Geçtiğimiz hafta internet sitelerinde, gazetelerde ve televizyonlarda manşetten bir haber duyuruldu: Fehriye Erdal öldürülmüştü. Aynı haberin ajanslardan gelen halini Demokrat Haber de gördü, ancak ortada somut hiçbir bilgi olmadığı için bunu haber yapmadı.

Birkaç gün sonra Fehriye Erdal’ın avukatları kendilerinde ve ailesinde bu yönde bir bilgi olmadığını dile getiren ve basının çarpıtılmış haber anlayışını eleştiren bir açıklama yaptı. Birkaç gün önce Fehriye Erdal’ı “masraflı bir küçük balık olduğu için öldüren” medya bu haberi hiç görmedi. Maalesef bu haberi sadece Demokrat Haber verdi. (BURADA>>>)

Şimdi yine benzer bir durumla karşı karşıyayız.

Ya biz de diğerleri gibi “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyen üç maymunlardan olacağız, ya da gerçeklerin iletilmesini, bilinmesini sağlayacağız…

Sabah Gazetesi TİKKO adıyla bilinen, halk arasında Partizancılar tabir edilen, son olarak Maoist Komünist Partisi (MKP) adını alan ve Tunceli (Dersim) bölgesinde faaliyetleri yoğunlaşan örgütle ilgili bir haber yaptı.

Haberle ilgili biz yorum yapmayacağız. Ama o haberde adı geçen ve MKP’nin Genel Sekreteri olduğu iddia edilen Kemal Kutan’ın haberi, iddiaları ve kendi açıklamalarını içeren “tekzip” metnini haber değeri taşıdığı ve tekzip hakkına saygı gereği birebir aşağıda bilginize sunacağız.

Sabah ve Samanyolu TV’nin bu tekzibi yayınlamayacağını, diğer medya organlarının da hiç itibar etmeyeceğini biliyoruz.

Tekzibi kısaltmak, düzenlemek yoluna da gitmeyip olduğu gibi yayınlayacağız ki...

İşte Kemal Kutan’ın yazdıkları:

 

AKP-Gülen Cemaatine yakın basın yayın kuruluşları üzerinden şahsıma yönelik yürütülen karalama kampanyası hakkında açıklama

7 Mart 20011 tarihli Sabah gazetesinde ve hemen peşinden Samanyolu TV, Küre TV ve kimi yerel gazetelerde hakkımda çıkan asparagas haberler üzerine; halka karşı duyduğum yüksek sorumluluk bilinci ve haklarımı, onurumu ve yaşamımı koruma, örgütlü suç odaklarına halkın dikkatini çekme ve toplumun ilerici kesimlerini temsil eden insanların karşı karşıya bulunduğu tehlikelere işaret etmek için bir açıklama yapmam zorunlu hale geldi.

Söz konusu gazete ve TV kanallarında Ulaş Özel’in itirafları olarak yayınlanan seri yazı ve haberlerde benimle ilgili olarak ve daha önce üyesi olduğum parti hakkında asılsız iddialarda bulunulmaktadır.

Sabah gazetesinde Ertuğrul Erbaş adıyla ve “Telsiz emriyle kurtulan Terörist” başlığıyla yayınlanan yazıdan ilgili bölüm şöyle:

 

'MAĞARADA KISTIRDIK'

18 Nisan 2005 günü Tunceli- Ovacık- Kırkmerdiven bölgesinde MKP/HKO terör örgütünü sıkıştırdık. Örgütün üst kadrosu dahil tüm örgüt mensupları mağaranın içerisinde idi. Mağaranın tek çıkışı vardı. Arkadaşım Munzur kod adlı İshak Talay ayağından yaralandı. Biz hırs yaptık ve mağaranın girişini ele geçirdik, mağara girişinde iki örgüt mensubu öldürüldü. Ankara'dan Jandarma Özel Asayiş Komutanlığına bağlı bir tim takviye geldi. İçeride MKP/HKO Genel Sekreteri Ali Haydar kod adlı Kemal Kutan ve terör örgütünün üst düzey sorumlularının da bulunduğu 25 kişilik grup avucumuzun içindeydi. Bu bilgiyi harekat merkezine telsizle bildirdik. Aradan 5 dakika geçmeden operasyonun iptal edildiği, çekilmemiz gerektiği telsizle bildirildi. Mağaraya atılacak gazlarla dışarı çıkmalarının sağlanması yani canlı olarak yakalanmaları da mümkündü, çatışmayla da yakalanabilirlerdi. Ve bu operasyonda hiçbir askerin burnu kanamayacaktı çünkü militanlar mağarada hapistiler. Hiçbir şey yapmadan beklesek bile MKP/HKO terör örgütünün tamamını ele geçirebilirdik. Telsizden anons geçildi ve bizlerin geri gelmemiz istendi. Operasyon yapılması istenmiyordu. İçeride ajanların olduğu bilgisi geldi. Terör örgütünün lideri devletin adamıydı. Ali Haydar kod adlı Kemal Kutan'ın mağaranın içinde olduğu bilgisi üzerine operasyon iptal edilmişti.

OPERASYON TELSİZ EMRİYLE BİTTİ

İl Jandarma Alay Komutanı N.D., "EGE-5'in talimatı var, içeride Kemal Kutan olduğu için çekiliyoruz" dedi. Yani emrin Ankara'dan üst düzeyde bir paşadan geldiğini söylediler. Biz çekildik... Herkes sitem ederek çekildi. Hepimiz şaşırdık. Ama emir-demiri keser mecbur geri çekildik. MKP terör örgütü bitirilecekken yaşamasına fırsat verildi... Terör örgütünün lideri ajan olur mu? Olamaz. Böyle bir şey kabul edilemez."

http://www.sabah.com.tr/Yaşam/2011/03/07/telsiz_emriyle_kurtulan_terörist

* * *

Samanyoluhaber’in Sabah gazetesine dayanarak verdiği ve yine 7 Mart 2011 tarihli yayınında ise şu iddialara yer verilmektedir:

Balyoz karşıtı pasaya şok tuzak !

