu işin arkasında. Bunlar Türkiye’de gaileler açtığı zaman devletinizle ordunuzla bu işin karşısına çıkamazsınız. Ve bunların dinleri yoktur. Nuseyri akidesi vardır. ‘Allah insandır, insan Allah’tır’, ‘Allah insanın içine girmiştir’, ‘Allah insanla itaat etmiştir.’ Bu anlayış hâkimdir. Bu itibarla biz şimdi Güneydoğu’yu verelim dediği zaman bile Sivas’a kadar talepler gelecektir arkadan...”

İslam Dünyası-Batı Dünyası

“İslam Dünyası” diye bir oluşuma inanmayan Fethullah Gülen’e göre Müslümanlar arasında cahillik ve seviyesizlik söz konusudur. Bu yüzden Müslümanlar “dünyanın problemlerini henüz” çözemezler. Ama Gülen’e göre Haçlı Seferleri’nden (11. yüzyıl) beri bizimle uğraşan Batı Dünyası’nın planlarına karşı uyanık olmak gerekir. Çünkü ona göre “Çanakkale de bir Haçlı Seferi’dir ve Körfez’e gelme de bir Haçlı Seferi’dir. Bunların Kıbrıs karşısındaki tutumu da bir Haçlı düşüncesidir. Ve bundan hiç vazgeçmemişlerdir. İçimizde iftiraklar (bölünmeler) meydana getirme de tabii ayrı bir meseledir...”

 Ancak Gülen’e göre, Batı’daki pek çok kurumun, kavramın, anlayışın temeli Doğu’da atıldığı için de körü körüne bir Batı düşmanlığı bizi çağın dışına iter. İçinde bulunduğu koşulların da etkisiyle olsa gerek ABD düşmanlığı, Büyük Ortadoğu Projesi veya Medeniyetler Çatışması gibi konularda ılımlı mesajlar vermesine rağmen Gülen için, oruç, namaz, düzenli okuma seansları ve nefsi kontrol çalışmalarının yapıldığı Işık Evleri, okullar, dershaneler hep bu Batılı yaşam şekline direnme yerleridir.

Terör

Fethullah Gülen’e göre hakiki Müslüman’ın terörist; teröre bulaşmış birinin Müslüman kalması mümkün değildir. “Bir buçuk milyarlık Müslüman dünyasının içinden böyle üç beş tane sergerdenin çıkmış olmasını, İslami bünyenin ifrazatı saymak mümkündür...” Bu bağlamda Gülen’in “en çok nefret ettiği insanların başında” El Kaide lideri Bin Ladin gelir. Ona göre Ladin “hissini, hevesini İslami mantık yerine koymuş, canavarlık” yapmaktadır.

Ancak Fethullah Gülen (Lübnan’daki değil Türkiye’deki) Hizbullah’ın işlediği korkunç cinayetleri diğer İslami kesimler gibi görmezden gelmese de bu konuda çok keskin laflar etmekten kaçınır. Gülen için Hizbullah devletin PKK’ya karşı kullanmak üzere kurduğu bir örgüttür ve “Şayet şakiyi şakiye karşı kullanırsanız, ona karşı da başka bir şaki bulmak zorunda kalırsınız”. “Hizbullah’ı Mizbullah, onu da Tizbullah takip eder ve bu mesele sürer gider.” “Bunlar güçlü bir hukuk devleti için ayıptır. Onları çıkaranlar, alet olarak kullananlar ve hem devlet bünyesinde hem de kendi başlarına gaile yapanlar tarih mahkemesinde sorgulanacak ve tarihe birer kara leke olarak geçeceklerdir ve tabii Allah’ın huzurunda bu cürümlerinin hesabını vereceklerdir.”

Ancak konu PKK’ya gelince, Fethullah Gülen meseleyi Allah’a havale etmez, TSK’ya havale eder. Örneğin halen yayında olan bir video konferans kasetinde şöyle dediğini duyarız: “30 senedir, ayıptır yani ardır bu. Dağdaki bir avuç mevcudiyetleri ne kadar onların? Diyorlar ki dağda her zaman 500-600 tane insan var. Haydi, o kadar olmasın, beş bin tane olsun, hayır 50 bin tane olsun. Canım, bir milyona yakın şeyiniz var sizin. Bu kadar da Emniyet teşkilatınız var yani. İstihbaratınız var. Ayrı ayrı birbirinden farklı üç dört tane İstihbarat var Türkiye’de. İsimlerini söylemeyeceğim ben onların. Sonra dünya istihbaratı ile müşterek şeyleriniz oluyor sizin, projeleriniz oluyor. Bunları yerli yerinde tesbit edin, o projeleri. O bir avuç eşkıyanın hakkından gelin. Kuşatın onları, lokalize edin... Allah’ım birliğimizi sağla. Lütfeyle, aramızı telif buyur, bizi ittifaka muvaffak kıl. O hakkı kötektir olan bunlar. Allah’ım onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz (Amin!), evlerine ateş sal (Amin!), feryatlarını figan sar (Amin!), köklerini kes (Amin!), kurut ve işlerini bitir (Amin!).”

Başta da dediğim gibi bu yazı sadece kuşbakışı bir değerlendirme. Benim izlenimim, Fethullah Gülen düşüncesinin yıllardır kıyasıya eleştirdiğim Kemalizm’den tek farkı üstüne bir de dinsel muhafazakârlık eklenmiş olması. Doğrusu bu da öyle küçük bir fark değil. Görünüşte ya da kamuya açıklanan yüzünde Gülen düşüncesi çok kültürcü, hoşgörülü, uzlaşmacı görünüyor ama biraz kazıyınca altından cemaatçi, milliyetçi, dışlayıcı, devletçi, askerci bir yapı çıkıyor. Bugünün boğucu atmosferi muhtemelen bu zihniyet haritası ile ilgili.

Bu düşünceyle yetişmiş kadroların Türkiye’nin kronik sorunlarına çözüm getireceğini beklemek ise tam bir hayal.


Özet Kaynakça: 

Doğu Ergil, 100 Soruda Fethullah Gülen ve Hareketi, Timaş Yayınları, 2010; 

Laik Devlet ve Fethullah Gülen Hareketi
, (Der: M. Hakan Yavuz & John L. Esposito), (Çev: İbrahim Kapaklıkaya), Gelenek Yayınları, İstanbul, 2004; 

Medya Aynasında Fethullah Gülen/Kozadan Kelebeğe, (Derleyenler: Mustafa Armağan & Ali Ünal), Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999,

Eyüp Can, Fethullah Gülen Hocaefendi ile Ufuk Turu, Ad Yayıncılık, 1996;

Mehmet Gündem, Fethullah Gülen’le 11 Gün, Alfa Yayınları, 2005; 

Kırık Testi, Bir Damla Ülke Kalmış Zaten, Zaman Kitap, 2003;

Metin Özer, “The Gülen Movement: Perceptions of Democracy, Secularism, Religion and Public Sphere”, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2007 yılında kabul edilmiş master tezi;

Yavuz Çobanoğlu, “Fethullah Gülen’de Sosyal Ahlak Tasavvuru” Ege Üniversitesi’nde 2008’de kabul edilmiş doktora tezi. 

Video konferanslar için bkz. http://diyarbakirhaber.gen.tr/haber-3229-Fetullah-Gulenden-Sok-Fetva.html;

http://www.dailymotion.com/video/xei7oz_fethullah-gulen-yn-kurt-ve-alevy-du_shortfilms