Kürt coğrafyasından duymaya alışık olmadığımız bir ses yükseliyor. Kendilerine “Kürdistanlı anarşistler” diyen 10 kişilik bir kolektif, Eylül 2010’dan beri "Qijika Reş" isimli bir dergi çıkarıyor. "Kara Karga" anlamına gelen Qijika Reş, Diyarbakır, Batman, Hakkâri, İstanbul, Ankara ve Almanya’da satılıyor. Dergi, 1250 adet basılıyor ve hızla tükeniyor. 

Kürt siyasal hareketine içerden eleştiriler getiren, iktidarı, hiyerarşiyi ve otoriteyi sorgulayan bu dergi bölgede ciddi tartışmalara yol açıyor. "Önderlik" kurumunu sorgulayan grup kimi kesimlerce “hain” ilan edilirken, dergileri birçok yerde yasaklanıyor. Yine de sözlerini söylemekten çekinmeyen Kürt anarşistlerle www.t24.com.tr  için Diyarbakır'da Hazal Özvarış buluştu ve sordu: 

Abdullah Öcalan dergiyi okuyor mu? PKK içinde anarşistler var mı? Tehdit altındalar mı? Kürt anarşizmi ve ana akım Kürt siyaseti nerelerde karşı karşıya geliyor? Öcalan’sız bir Kürt hareketi mümkün mü? Kandil’in dergiye tepkisi ne oldu? Anarşistlerin anti-militarist söylemleri PKK için de geçerli mi? 

Özel söyleşilerle çıkacak beşinci sayısı yakında raflarda olacak Qijika Reş’in yazarlarından Zozan ÖzgökçeRawin SterkRamazan Kaya ve destekçilerinden Belma Yıldıztaş’ın  T24'ün  sorularına verdikleri cevaplar şöyle: 


- Anarşizmin ana akım Kürt siyasetiyle çakıştığı ve çatıştığı noktalar neler? 

Ramazan Kaya:
 Bu sorunun cevabı, Kürt siyasal hareketinin hangi dönemine baktığımıza bağlı olarak değişir. Hareketin son dönemde ortaya koyduğu ideolojik paradigma, anarşizmin özgürlükçü literatüründen önemli oranda beslenen, anarşizmin tarihsel mücadele yöntemlerinden esinlenen bir doğrultuda görünüyor. Komünalizmden, doğrudan demokrasiden, öz-yönetim kültürünü geliştirmekten söz eden, devlet ve kapitalizm karşıtı bir siyasal çizgi esas alınmaya çalışılmakta. Yüksekova’daki köy komünleri, yine Viranşehir’de hayata geçirilmeye çalışılan komün deneyimi özgürlüğün deneysel mekânlarını yaratmak adına heyecan verici gelişmeler. Buradan baktığımızda özgürlük tahayyülümüzle Kürt hareketinin ideolojik yönelimi arasında önemli fark yokmuş gibi gözükmektedir. 

Ancak hareketin özgürlükçü ideolojik çizgisiyle hareketin siyasal pratikleri arasında gözle görülür bir paralellikten söz etmek zor görünmektedir. Hareketin siyasal ve askeri aktörlerinin hareket üzerinde hâlâ çok ciddi bir hegemonyası söz konusudur. Küçük bir beldenin belediye başkanının kim olacağını bile merkez belirlemektedir. Yürütülen savaşta ve önemli siyasal kararlarda tabanın belirleyici rolünden söz etmek mümkün değildir. Hiyerarşik ve merkeziyetçi siyaset kültürü ve tartışılması teklif bile edilemez olan liderlik kültü olduğu gibi varlığını sürdürmektedir. Kürdistan’daki doğal kaynakların talanı, baz istasyonları, Türk burjuvazisinin bölgeye yatırımlar yapmasına yönelik çağrılar, Kürt orta sınıfını palazlandıran ihaleler, kentlerin belli semtleri arasındaki keskin uçurumlar, ekolojik ve anti-kapitalist bir belediyecilik politikasıyla bağdaşmamaktadır. 