'Tunceli'de yapılan operasyon Jandarma Bölge Komutanı Mustafa Bıyık'ın tasfiyesine yönelik'

JİTEM'ci Ulaş Özel'e göre, 6 askerin şehit olduğu ve Balyoz planı karşıtı Tuğgeneral Bıyık'ın da son anda ölümden döndüğü 2000'de Tunceli'de yapılan operasyon Mustafa Bıyık'ın tasfiyesine yönelikti.

JİTEM'ci Ulaş Özel'e göre, 2000'de Tunceli'de yapılan operasyon Jandarma Bölge Komutanı Mustafa Bıyık'ın tasfiyesine yönelikti. Operasyonda 6 asker şehit oldu, Balyoz planı karşıtı Tuğgeneral Bıyık da son anda ölümden döndü.

Ulaş Özel verdiği ifadelerde hiç de yenilir yutulur cinsten olmayan bir iddiayı da ortaya attığı öğrenildi. O iddianın göbeğindeki isim dönemin Tunceli Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Mustafa Bıyık. JİTEM ajanı Özel'in 2000 yılında komutana yönelik bir tasfiye planının devreye sokulduğunu ileri sürdüğü belirtildi. "09.01.2000'de Tunceli Ovacık Havacur mevkiinde MKP örgütünün kış üstlenmesine yönelik bir operasyon yapılacaktı. Bu operasyon için Elbistan cezaevinden kış üstlenmesi ile ilgili alındım. Ben ve yanımda Bektaş kod adlı Harun Çelik alınarak Tunceli ili Ovacık ilçesine götürüldük. Burada istihbari ve keşif çalışmaları yaptık. Yaptığımız çalışmalar sonucu grubun yerini tespit ettik.

Grubun ayak izleri ve kış üstlenmesinde kalmış oldukları yer tespit edildi. Kış olması ve havanın kararması nedeniyle operasyonun sabah saatlerinde yapılmasının uygun olacağını, aynı zamanda örgüt mensuplarının bulunduğu yerin kale gibi güvenlikli olduğunu tespit ettik. Buraya hava destekli ve güçlü bir operasyon yapılması gerektiğini söyledik. Bu düşüncelerimizi o dönemin Tunceli İl Güvenlik Komutanı Tümgeneral D. B., Tunceli Jandarma Bölge Komutanı Mustafa Bıyık, 51. İç Güvenlik Komutanı Tuğgeneral Hulisi Akar, 34. İç Güvenlik Tugayı Komutanı Naci Bestepe ile birlikte yapılan toplantıda söyledik. D. B. telefon ile 3. Ordu Komutanını aradı, durumu bildirdi, 3. Ordu komutanı sabah operasyon yapılmasını istedi. Ben ve Harun Çelik de operasyon sabah olsun istiyorduk. Ancak D. B. hemen girelim dedi ve 2 timle operasyon başlatıldı."

KASITLI OPERASYON

"Kış olduğundan örgütün kaçma ihtimali yok... Ormanın bulunmadığı çıplak arazide terk edilmiş bir evin içerisinde kanallar yaparak kış üstlenmesini gerçekleştirmişler. Gündüz gözüyle kobra helikopterin havadan bombalamasıyla tamamı imha edilebilirdi. Köy evinde, arazi çıplak, mevsim kış, kaçma ihtimalleri yok, etraflarını çevirsen havan atışıyla bile tamamını etkisiz hale getirebilecekken anlamsız ve mantıksız bir şekilde, benim kesin olarak kasıtlı diye değerlendirdiğim operasyon yapıldı ve şehitler verdik. Bölge Komutanı Mustafa Bıyık, İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Bülent Yavuz, Jandarma Tabur Komutanı Yüzbaşı Ercan Çolak ve bunlarla birlikte 2 tim operasyona helikopter ile götürüldü. Ancak beni ve Harun Çelik'i götürmediler. Bu giden tim ile örgüt mensupları arasında çatışma çıktı. Çatışma neticesi yukarıda isimlerini söylediğim komutanların da aralarında bulunduğu 6 kişi şehit düştü. Bu çatışma ve şehitler tamamen ihmal ve bilinçli bir şekilde olmuştur.

Helikopteri düşürdüler…

Helikopter ile takviye gelen Kurmay Binbaşı Seyfullah Saltuk da yaralandı. Terör örgütü içerisindeki tecrübelerim ve JİTEM içerisinde geçirdiğim süreçte elde ettiğim bilgiler, her şekilde bu operasyona gönderilenlerin ölmesinin üzerine planın yapıldığını gösteriyor. Ben bundan şunu gördüm, terörle mücadelede üst düzeydeki kişilerin istemeden de olsa yaptıkları hatalar terörü büyütmüştür. Bölge Komutanı Mustafa Bıyık ve ekibinin tasfiye edilmesi için bu operasyon planlandı. Bu operasyonda Bölge Komutanı da orada şehit olacakken habercisi önüne atlayarak şehit düşmesini önlemiş ve haberci şehit düşmüştür. Paşa ve ekibi iki tim yani 35 kişi ile çatışmanın kesin çıkacağı kış üstlenmesinde olan 25 kişilik MKP grubunun üstüne gönderildi. Çatışma bir gün sürmesine rağmen takviye gelmedi. Bu operasyonda ilk defa bizi bağlı olduğumuz timden ayırdılar. Normal statüde hiçbir yerde paşa, bölge komutanı kesin çatışma çıkacak yere gönderilmez. Daha da kötüsü Jandarma Bölge Komutanlığı İstihbarat Şube müdürünün yetkisi ve görevi olmadığı halde kesin çatışma çıkacak yere gönderilmesinin izahı yoktur. Yaralılar hiçbir takviye ve destek gitmediği için bir gün içinde soğuktan donarak şehit oldular. Telsizde destek istiyorlardı, inleme sesleri geliyordu, D. B. talimat vererek yaralıların sesleri gelmesin diye telsizleri kapattırdı."

