Dün 15 gazetenin birinci sayfalarını inceleyince tehlikenin büyüklüğünün bir kez daha farkına vardım. Haberlerin içeriğinden yerlerine, hatta fotoğraflarına kadar neredeyse hemen hepsi birbirinin kopyası gibiydi. “Neden gazetelerin birçoğu neredeyse birbirinin kopyası olarak çıkıyor” sorusunun en önemli yanıtı Türk medyasındaki haber ajanslarının sayısının son yıllarda büyümesinde gizli. Dünyanın hiçbir ülkesinde 5 hatta 6 ayrı haber ajansının rekabete tutuştuğu bir ‘medya pazarı’ göremiyorsunuz. Bunun medyadaki sermaye yapısıyla önemli bir ilişkisi var. Birkaç gazete ve televizyon kanalı sahibinin, bir habere aynı ‘plazadan’ birkaç tane muhabir kameraman yollamak yerine, bir havuzdan (haber ajansı) bu haber akışını yönlendirmek istemesi çok daha kârlı ve güvenli bir operasyondu. 

Araçların benzin giderlerinden muhabir maaşlarına kadar tasarruf sağlanıyor, ‘istenmeyen’ ya da kazara gözden kaçabilecek ‘rahatsız edici’ haberlerin de önüne geçiliyordu. Bu yüzden en iyi muhabirler, kameramanlar haber ajanslarına geçmeye ve ajans haberciliğinin doğası gereği tektipleşmeye başladılar. Bir süre sonra kendi yayın organlarını besleyen bu ajanslara diğer gazeteler (ve haber kanalları) da abone olunca bütün haberler medyaya aynı musluklardan akmaya başladı.
Ankara’da hâlâ haber büroları duruyordu ama orada da ciddi bir akreditasyon ‘sarı basın kartı’ baskısı yaşanıyordu. Muhalif olan ya da en ufak eleştiride bulunan hatta bırakın eleştirmeyi, soru soran muhabirler bile bakanların, başbakanların yanına yaklaştırılmamaya başlandı. Neredeyse bütün Ankara temsilcileri birer ‘ilişki koordinatörüne’ evrildi. 

Ekonomi sayfaları 
Ekonomi sayfalarında ise benim PR gazeteciliği dediğim yeni bir plaza gazeteciliği son yıllarda ‘piyasayı’ ele geçirdi. Pek çok gazeteci patronların masasından, davetlerinden başını kaldıramıyor. Köşelere sıkışmış birkaç muhalif gazeteciyi saymazsak ne hükümetin para politikasını ne Türk burjuvazisinin yatırımları hatta hepsini geçtim dünyada ekonomik dengelerini bile eleştiren hemen hiç kimse ekonomi sayfalarında tutunamıyor. İşçiler, çiftçiler, orta sınıf ekonomi sayfalarına çoktandır giremiyor. Hangi gazete olursa olsun açın bir ekonomi sayfasını bakın karşınıza haberden çok promosyon, tanıtım ve övgü haberleri göreceksiniz. Bunda piyasanın yetenekli pek çok ekonomi habercisinin yıllar içinde büyük şirketlere PR’cı olarak transfer olmasının da rolü büyük. 

Spor sayfaları 
Spor sayfaları ise kendi yarattıkları bir canavara yenilmiş durumdalar. Futbol mu spor sayfalarında böylesine büyük yer buldu yoksa spor sayfaları bu kadar yer verdiği için mi futbol bu ülkede sporun neredeyse tamamını ele geçirdi, inanın cevabını bilmiyorum. Spor sayfaları pozisyon tartışmaları, futbolcu transferleri ve gazetecilik yerine taraftarlık yaparak yayın hayatına devam ediyor. Futbolun sosyolojisi, ekonomisi, hatta hukuku bile doğru dürüst tartışılamıyor. Pek çok futbol yorumcusu fanatik taraftar baskısı nedeniyle zaten bu tür konulara girmeye çekiniyor. Siyaset ve ekonomideki yandaşlaşma ve güçlünün yanında saf tutma olgusu spor sayfalarında da kulüpleşme olarak kendisini gösteriyor. 

Kültür ve magazin 
Dış politika sayfaları yabancı ajans çevirilerinden oluşuyor. Çoğu gazetede zaten yok denecek kadar az. Kültür-sanat sayfalarının yerini ise magazin alalı çok oldu. Magazinin de eski tadı yok. Zira nasıl haber merkezleri haber ajansları havuzuna sırtlarını dayadıysa, magazin gazeteciliği de sosyal medyaya sırtını vermiş durumda. Magazin haberlerinin yarısı sosyal medyada konuşulanlardan çıkıyor. Kalan kısmı ise ikiye bölünüyor. İlk bölümünde cemiyet dediğimiz ortalıkta dolaşan 100 civarı zengin ve botokslu kadın fotoğrafı var. Bu kadınların ne giydikleri, hangi davete gittikleri dön dolaş magazin haberi olarak sunuluyor. Birkaç moda polisinin objektif gözlemlerini saymazsanız burada da cemiyet hayatının akreditasyon kriteri hüküm sürüyor. Magazin haberlerinin diğer kanadını ise dizi filmler ve bu dizilerin kahramanları oluşturuyor, o kadar... 

Televizyonun durumu 
Türk haber televizyonculuğundaki durum da bundan çok farklı değil. Yazılı basının durumunun tektipleşmesinin gölgesi televizyon haberciliğinde yaşanıyor. Türk basınında ‘özel haber’ müessesesi çok zaman önce öldü. Sadece siyasette değil tüm habercilikte otosansür bir zehir gibi damarlarımızda dolaşıyor. Peki bu durumu kim yarattı? Türk basının bugününü eleştireceksek bugüne getirenleri eleştirerek yani çuvaldızı kendimize batırarak başlayabiliriz.
Bu ülkede Türk basınının kimi ‘duayenleri’ plazalarında hükümetler kurup, evlerinde koalisyonları yıkarken siyaset mühendisliğine soyunup, bankalar batırırken, şanlı genel yayın yönetmenleri TÜSİAD üyeliği ile gurur duyarken, etrafında böylesine kirli bir değişim yaşanırken, fildişi kulelerindeki ‘büyük gazeteciler’ hangi gazeteye ya da hangi kanala milyon dolarlık transfer ücretleriyle kapak atarım hesabındaydı. Bugün saygınlığı ve güvenilirliği ‘sıfır çeken’ tektip basına el birliği ile işte böyle geldik, getirildik. Bugün basının durumundan şikâyet edenlerin büyük bir kısmı (aralarından birkaç tanesini saymazsanız) bizzat bu düzenin kurucuları, bekçileri, düne kadar işbirlikçileri... Bizi bu maymunlar cehennemine onlar hapsettiler, şimdi kendi maymunluklarıyla ne kadar övünseler az... (Radikal)