Geçen hafta meydana gelen bir "olay" epeydir kafa yorduğum, bu köşede daha önce ele aldığım bir konuyu yeniden gündemime taşıdı. DP'den beri Türkiye'de merkez sağın önde gelen isimlerinden olan Hüsamettin Cindoruk önümüzdeki seçimlerde CHP'nin desteklenmesi gerektiğini belirtip onun için çalışmaya başlamış. Eski yoldaşlarından da bu nedenle tepki toplamış. Kimileri de "CHP'nin sağcılaşmasına karşıyız" deyip, tepkiyi CHP yönünden yansıtmışlar.

Hiç kızacak, öfkelenecek bir şey yok. Neredeyse tabii bir olay cereyan ve seyrediyor ya da tersinden söyleyeyim bugüne kadar çok farklı görüp değerlendirdiğimiz birçok olgu tabiileşiyor.

Anlatayım.

DP- AP- DYP çizgisinde yer alan politik kadroların yöneticileri haydi seçkinleri diyelim, CHP'ye kaydı, yöneldi, tabanı ise AK Parti'ye geçti, yerleşti. Şimdi çok daha önceden dile getirdiğim bu gerçek doğrulanıyor, kanıtlanıyor. Bu çok önemli bir oluşumdur.

Önemli çünkü, daha 1946'daki DP eliti CHP'nin içinden çıkmıştı, onun Tek Parti ideolojisini benimsemişti, onun siyasal reflekslerini içselleştirmişti. DP'nin işbaşına gelişi çok özel bir konjonktürde cereyan etmiş, karmaşık, kapsamlı, katlı bir harekettir. Sadece demokratikleşmeye tekabül etmez.

Köylü, taşra burjuvazisi, aydınlar, yeni bir kuşak DP'yi farklı nedenlerden ötürü desteklemiştir. Bugün anladığımız manada bir demokrasi o partinin özünde yoktur. Demokrasi, Tek Parti diktasından kurtulmakla eşanlamlıydı. Böyle olduğu içindir ki, 1957 sonrasında DP diktaya kaymış, demokratikleşme momentumu, 1959'dan itibaren CHP'ye geçmiştir. Bu bir.

DP'nin Türkiye'de bir siyasal hareket olmasını besleyen en önemli unsur gelenek ve dinle kurduğu ilişkidir. CHP'nin 1923-50 arasında sürdürdüğü katı, ödünsüz laiklik bir kırılma noktasıdır. Oysa DP kendisinin de zamanla keşfettiği, geleneğe ve dinsellik vurgusuna dayanan bir politikayı sadece köylülükle sosyo- kültürel planda bütünleşmenin aracı olarak gördü. Onu siyasetin merkezine oturtmadı. Üstüne üstlük ve daha beteri DP- AP- DYP eliti bildiğimiz devletle yani ordu ve bürokrasiyle zıtlaşmadı, ona karşı demokratik hakkını korumadı, onun önünde daima geride durdu.
Demirel bir özel görüşmemizde bana siyasetteki asıl maksadının köylüyle devleti barıştırmak olduğunu belirtmiş, bunu da dinsel motiflerle yapmaya çalıştığını anlatmıştı. Ne var ki, işler bu minval üzere yürürken dahi, AP kadroları da CHP'nin ve Kemalist modernleşmenin elitist tavrından ödün vermemişti.

Kırılma noktası Erbakan'dır. O, dinin ince ve oportünist maksatlarla kullanılan bir ayrıntı olmadığını vurgulayıp, siyasetin belkemiği olduğunu telaffuz edince, politikasını İslam'ın her alandaki geçerliliği ve belirleyiciliği üstüne kurunca (doğrudur yanlıştır o ayrı) onunla çatışan CHP olmadı. AP oldu.
Demirel oldu. O siyaset tıpkı bugün CHP'nin yaptığı gibi kendinin de dinden, İslam'dan yana olduğunu anlatmaya çalıştı ama atı alan Üsküdar'a geçmişti.

AK Parti'nin bu karavadaki rolü karmaşıktır.

Bu parti bir yandan Erbakan çizgisinin dine ve İslam'a dönük vurgusunu yadsımadı ama bir yandan da DP-AP çizgisinin aktif modernleşmesine zemin ve imkân hazırladı. Üstüne üstlük 2005 sonrasında Batı'yla olan siyasetinde "beklenmedik" refleksler gösterdi. Bu tabloya şimdi CHP'den çok (haydi ona doğal diyelim) Demirel-Cindoruk ikilisinin tepki göstermesi taşları yerine oturtmuyor mu? Bu siyasetin asli ideolojisi CHP ideolojisiyle özdeştir. Fark ayrıntılardadır ve ancak ayrıntı sayılabilecek bir inceliktedir.

O da laikliğin ve dinle olan ilişkinin özel alan- kamusal alan ayrımındadır.

Bir kere bunu böyle anlayınca "CHP'nin sağcılaşmasına karşıyım" sözü anlamını daha dünden yitiriyor. Çünkü CHP bu anlayışla zaten sağda bir partidir. CHP'nin sollaşması, sosyal demokratlaşması çok farklı koşulların, çok kısa bir dönemin ve çok dar bir muhakemenin neticesidir. Cindoruk ve Demirel destek verince CHP sağcılaşmıyor, bu nitelikleriyle CHP sağda olduğu için o politikacılar destek veriyor. Yani CHP mi Cindoruk'a geldi, Cindoruk mu CHP'ye erişti başlı başına bir sorudur.

Sol başka bir şeydir. Aman karıştırmayalım.