* * *

"BİZİ İSRAİLLİ MİSHEL EĞİTTİ"

Sivas olaylarının hemen akabinde örgüt kampına girdiğini söylediği kaydedilen Ulaş Özel, Madımak'taki olayların terör örgütlerine katılımı aşırı derecede arttırdığını iddia ediyor. "Tunceli Ovacık ilçesi Munzur dağı Mercan Vadisi Goller deresi mevkisinde bulunan örgütün kampına gittim. Buraya geldiğimizde yaklaşık 400-500 kişilik bir grup vardı. Kamp kurmuşlardı. Kampta İsrailli, Mishel kod adlı eğitim veren bir şahıs vardı. Gerilla eğitimi, patlayıcı ve suikastlarla ilgili eğitim verildi. İsrailli Mishel'in yanında iki kişi daha vardı. Biri bayan diğeri erkekti. Bayan Filistinliydi… Bu bayanı Mishel'in eşi olarak söylüyorlardı. Bayanın kod ismini unuttum… Erkek Suriye'li Kürttü, Sason kod adını kullanıyordu. Üçü de Türkçe konuşamıyordu. Suriyeli Kürtçe konuşuyordu. Bunları tercüme eden şahıslar vardı eğitim esnasında. Kampta çadırlar vardı... Nöbetçiler vardı... Çok güvenlikli bir kamptı. Kampta 5-6 ay kaldım. Eğitim aldım. Eğitim tamamlanıp beni Hozat Çemişgezek bölgesindeki faaliyet yürüten grubun yanına verdiler. Türkiye'de kanlı eylemler yapsın diye yetiştirilen terör gruplarına eğitim veren kişilerden birisinin İsrailli olmasını, eşinin Filistinli olmasını o dönem hiç sorgulamadım. Şimdi düşündüğümde o dönem terör örgütüne gelen M-16 ve ZİG marka uzun namlulu İsrail yapımı silahların amacını daha iyi kavrıyorum. Türkiye üzerinde derin planları olanlar, bizleri yaptıkları o planın bir parçası olarak terör gruplarının içinde kullandılar."

ERTUĞRUL ERBAŞ

SABAH GAZETESİ

http://www.samanyoluhaber.com/h_520023_jitemci-ulaş-özelden-mustafa-bıyık-için-sok-iddia.html

* * *

İddialar kısaca bunlardır.

Öncelikle belirtmeliyim ki, hatalarım her zaman vardır ve bunların başkaları tarafından kullanılmasına bir diyeceğim olamaz. Fakat ortada çok açık ve polis kaynaklı olduğu belli olan; yalana, iftiraya dayalı bir karalama kampanyası vardır. Bunların itiraf olmayıp, bir itirafçı kullanılarak şahsıma ve MKP’ye karşı geliştirilen birer komplo olduğunu ispatlayacağım.

Ulaş Özel, eski itirafçı, yeni oyun.

Ulaş Özel, benim dışımdaki insanların Gıdık Ali diye hitap ettikleri ve halk içinde de  öyle bilinen eski bir savaşçıydı. MKP tarihinde Kara Çete olarak bilinen grubun üyesi olarak 1997 yılında örgütten ayrılmıştı Ulaş Özel. TKP/ML’den veya MKP’den ayrılan çok grup vardı. Fakat hiçbiri örgüt içinde gizli cinayetler işlemedi. Bu örgütlerin bu noktada temiz bir geçmişi vardı. Ama Kara Çete sayıca küçük olmasına rağmen boyundan büyük kötülükler yaptı. Kendi içinde ajanlıklarından şüphelendikleri için Cafer, Yusuf ve Mete adlı üç devrimciyi çeşitli bahanelerle veya arkadan gizlice vurarak katletti ve bunları halktan gizledi. Ovacık’ta ve Çemişgezek’te silahları köylülere çevirdi. Yaptığı kötülüklerin bir sonucu olarak eridi. Kalan son grup her yerde halkın talebi üzerine MKP tarafından tutuklanarak dağıtıldı. Bütün bu gelişmeler MKP tarafından bir bildiriyle o dönem halka açıklanmıştı.

Ovacık’ta köylülere silah çekecek kadar ileri giden Ulaş Özel, Hozat-Ergen’de Türk askeriyle karşılaşınca teslim oluyor.

Ulaş Özel, yakalandığı tarihten itibaren itirafçılığı kabul etmiş ve JİTEM’in emrine girmişti. O dönem Jandarma radyolarından JİTEM üretimi olduğu belli olan karalayıcı konuşmalar yaparak halkın kafasını karıştırmaya ve arkadaşlarımızı da Türk ordusunun “şefkatli kollarına teslim olmaya” çağırıyordu. Dersim’de onlarca köylü üzerinde ifade verip tutuklanmalarına neden oluyor, ardından babasını göndererek birer Milyar Türk Lirası alıyor, bunun karşılığında ifadesini değiştirerek o insanların tahliye edilmesini sağlıyordu. Bu uygulamayı daha önce başka örneklerde de görmüştük. İtirafçıların tek başına böyle bir şey düşünemeyecekleri ve buna cesaret edemeyecekleri açıktır. JİTEM subaylarının ve bazı savcıların itirafçıları kullanarak haksız para sağladıkları o dönem halk içerisinde bilinen bir durumdu. Dersim’de işadamları bile bu çeteler tarafından böyle el altından soyuluyordu. Ulaş Özel’in bize yönelik operasyonlara katıldığını o zaman da duymuştuk. Aynı şekilde hapishanede ve uzantıları üzerinden dışarıda JİTEM üretimi karalama kampanyalarını yürütmeye devam ediyordu. Bütün bunlar MKP tarafından tespit edilmiş ve çeşitli yazılarla halka açıklanmıştı. Söz konusu açıklamalar da MKP arşivinde mevcuttur.