“KOMÜNDEN BAHSETTİĞİMİZ YERDE BAŞKANA GEREK VAR MI?”

- Peki taban 'komünalizm, kent konfederasyonları' gibi terimleri anlıyor mu? 

Ramazan Kaya:
 Tabanın bu kavramların ideolojik içeriğini ayrıntılı bir şekilde bilmesine gerek olduğunu sanmıyorum. Önemli olan yeni politik doğrultunun Kürdistan’da nasıl bir karşılık bulduğudur. Yürütülen siyaset, halkın hayatına değen, halkı kapsayan bir pozitif dönüşüm yarattığında, değişimin hangi noktalarda olduğuna ilişkin tabanın farkındalığı da artacaktır. Anarşistlerin “Yap, göster” sözü bu bağlamda önemlidir. Bahsi geçen köy komünlerinde ihtiyaca yönelik bir üretim ve adil bir paylaşımın olması, üniversiteyi kazanan çocuklara ortak komünden bursların verilmesi, kadına yönelik şiddetin belli yaptırımlarla önlenmeye çalışılması yeni bir siyasal kültürün nüvelerini oluşturmaktadır. Devletçi solun, Mesih’in inmesini beklemesi misali o meçhul devrim şafağını bekleyemeye gerek yok. Ancak gerekli dönüşümün çok sancılı geçeceğini düşünüyorum. Komünden bahsettiğimiz yerde başkana gerek var mı? Doğrudan demokrasiden bahsettiğimiz yerde partiye gerek var mı? Sivil itaatsizlikten bahsediliyorsa orduya gerek var mı? Bu geçiş döneminin nasıl atlatılacağını yaşayarak göreceğiz.   

‘BU SAATTEN SONRA HİÇBİR KÜRT, ÖCALAN’DAN DAHA ÖNEMLİ OLAMAZ’ 

- Öcalan’sız bir Kürt hareketi hayal edebiliyor musunuz? 

R. Kaya:
 Öcalan, hareketin ruhani lideri ve Kürt ulusal kimliğinin kurucu miti olarak tarihteki yerini alacaktır. Bütün toplumların benzer süreçlerden geçerek uluslaştığını söylemek mümkün. Bu saatten sonra hiçbir Kürt artık Abdullah Öcalan’dan daha önemli ve daha değerli olamaz. Nasıl Türkiye Cumhuriyeti var olduğu sürece hiç kimse Atatürk’ten daha değerli olamayacaksa, Kürtler açısından da bu böyle kalacaktır. Ayrıca Kürt hareketi zaten şu an Öcalan’sız yürüyor. Ortada devasa bir organizasyon var. Bugün PKK’nin savaş konseyi artık savaş kararı aldığı zaman Öcalan’dan gelecek kararları çok da beklemiyor. Hareketin sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarında çok nitelikli kadroları var. Öcalan, davanın sembolü ve moral kaynağı konumunda ama Öcalan yarın fiziksel olarak ortadan kalksa bile hareketin varlığını sürdüreceğini düşünüyorum. 

“ERKEK TAHAKKÜMÜNE KARŞI ÖCALAN SİYASAL BİR SİGORTA”

Zozan Özgökçe:
 Bence Öcalan mitinin varlığını sürdürme biçimi Atatürk gibi olmayacaktır. Atatürk’ün kültü, dondurulmaya çalışılan bir toplumsallık üzerinden üretilmeye çalışılmaktadır. Ancak Öcalan ruhani lider olarak varlığını sürdürse de Kürt hareketinin kendi dinamiklerini üretme ve belli bir siyasal rotayı takip etme kararlılığı kolay kolay son bulmayacaktır. Kürtlerin gündemi, bakış açısı ve durduğu yer tarihsel ve güncel ihtiyaçlar doğrultusunda sürekli değişmektedir. Bir tek Öcalan’ın söyledikleri hareketi belirlemiyor, farklı siyasal bileşenlerin yarattığı enerji de hareketin rengini, söylemini ve taleplerini etkilemektedir. 

