Cafer Solgun / Demokrat Haber
 

Bir internet sitesinde (hurhaber.com) gündeme ilişkin “Kürt aydını” (evet, köşesinde isminin hemen altında “Kürt aydını” yazıyor…) sıfatıyla yazılar yazan ve kamuoyunda “Balıkçı” kod adıyla tanınan (Şu an hatırlamıyorum ama bu kod adını kendisine MİT vermişti galiba) İlhami Işık, 2 Nisan günü “Kürtlerin İsmail Beşikçi’ye bitmeyen diyet borcu” başlığıyla bir yazı yazdı…

Yazı, baştan sona Kürtlerin “Sarı Hoca”sı İsmail Beşikçi’yi, en hafif tabirle söyleyeceğim, itibarsızlaştırma gibi olmayacak bir kasıtla kaleme alınmış. Yazarın kastı “olmayacak bir şey”, çünkü kırk tane “Balıkçı” yan yana gelse, yaşamı ve emeğiyle Kürtler var olduğu sürece onların “değer” olarak hafızalarına kazıdıkları bir onur ve saygınlık abidesi olan Beşikçi Hoca’nın itibarına en ufak bir leke dahi süremezler…

Öncelikle şu “Kürt aydını” sıfatıyla ilgili birkaç şey söyleyeceğim.

Malum, “aydın” olmak Türkiye’de oldum olası çok ucuz… Türkçe’de hiçbir kavram yoktur ki bu kadar basitleştirilmiş, ucuzlatılmış olmasın… Eli kalem tutan kendini “aydın” diye lanse etmeyi kendisine hak belliyor. Hele bir de hasbelkader Kürt ise, bu “aydın” olma hali bu aralar daha da kıymetleniyor. Olabilir. Herkesin “aydın” olma hakkı var; bunun için bir yerlerden “diploma” filan gibi bir belge de alması gerekmiyor tabii. Ne var ki, bazılarının “etik” demeyi tercih ettikleri ahlak diye bir şey de var. Hala var. En azından benim gibi olduğuna inananlar var…

Kendi bakış açımı da yazmış olayım. Naçizane yıllardır yazan, çizen, kitapları olan, PEN üyesi bir yazarım. Halihazırda yayınlanmış 7 kitabım var. Yüzlerce de memleket meselelerine dair gazete ve dergilerde yayınlanmış makalelerim, haberlerim, haber dosyalarım ve yazı dizilerim… Tamamen kendi iradem dışımda benim için de “aydın” diyenler oluyor, hem de “ezber bozan aydın” filan gibi beni mahcup eden şekillerde. Ama ben kendimi bugüne değin hiçbir zaman “aydın” olarak lanse etmedim. Ağzımdan, dilimden, kalemimden böyle bir sıfat çıkmadı. Hem Kürt, hem Alevi, hem “ezber bozan” bir “aydın” olmanın cazibesine, şükür, kendimi kaptırmadım. Çünkü, hayata karşı duruşumda temel düsturum, ahlaki olmaya, vicdanlı davranmaya özen göstermektir. Ahlaki ve vicdani anlayışım, bu kadar ucuzlatılmış bir payeyi kendime yakıştırmama engel oldu.

Çünkü bu ülkede İsmail Beşikçi diye bir olgu var… İsmail Beşikçi, gerçek bir aydındır. Bu sözcüğe her ne anlam yüklüyorsak, Beşikçi Hoca işte odur. Ve ülkemizde “aydın” olarak tanımlanmayı hiçbir tartışma, kuşku ve muğlaklığa meydan vermeden hak eden insanların sayısı, kavram bu denli ucuzlatılmış olmasına rağmen, o kadar çok değildir. Üç tane isim sayabileceksek, Beşikçi Hoca, birincisidir… İsteyen “ilkel” bir hassasiyet olarak değerlendirebilir, ama İsmail Beşikçi gerçek bir aydındır ve ben kendimi onunla eşitleyecek bir sıfatlandırmayı kendime yakıştırmayı düşünemem, bunu kendim için zûl addederim…