Ulaş Özel tahliye edildikten sonra birdenbire bir işadamı olarak ortaya çıktı ve  Elazığ’da oto galeri açtı. Bir yandan oto galeri işletirken, öte yandan JİTEM faaliyetlerini sürdürüyordu. Alacaklı olduğu insanları borcunu ödemeye zorlarken onları tehdit ediyor, karanlık odaklara yaslandığını gizleme gereği bile duymuyordu.

Şu ana kadar anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere Ulaş Özel iddia edildiği gibi İstanbul’a gittikten sonra değil, teslim olduğundan beri JİTEM’le veya Ergenekon’la ilişki içindedir.

Ulaş Özel teslim olup itiraflarda bulunmuş, askerin ve polisin düzenlediği ifadeleri radyoda okumuş, yıllarca JİTEM veya Ergenekon tarafından bize karşı kullanılmış, operasyonlara katılmış, onların gönüllü bir çalışanı olmuş, ama nedense bunca şeyi gizlemiş(?!) geçtiğimiz günlerde AKP polisinin eline geçince açıklayıvermiş! Bu, insanla alay etmektir.

Gerçek şu ki, Ulaş Özel daha önce nasıl ki JİTEM’in yönlendirdiği doğrultuda konuşuyorduysa, bugün de AKP-Gülen Cemaati polisinin istediği doğrultuda konuşuyor. İtirafçı yine aynı itirafçı, konuşmaları yine aynı şekilde itiraf olarak yansıtılıyor, ama içerik değişmiş, çünkü sahibi, yani onu yönlendirenler değişmiş. Görünen o ki Ulaş Özel kimin eline geçtiyse onun itirafçısı oluyor. Bir insan ancak bu kadar kişiliğinden, köklerinden ve değerlerinden uzaklaştırılarak insanlığından çıkarılabilir. Bunu yapanlar sözüm ona dini bütün ve örnek gösterilen Müslümanlardır. Ve bunlar bu zihniyetle güya CHP’nin köhne politikalarını aşıp Türkiye’yi demokrasiye götüreceklermiş!

Ovacık’ta mıydım, yoksa başka ilçede mi?

Ulaş Özel aynı anda hem hapishanede hem de dışarıda bize yönelik operasyonlarda olduğu için herkesi kendisi gibi kudretli sanıyor(!) 2004-2005 kişinda Ovacık’ta değil, iddia edildiğinin aksine Dersim’in bir başka ilçesi kırsalında üslenmiştik.

Şehirlerde insanlar yalnızdır ve toplantı anları dışında nerde olduğu, ne yaptığı kolayca belli olmaz. Ama biz kırdaydık, bize yönelik askeri saldırılar nedeniyle kendimizi korumak için zorunlu olarak gruplar şeklinde faaliyet yürütüyorduk ve asla yalnız dolaşmazdık. 2004 Temmuzunda yanımıza bir TKP/ML grubu da gelmişti. 2006 ilkbaharına kadar TKP/ML grubu bizimle birlikte kaldı. Bunların çoğu hala hayatta, kimisi hala Dersim’de, kimisi ise Avrupa ülkelerindedir.

Onun dışında yaşamımız kayıt altındaydı. Marksist öğretiden öğrendiğimiz bir çalışma yöntemine sahiptik. Her günkü faaliyetimizi çoğunlukla günlük olarak kayıt altına alıyorduk. Bunu bir komite değil, bir bütün olarak birlik yapıyordu. Seviye farkını gözetmeksizin bütün arkadaşları dahil ettiğimiz günlük toplantılarda yapıyorduk. Her arkadaşımız günlük faaliyeti ve olayları değerlendirir ve önerisini sunardı. Bütün eleştiriler tutanağa geçer ve öneriler sonra bir komite tarafından derlenerek kararlaştırılırdı. Bir aylık tutanaklar özetlenerek aylık rapora dönüştürülür, komitenin onayından geçtikten sonra üst organlara sunulurdu. Yıl sonu değerlendirmeleri de yine topluca yapılır, sonuçlar rapor haline getirilir ve komitenin onayından geçtikten sonra yıllık faaliyet raporu olarak üst organa ve oradan da parti örgütüne sunulurdu. Bizi seven de vardı, sevmeyen de. Ortamımız böyle olduğu için kötülüklerin gizlenmesinin veya yanlışların uzun sürmesinin zemini zayıftı. Bu çalışma sayesinde dayanışma da pratik faaliyet de daha iyi oluyordu. Böyle oluşmuş bir örgüt arşivi var ve hala MKP’nin elindedir. TKP/ML birliği geldikten sonra, onlar da ayrımsız bütün üyeleriyle bu toplantılarda yer almış ve gelişmelere tanıktır. Bu nedenle yukarıda bahsini ettiğim şeyler belgelere dayalıdır.

Erzincan birliğinin çoğu Mercan Katliamında hayatını kaybetmişti, ama onlardan 4 kişilik bir birim hayattaydı. Mercan olayından sonra biz Dersim birlikleri olarak Mercan olayını araştırmak üzere Munzurlara bir birlik ve komite gönderdik. İlk araştırma tamamlanınca biz de gittik ve olay yeri incelemesi yaptık. Bu arada Ulaş Özel’in bahsettiği mağara barınağa da inceledik. Orda hayatta olan dört kişiden ucüyle ayrı ayrı konuştuk.