R. Kaya: 
Bugün MSF’de anarşistlerin de sunum yaptığı bir panelde, Emine Ayna: “Erkek tahakkümüne karşı Öcalan siyasal bir güvence, bir sigortadır” dedi. Bence bu çok doğru bir belirleme. Kürdistan coğrafyasında hüküm süren eşitsiz cinsiyet ilişkilerinin hareket içinde kadının aleyhine işleyen pozisyonuna, Abdullah Öcalan’ın bizzat kadının lehine müdahale etmesi, kadının aktif bir güç olarak kendisine özerk bir siyasal alan açmasını kolaylaştırdı. Bu da kadın öznelerin Öcalan’ın kadına öncelik tanıyan söylem ve analizlerini referans göstererek erkeklerin politik iktidarına direnmelerini ve kurucu politik figürler haline gelerek taleplerini mücadeleye eklemlemelerinin yolunu açtı. Kürt kadını açısından Öcalan ismine atıfta bulunmak, Öcalan’ın varlığına şükran duymak, erkeğin politik hegemonyasını yarmanın çıkış kapısı, erklenmenin en kısa yolu anlamına gelmektedir.  

Z. Özgökçe:
 Bir feminist olarak, Öcalan’ın “bunu tartışın” demesi üzerine feminizmi tartışmayı sorunlu buluyorum. Tabii ki de feminizm tartışılmalı ama bu daha çok hareketin kadın öznelerine dayalı bir şekilde gerçekleşmelidir.  

- Derginiz İmralı’ya gidiyor mu?

Rawin Sterk:
 Biz bu dergiyi İmralı’ya göndermeye çalıştık. Asrın Hukuk Bürosu'na gittik. Ancak Öcalan’dan bahseden ve Kürtçe yazının olduğu hiçbir yayını Öcalan’a ulaştırmamaya dair bir kuraldan dolayı dergi İmralı’ya ulaşmadı. Ama avukatları dergiyi beğendi ve her ay dergiyi istiyorlar, gönderiyoruz.  

“ÖCALAN DERGİYİ OKUDUĞUNDA DERGİYE OLUMLU ŞEYLER SÖYLECEK”

- Derginin üçüncü sayısında, Sami Görendağ’ın Öcalan’ın anarşizm algısına yönelik tepki toplayan bir yazısı yayımlandı. Öcalan okusa nasıl tepki verirdi? 

Z.Özgökçe:
 Öcalan okusaydı bence daha farklı değerlendirirdi. Öcalan’ı kutsal olarak addeden kitle Öcalan hakkında yazı yazılmasından, onun hakkında konuşulmasından veya onun yarattığı değerlerden söz edilmesinden bile rahatsız. Ancak Öcalan aksine her kavramın konuşulması ve tartışılmasını istiyor.   

R.Sterk:
 Bence, Öcalan dergiyi okuduğunda hem çok anlam biçecek, hem de dergiye olumlu şeyler söyleyecek. Öcalan bir sürü görüşme notunda "beni neden eleştirmiyorsunuz” demiştir. 

Belma Yıldıztaş:
 Gelişmenin tek yolu, farklı bakış açılarının ortaya çıkmasından geçiyor. Yazıda önderlik tartışılıyor, en çok öne çıkarılması gereken nokta bu. Öcalan da bunu anlayabilecek kadar akıllı bir adam. Bu eleştiri onu da geliştiren bir şey olacak. 

R. Kaya:
 Öcalan’ın, “Özgürlük Sosyolojisi” adlı kitabında anarşizme yönelik kısa bir değerlendirme var. Analizlerinin bir kısmı önemli yanılgılar içerse de “Orta Doğu’da özgürlük mücadelesinde anarşistler önemli bir müttefiktir” belirlemesi önemlidir. Öcalan, Sami’nin yazdığı o yazıyı okusaydı muhtemelen şöyle derdi: “Bu arkadaşlar, benim fikirlerimden yararlanıyorlar, beni anlamaya çalışıyorlar, ama ciddi anlamda eksik ve yanlış bir kavrayışları var” derdi. Bu bir Öcalan klasiğidir (gülüyor). 