Bunun için artık bir nedenim daha var: Madem ki İlhami Işık bir “Kürt aydını”dır; ben kesinlikle değilim…

Şimdi mevzunun aslına geleyim…

“Balıkçı”nın yazısını okuyan ve İsmail Beşikçi’yi bilmeyen, tanımayan biri sanır ki Beşikçi ağzını her açtığında aydın olma onurunu korumak için ödediği bedelleri Kürtlerin kafasına çakan biridir… Sayın Balıkçı (yazıları bu adla duyurulduğuna göre bu sıfatlandırmaya da bir itirazı yoktur sanıyorum), önce Beşikçi’yi bu şekilde lanse ediyor ve sonra da Gazi Muhammed’den başlayarak (daha eskisine de gidebilirdi) ölülerimizin bazılarının adlarını zikredip “bunlar da bedel ödemedi mi?” diye soruyor, aklınca Beşikçi’nin bedelini sıradanlaştırmış oluyor…

İlhami Işık’ı bilmem, ama ben Beşikçi’yi 1987 yılından beri tanıyorum. Ev halini de bilirim, mahpus ortamındaki halini de. Kendisiyle 7 yılı aşkın bir süre aynı mahpus damında birlikte de kaldık. Ben bugüne kadar Beşikçi Hoca’dan “Kürtler için çok çektim, bu dava için çok bedel ödedim” veya bu anlama gelebilecek herhangi bir söz duymadım, okumadım… Balıkçı türü insanların dilinde manasını kaybeden, düpedüz insanda iğrenti duygusu uyandıran bu “bedel ödeme” ağzıyla konuşmayı, Hoca, hiçbir zaman kendine yakıştırmamıştır. Birisi bunu söylediğinde mahcup olan, yüzü kızaran biridir o… Dolayısıyla, açık yazmak durumundayım, “Balıkçı” kod ismiyle tanınan “Kürt aydını” İlhami Işık’ın yaptığına düpedüz ahlaksızlık denir…

Beşikçi, aydın olmanın onurunu korumuştur. Hayat hikayesini uzun uzadıya anlatacak değilim, “Kürt” demenin suç olduğu yıllarda resmi ideoloji inkarcılığına ve onun ideolojik karargahı durumundaki üniversitelere karşı bilimin diliyle karşı durmuştur. Bunun bedelini de, cesurca, onurluca ödemiştir. Ve bu duruşunu hiçbir zaman ne “kahraman” olmak için, ne Kürtlerin “Sarı Hocası” olmak için, ne de bir başka kişisel hesap yapmak için kullanmamıştır… Bunu İlhami Işık’ın havsalası almıyor olabilir, ama Kürtler İsmail Beşikçi’yi, Abdullah Öcalan “Kürtlerin Ziya Gökalp’i olmak istiyor” diyerek eleştirdiği zaman BİLE sevmeye, saygı duymaya devam etmiştir…

İlhami Işık’ın bu sevgi ve saygının anlamını idrak etmesine katkısı olur mu bilemem, ama hatırlatmak istediğim bir başka şey de şu: Beşikçi, kendi bakış açısından şu anda PKK ve BDP’yi en net şekilde eleştiren kişidir. Ama aynı Beşikçi, BDP tarafından oluşturdukları Siyasi Danışma Kuruluna seçilmiştir. Son olarak Hükümetin oluşturduğu “akil insanlar” komisyonuna önerilmiştir. Beşikçi Hoca’nın yer yer çok sert ifadelerle eleştirdiği Kürt siyasi hareketi nezdinde hala saygı gören bir isim olmasının sebeb-i hikmeti üzerine sayın Balıkçı’nın hayli düşünmesini öneririm…

Balıkçı, Kürtlerin ödediği bedelleri saymış, sıralamış, “bunlar da bedel ödemedi mi” diye… Gazi Muhammed’den başlayıp Necmettin Büyükkaya’ya, Mazlum Doğan’a kadar gelmiş…

Balıkçı bunları herhangi bir kişiye değil, İsmail Hoca’ya söylüyor… Yani yüzsüzlüğün, utanmazlığın bu kadarına “pes!” dedirtiyor…