Arkadaşların anlattığına göre çatışma iki gün sürüyor. Dışarıya, savunma için gönderilen iki gerilla mağaradaki birliği koruyor ve yeri yüksek olduğu için askerin mağaranın girişini ele geçirmesini önlüyor. Bunlardan biri birinci gün hayatını kaybediyor, yaralanan ikincisi birliği ikinci gün de korumayı başarıyor. Geç saatlerde o da hayatını kaybediyor. Asker karşı tepeleri tutmuş mağaranın girişine çok sayıda havan atmış. Fakat mağaranın ağzı düşük ve oturma yeri içeride yüksek olduğu ve içeride bazı önlemler alındığı için şarapneller kimseye değmemiş. Yani timler mağaranın ağzına kadar yanaşamamış ve çatışma Ulaş Özel’in anlattığının veya onun ağzıyla verilenin aksine iki gün sürmüş ve askerler ikinci gün akşam geri çekilmiş. Askerin geri çekilmesini ise havanın bozulmasına ve fırtınaya bağlıyorlardı. Munzurlarda fırtına sırasında dışarıda gecelemek çok sayıda donma ve ölümü göze almak demektir. Toplu ölüm bile olabilir.

Bize anlatılanlar bunlardı. Bu konuda bize sunulmuş herhangi bir yazılı rapor yoktur. Birliğin sorumlusu Ali Rıza Sabur arkadaştı. Çatışmadan sonra Avrupa’da Aydın Hanbayat arkadaşı arayarak bilgi veriyor. Biz de ilk somut bilgiyi bu vesileyle Aydın Hanbayat’tan orgendik. Birliğin ikinci sorumlusu ise hayattadır, daha geniş bir açıklama yapabilir. Bize anlatılanlar MKP yönetimi tarafından bir açıklamayla halka açıklanmış ve bir rapor olarak 2.Kongreye sunulmuştur.

Bir an için Ulaş Özel’in bazı anlatımlarını kabul etsek bile, ben kendi arkadaşlarımla birlikte aynı günlerde merkez ilçe kırsalında Demirkapı civarında olduğuma, orda izimizin bir ihbarcı tarafından görülmesi ve ihbar edilmemiz nedeniyle Türk askeri ve jandarması Demirkapı’da olduğumuzu öğrendiğine, bize yönelik bir operasyon düzenlediğine ve askerle burun buruna geldiğimize, benimle olan onlarca insan hala hayatta olduğuna, bütün bu anlatılanlar tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık olduğuna, bu durum hem örgüt belge ve ifadelerinden hem de Dersim’deki Türk ordusu kayıtlarından rahatlıkla öğrenilebileceğine göre, o sırada Munzurlarda Kırkmerdiven’de bir mağarada Erzincan birliği ile birlikte kıstırıldığımın iddia edilmesi kasıtlı ve açık bir iftira değil midir?

Ulaş özel’in itirafçılıktan sonra bir JİTEM mensubu olduğu, bize yönelik pek çok operasyona katıldığı kendi anlatımlarıyla da ortadadır. Bu durumda benim 2005 kişinda Ovacık Kırkmerdiven’de üstlenen Erzincan birliği içinde olmadığımı bilmemesi zayıf bir ihtimaldir. Peki, Ulaş Özel bunu neden yapsın? Bana yönelik özel bir düşmanlığı mı var?

Bütün yazılar bir arada incelendiğinde, anlatılanların bir tesadüf eseri olmadığı veya kişisel düşmanlıktan ileri gelmediği, özel olarak düşünülerek hazırlandığı, kasıtlı ve komplike olduğu, hem özel olarak bana, hem de benim şahsımda daha önce üyesi olduğum partiye, hatta başka bazı devrimci partilere yönelik daha geniş bir planın bir parçası olduğu anlaşılmaktır. Mesela helikopterin düşürüldüğü Hağaçor çatışması, veya İsrail, eğitim ve silahlar meselesi. Bütün bunlar sadece benim değil MKP’nin de bir bütün olarak hedeflendiğini göstermektedir. MKP, şu anda ne durumda olursa olsun, Dersim’de ve başka bazı bölgelerde, özellikle Alevi kitleleri içindeki etkisi nedeniyle ve ilerisi açısından tehlike olarak görülmektedir.

Havacur (Hağaçor) çatışması ve Türk subayı Mustafa Bıyık meselesi.

Havacur (Hağaçor) çatışmasına ilişkin anlatımlarda da MKP’ye yönelik sinsi bir hesap olduğu göze çarpmaktadır. Türk ordusu içinde bazı subaylara ve askerlere yönelik tasfiyelerin gerçekleştirildiği tartışma götürmez. Hağaçor operasyonunda Türk ordusu, bazı subaylarını tasfiye amacıyla HKO’nun üzerine sürmüş olabilir mi? İşin o tarafını bilemem. Türk ordusu içindeki karanlık odakların cinayetlerinden dolayı böyle bir şeyin olması en azından teorik olarak mümkündür. Doğruysa da operasyona uğrayan gerilla birlikleri bunu bilemez, bu onların suçu da olamaz.

Fakat bana ve diğer bazı aydınlara yapılan komploları bildiğim için, bu iddiaların AKP’nin Türk ordusuna veya onun içindeki bazı subaylara yönelik karanlık emellerinin bir parçası olması ihtimali de vardır.

Bu ihtimali güçlendiren başka yalanlar da söylenmiştir. Örneğin, Hağaçor operasyonunun gece başlatıldığı ve çatışmanın gece çıktığı iddiası tamamen yalandır. Operasyon gündüz, çatışma ise öğle saat 13.00 sıralarında başlayıp akşama kadar sürmüştü.

Birlikler toplandığında yapılan değerlendirmede, Türk ordusunun istihbaratı sonbahardan almış olduğu ve bütün birliklerin toplanmasını beklemiş olabileceği saptanmış, ona göre kamp yeri güçlendirilerek savunmaya uygun hale getirilmişti.

Bununla birlikte askerlerin, gerillaların nokta yerini kesin olarak bilmedikleri, keşif için gelen helikopterin kendi merkeziyle yaptığı telsiz konuşmasından ve daha sonra yapılan hava indirme ve operasyon şeklinden biliyoruz. Fakat evlerden şüphelendiklerini de anlamıştık.