- Demokratik Toplum Kongresi'ne (DTK) neden çağrılmadınız?
 
R. Kaya:
 Ana akım Kürt hareketinde partili olmayan siyasi oluşumları ciddiye almama tutumu var. Örneğin, feministlerin partisi olmadığından onları ne blokta, ne de çatı partisi kurma platformlarında müttefik bir güç olarak göremiyoruz. Ayrıca anarşistlerin, radikal feministlerin, ekolojistlerin ve eşcinsellerin gittikleri her yeri politik olarak sabote etmeleri ve yerleşik siyasal algıyı tersyüz etmeleri, hareketin yaratmaya çalıştığı konsensusu sarsacağından endişeleniyor olabilirler. Bu soruyu yine de DTK sözcülerine sormak lazım. Ben cevabını bilmiyorum. 

- BDP ve DTK, Türkiye genelindeki farklılıklara daha açık, Kürt coğrafyasındakilere daha mı kapalı? 

R. Kaya:
 Kürt siyasi platformlarına katılan bileşenler bir süre sonra Kürt siyasi hareketinin ideolojik hegemonyasına belli oranda tabi oluyorlar. Kürt hareketi tersinin mümkün olacağını bilse, bence çağırmazlar. Farklı siyasal geleneklerden gelen Şerafettin Elçi, Altan Tan genel olarak hareketin ideolojik hegemonyasını genişletme gerekliliğiyle aday yapıldılar. Sonrasında ise bildiğiniz gibi özerkliğin ilanı ve meclisin boykotu konularında ciddi çatırdamalar ve tartışmalar doğdu. 

‘VAN'DA KİMSE OKUMASIN DİYE 30 DERGİ SATIN ALDILAR’ 

- “Vatan haini” ilan edildiğinizi söylüyorsunuz, neden? 

R. Sterk:
 Aslında Kürt hareketinde anarşizme karşı önyargı yok, çünkü zaten hareket anarşist öğeler barındırıyor. Şu an KCK'den tutuklananlar DTK mensupları ve Kürt hareketinin buradaki batıdan görünmeyen aktörleriydi. Anarşizmi uygun biçimde pratiğe döken radikal demokrat insanlardı. Devlet onları toparlamasının ardından siyaset daha acemi, daha duygusal, zaman zaman liberalizme kayabilecek kişilere kaldı. Bize gelince Kürt hareketinin bize yönelik eleştirileri biraz da bizim üslubumuzdan kaynaklı. Çatışma yer yer uygun olmayan üsluplarla ve ortamlarda yaptığımız eleştiriler yüzünden çıkıyor. Bu normal bir durum. Biz de aslında anarşizmi yeni öğreniyoruz. 

B. Yıldıztaş:
 Anarşizm ilk bakışta insanlara korkunç gelen bir şey ama bir süre sonra onun olumlu taraflarını içselleştirebilecekler. 

Z. Özgökçe:
 Kürdistan’da eğer bağımsız işler yapıyor ve var olan ağ içinde yer almıyorsanız, “bizden değiller” bakışı doğuyor. Böyle bir durumda bir yok sayılma süreci yaşanıyor zaten. Qijikareş için de “bize karşı bir şeyler yazıyorlar”, “bu dönem bu olmamalıydı, şu yazılmamalıydı” benzeri geri dönüşler alıyoruz.  

R. Sterk:
 Örneğin, dergiyi satılması için Mezopotamya Kültür Merkezi'ne götürmüştüm. 1. sayıyı aldılar ama 2. sayıyı almadılar. Birçok yerde bu uygulamalarla karşılaşıyoruz. Hatta Van'da biri kitapevine gidip kimse okumasın diye 30 dergi satın alıyor. 

- Mezopotamya Kültür Merkezi'nin gösterdiği gerekçe neydi? 