Balıkçı Bey! Sen Kürtlerin tarihini kimden okudun, nereden öğrendin bilmem, ama Kürtlüklerinin bilincinde olan Kürtlerin büyük çoğunluğu, tarihlerini Beşikçi’nin kitaplarından öğrenmişlerdir. Hala bile öyledir… Kusura bakma, Kürtlerin acılı tarihlerini Beşikçi Hoca’ya anlatmaya, öğretmeye yeltenmek, evet, tam bir yüzsüzlük ve ar, haya duygusundan yoksun olmak tavrıdır…

Balıkçı’nın yazısına bakacak olsanız, bu kadar da değil, Beşikçi adeta kana susamış, “savaşçı”, Kürdün “ölü” olanını seven bir canavardır…

Balıkçı, Beşikçi’nin, “devlet olmak için savaşmıyorsanız ben sizi tanımıyorum” dediğini iddia ederek, bunun “aşağılayıcı bir dil” olduğunu belirtiyor. Ve kendi kurduğu cümlenin tercümesini de yapıyor: “Siz ölüyseniz biz sizi seveceğiz”. Devamla, son derece üstten bir dille, “Şunu artık herkesin bilmesi gerekiyor: Kürtler artık yaşamak istiyorlar. Bizim yaşayan Kürtleri seven aydınlara saygımız olacaktır. Ölü Kürt seven aydınlara saygımız olmayacaktır” diyor, kendince “işi” bitiriyor…

Sayın Balıkçı, siz Beşikçi’yi, Ak Parti karşıtlığını PKK ve Kürtler üzerinden sürdürme projeleri çökmüş Cihangir entelleriyle karıştırıyorsunuz galiba…

Beşikçi, “benim dediğim gibi yapmazsanız ben de sizi tanımıyorum” ne zaman, nerede demiştir?

Beşikçi’yi bir “ölü Kürt sevici” olarak lanse etmeye utanmıyor musunuz?

Beşikçi Hoca’yı sevmek, sevmemek, beğenmek, beğenmemek, saygı duymak, duymamak tamamen kişisel sorununuz ve tercihinizdir. Ama Beşikçi’yi itibarsızlaştıracağım diye bu kadar yüzsüz ve utanmaz olduğunuz zaman, işte orada durmanız gerekir…

Beşikçi Kürtlerin hakkını hukukunu onların insanlık ailesinin eşit ve onurlu bir unsuru olarak yaşayabilsinler diye savunmaktadır; ölsünler diye değil!

Beşikçi Kürtlerin hakkını hukukunu Kürtlerin daha çok ölmek yoluyla elde edebileceklerini değil, devletin ve uluslararası camianın onların bu haklarını tanımaları gerektiği fikri üzerinden savunmaktadır.

Beşikçi kendi görüş ve düşünceleriyle tutarlı olarak kalıcı ve sağlıklı bir barışın ancak devletin Kürtlerin diğer halklar kadar eşit ve özgür olma hakkını tanınmasıyla mümkün olduğuna inanmakta ve bunu savunmaktadır.

Beşikçi, Ak Parti’nin “demokratik açılım” siyasetini desteklerken de aynı Beşikçi idi ve bugün de öyledir…

Beşikçi için yukarıda örneklendirdiğim sözcükleri sarf edebilmek aymazlıktır…

Balıkçı’nın yazısının meramlarından biri de, “Beşikçi bedel ödedi diye onu eleştirmeyecek miyiz?” fikrine dayanıyor…

Elbette ki eleştirilir… Ama üslubuyla, adabıyla ve bir düşünceye karşı temellendirilmiş bir başka düşünce ileri sürerek; hakaret ederek değil!

Bir düşünsel tartışmada üslup ve adaba genel olarak da dikkat etmek gerekir, ama söz konusu olan İsmail Beşikçi ise, orada üslup ve adaba daha fazla dikkat etmek gerekir; hele ki bir “Kürt aydını” olmak iddiasında iseniz…