Keşif helikopteri sabah saat 9 civarında gelip keşif yaptı. Dağın eteğinde, kayalıklı stratejik bir yerde iz gördü. Evlerin çevresinin de şüpheli olduğunu bildirdi. Gittikten bir saat sonra Skorsky tipi iki helikopter geldi ve timleri yukarıda iz gördükleri yere bıraktılar. Timler izlerin olduğu alanda operasyon yaptılar, öğle saatlerinde telsizle merkezlerine görülen izin ayı izi olduğunu rapor ettiler ve dönüşe geçtiklerini bildirdiler. Köye yaklaşınca durumu tekrar rapor ettiler ve köyü kontrol ettikten sonra alınmaları için hazırlığın yapılmasını istediler.

İki mezra olduğu için birlikler yolda ikiye ayrılarak iki ayrı mezraya yöneldi. Birliklerden biri HKO birliklerinin üstlendiği mezraya varınca imha oluyor.

Sıcak çatışma öğleden sonra saat 13.00 sıralarında başladı ve akşam karanlığına kadar sürdü. Çatışma başladıktan biraz sonra, Skorsky tipi bir personel taşıyıcı helikopter geldi. Durumdan habersiz olduğu belliydi. Tarlaya inip operasyonu tamamladığı düşünülen tim gruplarını almaya geldiği anlaşılıyordu. Hava araçlarının en çok korktuğu baraj ateşiyle darbe alıyor ve düşüyor. Böylece ölü sayısı artıyor. O gece ve ertesi gün alınan ölü sayısı telsizlerde geçti ve iddia edildiği gibi 6 değil onun üç misliydi.

Helikopter düştükten sonra askeri timlerin yardımına gelen olmadı. Neden gelmediler, bilemem. Gelselerdi onlar daha çok kayıp verirlerdi. Kalınan evlerde ve çevresinde kazılarak üstü sağlam örtülen, metrelerce karla ve donla güçlenmiş, tünellerle birbirine bağlanmış, araziye hakim bir tepede bulunan o müstahkem mevkiye kimse yanaşamaz, havan da bombardıman da fazla etkili olmazdı. Ulaş Özel yine abartmış. Yardım ancak personel taşıyıcı helikopterlerle gelebilirdi, fakat onlardan biri düşmüştü, hangi silahlarla düşürüldüğü belli değildi. Bu nedenle korkmaları da olasıdır.

İlk askeri müdahale gücü, ancak gerillanın silahları sustuktan, çatışma tamamen bittikten ve karanlık bastıktan sonra geldi. Gerillanın alandan uzaklaştığı tahmin edilmiş olacaklar ki, Kobraların eşliğinde diğer helikopterler gelerek düşen helikopterdeki ölüleri, sadece onları alıp gittiler. Diğer ölüleri ise ertesi sabah gidip aldılar. Personel taşıyıcı helikopterler, Dersim’de bir yıla yakın bir süre çok yüksek uçuyorlardı.

Çatışmada iddia edildiği gibi bir korumanın kendisini bir subaya siper ederek onu koruduğunu kimse görmemişti, fakat bir tanesinin kendisini ötekinin arkasına atarak onu kendine siper etmeye çalıştığı görülmüştü.

İsrail meselesi, komployu planlayanların adresine de işarettir.

İsrail meselesi aynı şekilde tamamen kurgudur. Mishel arkadaş iddia edildiği gibi İsrailli değil Filistinlidir. Geçmişte FKÖ ile direk veya dolaylı dayanışma vardı. MKP veya TKP/ML’de o dönem M16 ve Uzi marka Amerika ve İsrail silahlarının olduğu doğrudur. Ama Rus ve Yugoslav yapımı Kalaşnikov, Çin yapımı Tambura, Türkiye yapımı G3ler ve başka silahlar da vardı. Silahlar, bombalar Ortadoğu’da o dönem sebze meyve gibi pazarlarda satılıyordu. G3ler Makine Kimya Enstitüsü’nde üretilmişti. Silahlı örgütlerde Türkiye üretimi silahlar şimdi de vardır. Bundan AKP hükümetinin gerillaları gizlice silahlandırdığı sonucuna varmak ne kadar akıllıca olur? Türk ordusunda, polisinde ve korucularda Kalaşnikoflar var. Bu iddianın düşünme mantığından hareket edilirse, Türk ordusu, polisi ve korucularının Rusya tarafından kötü emelleri için kullanılmak maksadıyla silahlandırıldıkları sonucuna varılmaz mı?

Dün yarı cahil politikacılara ve cuntacı paşalara göre biz Rus ajanıydık, kökü dışarıda teröristlerdik. Bugün ise Gülen Cemaatine, AKP içindeki gericilere ve onların emrinde çalışan yeni Ergenekon’a göre biz yine koku dışarıda, ama bu kez İsrail’in kontrolünde bir ihanet akımıyız. Biraz tutarlılık diyeceğim ama insan bozulunca politikanın da her şeyin de zincirleme bozulduğunu bildiğim için, yanlış yerlerden doğru şeyler beklemiyorum.

Soğuk savaş döneminde Amerika’da ve Türkiye’de demokrasiden yana olan veya hükümetlerin politikalarını eleştirenlerin nasıl anti-komünist kampanyalarla tutuklanıp benzer şekilde suçlandığını hatırlayın. Gerçeğin hiç de öyle olmadığı yallar sonra anlaşıldı. Bize de yıllarca aynı muamele yapıldı. Bu haksızlıklara karşı direnen insanlar ezildi ve illegal yaşam veya dağlara sürüldü. Kaç kuşak bu şekilde kaybedildi. Sonuçta bu çorak topraklarda her şey tek tipleşti. Demokratik kesim toplumun aklını vicdanını temsil ediyordu. Bu kesimin önemli ölçüde yok edilmesinin ülkeyi nereye getirdiği, “vatan”, “millet” aşkıyla bizi ezenlerin de artık görmeye başladığı bir şeydi. Fakat bu çorak kültürel ortamda boy vermiş yarı feodal gericilik fırsatı ele geçirmiş son darbeyi vurma derdindedir. Bunu başarabilecek mi? Göreceğiz!