R. Kaya:
 “Hareketin ve Öcalan’ın şahsına yönelik bir karalama kampanyası yürütüyorsunuz. Hareketin eleştirisi üzerinden kendinizi var etmeye çalışıyorsunuz” dediler. 

- Öyle misiniz? 

R. Kaya:
 Hayır, öyle bir tavrımız yok. 

'ÖCALAN, 'PARTİ İÇİ İNFAZLARIN ÜZERİNE GİDİLSİN' DEDİ AMA KİM GİDECEK?'

- Peki, bu bir paranoya mı? 

R. Kaya:
 Evet. Tüm sol örgütlerde görülen klasik bir paranoyadır. İnsanların kafalarında soru işaretleri oluşmasından, sorgulamalarından ve hareketin öncü kadrolarının taban üzerindeki hâkimiyetini yitirmesinden korkuyorlar. Öcalan’ın kendisinin de itiraf ettiği gibi, hareketin tarihinde haksız yere infaz edilmiş sayısı beş binlerle ifade edilen kadrolar var. Bu infazların hesabını kim verecek, çok merak ediyorum. Her türlü eleştiriyi yıkıcılık ve hizipçilik olarak algılayan, farklı söylem ve duruşlardan korkan, biat kültürünün hâkim kılınmaya çalışıldığı ortamlarda bu infazlar maalesef kaçınılmaz oluyor.  Öcalan, avukatlarla görüşmesinde “parti içi infazların üzerine gidilsin” dedi ama kim gidecek? Hangi siyasal güç veya özneler bunun hesabını lider kadrolarına sorma kudretine sahip ki?

-  Aynı zamanda PKK’ya bu infazları hatırlatan, hesap sorulmasını isteyen bir grup musunuz?

R. Kaya:
 Hatırlatmaların bir yaptırıma dönüşmesi veya sonuç verme ihtimali mümkün gözükmemektedir. Her hareketin bir resmi tarihi olduğu gibi bir de gayri resmi tarihi vardır. Tarihi kazananlar yazdığı için, kaybedenlerin tarihinin başka türlü bir isyanın mayasını oluşturması ve iktidarlara musallat olan bir lanete dönüşmesini temenni etmekten başka şansımız yok. 

“BİRÇOK KURUMDA DERGİMİZ YASAK”

- Siz benzer bir tehlikeyle karşı karşıya mısınız? 

R. Kaya:
 Açıkçası bir gün o aşamaya evrilebileceğini düşünüyorum ama henüz onların otlaklarına daha girmedik. Olur da bu özgürlükçü akıntılar bir gün güçlü bir çağlayana dönüşürse, 2000-3000 kişi kara bayraklarla sokaklarda isyan halayını oluşturursa, birileri gelir “siz ne yapmaya çalışıyorsunuz, derdiniz nedir?” diye hesap sormaya başlar. Ancak, şu an biz onlar için daha çok kafası karışık, mızmızlık yapıp ayak direten birkaç şımarık çocuk olarak gözükmekteyiz.

Z. Özgökçe: Ben örgütsel kararla değil de, kendisine durumdan vazife çıkaranlar tarafından saldırı veya benzeri hareketler olabileceğini düşünüyorum. Birçok kurumda dergimiz yasak. Biz daha çok sayı çıkarmaya devam edeceğiz, hatta gelecekte farklı kitaplar basmayı ve çeşitli etkinlikler yapmayı planlıyoruz. Yeni sayılar ve diğer çalışmalarımız gelecekte bize karşı kin ve öfke biriktirenler tarafından tehlike oluşturabilir. Kürdistan’da farklı yapılanmaların hepsi zaten birçok yönden bir tehlike altındadır. Biz kuşlar ve böceklerle ilgilenen bir dergi dahi olsaydık bağımsız bir şeyler yapmamız bir tehlike olarak görülürdü.   

‘PKK, DEVLET KORKUSUNU VE EFENDİLİK KÜLTÜRÜNÜ YOK ETTİ’ 

- Vicdani retçi misiniz?

R. Sterk:
 Evet. 

- Anti-militarist söyleminiz PKK için de geçerli mi?