Toplum artık ikiye üçe bölünmüş durumdadır ve bu bölünme yeni ittifaklarla iki büyük güce ve bu iki büyük güç arasında daha şiddetli çatışmalara, belki de daha büyük bir iç savaşa doğru eviriliyor. Şu anda yürütülen mücadele de düşük yoğunluklu ve örtülü bir iç savaştır. Daha büyük bir iç savaş da, şu anda uzak görünen yeni bir darbe de ancak demokrasi güçlerinin büyük birliğiyle önlenebilir. Bunun olanakları ise giderek oluşuyor. Komplonun, bu noktada çabalarımın yoğunlaştığı bir döneme denk gelmesi tesadüf müdür?

Bu tür tertipler bize karşı daha önce Genel Kurmay veya ona bağlı gizli örgütler tarafından geliştiriliyordu. Fakat Türk ordusu AKP karşısında sindirilmiş durumda olduğu için, kendi derdine düşmüş olup bize karşı aynı şeyleri yapacak durumda değildir; aksine bu kirli silahları başka gizli odaklara kaptırmış kendisine karşı kullanılmaktadır. “Etme bulma dünyası” dedikleri şey bu olsa gerek!

İsrail ve sözüm ona JİTEM karşıtı yorumlar, bu komplonun AKP-Gülen Cemaati içindeki karanlık odaklar tarafından organize edildiğini göstermektedir. Yazıda sözüm ona bir JİTEM karşıtlığı görünse de bunun asılsız olduğunu artık biliyoruz. JİTEM halkın gözünde teşhir olduğu için, bunu Türk ordusuna karşı kullanarak onu daha fazla sindirmek, tamamen ele geçirmek ve ordu içindeki demokratik kesimlerin gerici odaklara karşı toparlanmasında etkili olan önemli kişiler ve en çok da Alevi kökenli subaylara karşı geliştirilen sindirme ve tasfiye politikasının bir örneği olduğu, artık tartışma götürmeyecek kadar açık durumdadır.

Kurumsal şiddet, psikolojik baskı ve insan hakları.

Evet mesele yukarıda anlattığım gibi açıktır. Peki, itirafçıların yıllardır kötü şekilde kullanıldıkları sık rastlanan bir durum olarak bilindiği halde, meselenin aslına bakılmadan gazetelerde ve televizyon kanallarında yapılan bunca teşhirdeki bu acele, bu hoyratlık, bu hak hukuk tanımazlık niye? Bu bir politik cinayet, bir yargısız infaz değil midir?  Oysa basın ve ifade özgürlüğü, diğer temel insan hak ve hürriyetleriyle birlikte vardır ve anlamlıdır.

Başbakana, Hükümete veya AKP’ye yönelik eleştiriler bastırılıyorken, eleştiri yürüten gazetecilere yönelik büyük tazminat davaları açılıyorken, eleştiri hakkının ayrı saldırının ayrı olduğu bizzat Başbakan Erdoğan tarafından söyleniyorken, yani AKP, Hükümet ve yanlışı basın yayın kuruluşları kendileri için bu kadar “hassas” iken, bizim haklarımız konusunda nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyorlar? Söz konusu basın yayın kuruluşları bu hakkı nerden buluyor? Ve yine bu komploya ortak olan basın yayın kuruluşlarının çoğunun Gülen Cemaati ve AKP taraftarı olması tesadüf müdür?

Bu haber servislerine göre ben bir teröristim ve bir terörist bu tür muameleleri hak eder. Bu tam da faşist bir zihniyet değil midir? Ben, beni ezenlerin de yaşam ve kişilik haklarına saygı gösterileceği bir düzen istiyorum. Diktatörlüğün faşistine nasıl karşıysam, sözüm ona halkçı olanına da karşıyım. İçinden geldiğim halkın kültürüdür bu. Sizinle aramızdaki temel farklardan biri de budur işte. Kim terörist; bize her türlü zulmü ve kirli yöntemi reva görenler mi, bunlara karşı mücadele eden bizler mi?

Geçmişte çok daha kanlı ve zalim bir yönetim vardı ve bizler ona karşı elimizden geldiğince mücadele ettik. Bundan onur duyuyorum. Gericilerin yaftaları ve kirli yöntemleri ise onların ne durumda olduklarını gösteriyor.

Kişi olarak bize zulüm uygulayanlar da dahil hiç kimsenin, hiç bir grubun, kurumun, veya partinin fanatik düşmanı değilim. Herhangi bir partinin fanatik taraftarı da değilim. İlerleme istiyorum, bunu teşvik ediyorum, bunun için çalışan her kişi ve örgütü desteklerim. İlerlemeye engel her türlü gericiliğe ıse sonuna kadar karşıyım. Baskılar karşısında amaçlarımdan vazgeçmem söz konusu olamaz.

Kim Ergenekoncu, kim değil.

Ergenekon operasyonunu destekledim, şimdi de desteklerim. Ergenekon, JİTEM veya Kontr-gerilla Hizbullah ile elbirliği içinde bu ülkede çok sayıda korkunç cinayete karışmış, artık silahı ülkemizin zenginlerine çevirerek ihalelere katılacak, eroin ve silah kaçakçılığını organize edecek kadar ileri gitmiş ve yarı mafyalaşmış kanlı ve kirli bir çeteydi. Bu çetenin tasfiyesine yönelik her adımı kim tarafından atılırsa atılsın, dün desteklediğim gibi bugün de yarın da desteklerim. Fakat Ergenekon operasyonunun sınırlı tutulduğu çoktan ortaya çıkmış bir gerçektir. Ergenekon operasyonunun yarı mafyalaşmış, iyice çığırdan çıkmış kısımlara çekildiğini, diğer bölümlerinin hala işbaşında ve devrimci dinamikleri tekrar tekrar ele geçirme ve kullanma çabası içinde olduğunu görüyoruz. Hala pek çok olay gizli tutuluyor veya üstü örtülüyor. Ergenekon’un halk içindeki gerçek uzantıları hakkında daha bir şey duymadık, ama devrimcilerin hedeflendiğini gördük. Bu nedenle AKP hükümetine hiç bir zaman tam olarak güvenmedik.