R. Kaya:
 PKK’nin, devletin şiddetinin zorunlu sonucu olarak doğmuş meşru bir şiddet olduğunu düşünüyorum. Fanon’un şiddet tezlerinden çok istifade etmiştir. Devlet korkusunu, efendilik kültürünü yok etti ve Kürtlerin önündeki bariyerleri yıkarak Kürtlerin özne olarak çağdaş teorilerle ilişkilenmesine yol açtı. Özellikle sol ideolojideki ısrar, kadın, yoksul köylüler ve şehirlerdeki işçiler, öğrenciler üzerinde çok doğru yansımalar yarattı. Hareketin idealleri doğru olmakla beraber, mücadele yöntemleri ve örgütlenme modeli hep sorunlu bir durum arz etmiştir. Klasik Stalinist örgütlenme modeli olan, merkeziyetçi, otoriter ve hiyerarşik bir yapı hâkim oldu. Yani tabanın tavanı belirleme gücünün zayıf olduğu, Jakoben bir modernleştirme projesi söz konusuydu. Son dönemde modernleşmeci çizgiden bir vazgeçiş var ve gittikçe ağ örgütlenmesine benzeyen, tabanın kendini yönetebildiği modeller yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. 

‘HPG’NİN BAŞI DERGİYİ GÖRDÜĞÜNDE ‘BEN BUNU HER AY İSTİYORUM’ DEDİ’ 

- PKK içinde anarşistler var mı? 

R. Sterk:
 Kürt hareketinin en anarşist kanadı dağdaki kanadı. Otoriterlik ve hiyerarşi dışında neredeyse anarşist yaşıyorlar. Kandil’deki en tepedekilerin dergimizi okuduklarını biliyoruz. Legal alandaki hareket mensubu insanlardan sert tepkiler alırken, HPG'nin başı dolaylı yollardan dergi talep etti. 

- HPG’den derginize dair geri dönüş oldu mu? 

R. Sterk:
 HPG veya PKK’yle organik bir bağımız yok. Bir kişi hem bizi bireysel olarak vurmak, hem de dergiye karşı tavır oluşsun diye bizim dergiyi oraya götürerek “Bakın böyle bir dergi çıkarıyorlar, anarşistiz diyorlar ve önderliği eleştiriyorlar, yaptırım kararı almamız gerekiyor” demiş. Çünkü Kandil, “dergiyi yasaklayın” dediğinde buradakiler açık bir tavır alır. Ama HPG’nin başı Nurettin Sofi dergiyi gördüğünde “Ben bunu her ay istiyorum” diyor. Böylece bize burada uygulanan durum, Kandil'de frenlendi. 

‘DAĞ OVADAN DAHA DEMOKRATİK’ 

- Kandil’de derginizin okunuyor olması ne demek? 

R. Sterk:
 Dağdakiler, Öcalan'ın söylediklerini bir ayet gibi algılamıyor. Kürtçe’de arkadaş anlamına "heval Öcalan" demek burada dayak yemek sebebi oluyor. Ama burada Öcalan, tabulaşma noktasındayken orada Öcalan’ın da bir insan olduğu noktasından bakıyorlar. 

- Dağ, bu konuda ovadan daha mı demokratik? 

R. Sterk:
 Kesinlikle daha demokratik. Sıkı bir bağlılık söz konusu olsa da eleştiri de yapılabileceği bir ortam var. PKK'de eleştiri ve özeleştiri mekanizması vardır. Her şey buna tabidir. PKK'nin taviz vermeyeceği çok az noktadan bir tanesi de budur. En ufak hareketine dönük özeleştiri yapmak zorundasın ve arkadaşını da eleştirmelisin. 

- Anti militaristsiniz ama ‘PKK meşrudur’ diyorsunuz, ‘PKK’da eleştiri temeldir’ diyorsunuz ama eleştirenlerin infaz edilmesinden bahsediyorsunuz. Bunlar fazlasıyla çelişkili değil mi? 