Ergenekon operasyonu çoktan beridir çığırdan çıkmış ve AKP politikalarına karşı olan insanları kasıtlı olarak kapsar duruma gelmiş bulunmaktadır. Öyle ki Ergenekon operasyonlarını araştıran aydınlar, gazeteciler dahi Ergenekoncu olarak gözaltına alınmaktadır. AKP ve Gülen cemaatinin polisi, yargıyı ve alttan alta orduyu ve yer yer üniversiteleri ele geçirdiği, Ergenekon adıyla duyurduğu çok sayıda operasyonu diktatörlüğünü pekiştirmek için gerçekleştirdiği, bunu kamufle etmek için de halkın masum demokrasi taleplerini sorumsuzca ve ikiyüzlülükle sömürdüğü gün geçtikçe daha çok kesim tarafından anlaşılmaktadır.

Evet gerçek bir temiz eller operasyonunun koşulları oluşmaktadır. Bunun AKP içindeki kirli ellerin kirli siyasetleriyle başarılamayacağı açıktır.

Ergenekon’un kanlı bir suç örgütü olduğunu ileri sürenler, onlarla mücadelede ömrünü veren bizleriz, bugün gizli emelleri için halkın tepkisini sömürenler değil. Kaldı ki bu odaklar daha düne kadar, güya karşı oldukları o Ergenekon veya Kontr-gerilla tarafından bize karşı kullanılmıyorlar mıydı? Ergenekon’un son yıllara kadar bize yaptıklarının aynısını şimdi AKP-Gülen Cemaati kontrolündeki karanlık güçler bize yapmıyor mu? Bu durum, onların demokratlığının sadece kendileri için olduğunu göstermiyor mu?

Benim veya diğer aydınların adının lekelenmesi için suçlularla aynı kefeye konmasının, Ergenekon operasyonunun sulandırılmasına ve gerçek suçluların gizlenmesine neden olmak dışında bir işe yaramadığı ortada değil midir?

Yalan imparatorluğunun ömrü yalanın ömrü kadar olur.

Karanlık odaklar, şahsıma yönelik olarak ilk defa bu kadar açık, resmi ve organize bir saldırı düzenliyorlar. Bütün şatafat ve şamatalarına rağmen askeri harekatlarıyla karşımda başarılı olamamanın verdiği acizlikle öyle hayasızca saldırıyorlar ki, yalanın da bir ömrü olduğunu akıl bile edemiyor, bir yalan, entrika veya daha başka kötü bir yöntemin ne kadar çok kullanılıyorsa, o kadar erken deşifre olacağını düşünemiyorlar.

Halkımı utandıracak bir şey yapmadım, yapmam.

Arkadaşlarım, dostlarım, halkım merak etmesin; ben, hiç bir kötülüğün uzun süre saklı kalamayacağını bilen bir insanım. Varsa benim, yoksa bana ve benim gibi insanlara karşı yüreğinde fesat besleyen ve komplo geliştiren insanların veya gizli odakların da bir gün bütün pislikleriyle ve bütün uzantılarıyla birlikte ortaya çıkacağına yürekten inanıyor ve o günü sabırla bekliyorum.

Halkımın, arkadaşlarımın, ailemin ve çocuklarımın utanacağı bu ve benzeri kötü bir davranışa düşmedim, düşmem mümkün değildir. Biz onuruna düşkün insanlarız. Gerici ve gizli odaklar katlımıze güç yettirebilir, ama ruhumuza ve vicdanımıza ele geçirmeye asla muvaffak olamazlar.

Şahsıma yönelik olarak geliştirilen komploların bütün yıpratıcı etkisine karşın, gerici ve karanlık odaklar tarafından hedeflenmemi anlıyor, insanlık yürüyüşünde diğer aydınlarla birlikte ilkler arasında olmaktan onur duyuyorum. Ama bu haklarımı korumayacağım ve kendimi savunmayacağım anlamına gelmez.

Gericilerin onlarca ulusal ve yerel gazete ve TV kanalları, internet sayfaları ve yığınla olanakları vardır. Bu kadar olanağı karşı illegal bir yaşamdan geldiğim ve Türkiye’de yasaklı olduğum için, halkın ve eski yeni bütün arkadaşlarımın desteği ve güveni dışında bir olanağım yoktur. Benim ne zaman nerde olduğumu bilen insanlar daha şimdiden gerçekleri anlatmaya başlamışlar. Önceleri Ergenekon veya JİTEM’in, onun ben yaşadıkça kendini tehlikede hisseden örgüt ve kitle içindeki gizli uzantılarının ve daha önce MKP tarafından cezalandırılan ajan ve işbirlikçilerin bazı yakınlarının intikam amaçlı karalama kampanyalarının bütün yıpratıcı etkisine rağmen, bir ömrün yarısı kadar bir emekle halkın yüreğinde ve bilincinde kolektif emekle oluşmuş bir temel var ki, zulmün kıllı, kanlı, kara eli henüz ona erişemedi. Rüşvetle, askeri ve psikolojik harekatlarla, dalkavukluk ve övgüyle, kariyer ve terfiyle düşürülememiş, vicdanları ele geçirilip talan edilememiş kimseler hala vardır ve onlar yolunu çıkarabilecek sezgiye sahiptirler.

Tekzip hakkı.

Bana yönelik karalamaya sayfalarından ve yayınlarında yer veren gazete ve televizyonlara bu tekzip yazımı gönderiyorum. Aynı şekilde yayınlamalarını talep ediyorum. Talebimin yerine getirilmesi benim hakkımdır. Bunun dışında gerekli hukuki işlemlerin başlatılması için avukatlarım da gerekli girişimlerde bulunacaklardır.

Halka saygıyla duyururum.

KEMAL KUTAN