R. Kaya:
 Egemenlerin şiddetiyle, ezilenlerin başvurmak zorunda kaldığı şiddetin aynı kefede tartılabileceğini düşünmüyorum. Ezilenlerin şiddeti, yasa-koyucu devlet şiddetine karşı bir anlamda Walter Benjamin’in “ilahi şiddeti”dir. Ancak her “ilahi şiddet”in, günün birinde siyasi elitlerin iktidarlarını sağlamlaştırma terörüne dönüşme ihtimali de her zaman mümkündür. PKK, elbette karşı-şiddeti daha farklı kullanabilirdi. Bu kadar devasa hiyerarşik bir ordu yapılanmasına dönüşmek yerine daha esnek ve iktidarın belli ekonomik kurumlarına yönelik sabotaj eylemlerini ve sivil itaatsizliği etkili kılarak sonuç alması mümkündü. Şiddette bu kadar uzun süre ısrar etmeyebilirdi. Savaşın, insanları keskin saflara böldüğü bir iklimde farklı bir derdi dillendirmenin imkânları da ortadan kalkıyor. Savaş karşıtlığı veya şiddet karşıtlığı devletin şiddet tekeline ve militarist aygıtlara yönelik kitlesel bir muhalefete dönüşmediği sürece ezilenlerden silahlarını bırakmasını talep etmek her türlü eşitsizlik ve sömürü ilişkisini onaylamaktan veya üstünü örtmekten başka bir sonuç vermez. 

- BAZI ANARŞİSTLER BLOK’U DESTEKLEDİ. SİZ NEREDE DURDUNUZ? 

R. Sterk: 
Son seçimlerde İstanbul ve Ankara'daki anarşistler arasında çok yoğun bir tartışma yaşandı. Biz bir grup anarşistle birlikte Blok'u desteklemeye karar verdik. Anarşizm parlamenter sisteme karşı olsa da seçilecek kişilerin cezaevinde olması durumu değiştirdi.

R. Kaya: Ben oy kullanmadım. Ama oy kullanmayı anarşist ideallerden vazgeçiş veya temsili siyasete teslim olmak olarak görmüyorum. Madunların kendi adına konuşmasına destek sunmak, bazı insanların cezaevi koşullarından kurtulma mücadelesiyle dayanışma göstermek ve iktidarın siyasal tekerine çomak sokmak adına oy verilebilinir. Ben de bu arkadaşları gönülden destekledim. Ama hiçbir zaman temsili politikaları nihai bir mücadele yöntemi olarak görmedim ki bu arkadaşlar da öyle görmüyor zaten. Sami de “Benim oyum cezaevindeki bir tek insanın dışarı çıkmasına yarayacaksa amacına ulaşmış demektir” diyerek Van’dan blok adayı Kemal Aktaş’ı destekledi. Zozan da oy kullandı zaten. 

Z. Özgökçe:
 Ben bu süreçte oy vermemeyi düşünmedim bile. Kadın olduğu için öncelikle Aysel Tuğluk’a oy vermek isterdim ama oturduğum yerden aday olan Nazmi Gür’e oy verdim. 

‘DİYARBAKIR’DA FECİ BİR HİYERARŞİ VE KÜRT DİPLOMASİSİ VAR’

- Son soru, neden Diyarbakır değil de Van?

R. Sterk:
 Bu işi başlatan arkadaşların Vanlı olması bir etken ama böyle devam etmesi için bir gerekçe değil. Kürt siyasetinin merkezi, algılardaki başkenti olan Diyarbakır’da feci bir hiyerarşi ve Kürt diplomasisi söz konusu. Buranın artık kurtarılacak bir şeyi kalmamış. Diyarbakır’da olduğu kadar Van’a modernizm girmedi. Bu anlamda Van bayrak çekmiş bir noktaya gelsin diye de mücadele veriyoruz. Ayrıca, Van’ın alternatif bir durumu da var. Kendilerine anarşist demeseler de kendi aralarında başka bir tahayyülleri olan doktorlar var. Onlar da bir dergi çıkarıyor.