Avrupa Birliği’nin önde gelen ülkelerinden birinin Ankara büyükelçisiyle geçen gün baş başa yemek yerken sordu:

“Bu yakınlarda Başbakan’ı eleştiren sert bir yazınız çıktı. Bundan dolayı Ankara’dan, Başbakan’ın çevresinden bir telefon geldi mi?”

Büyükelçinin sorusu, “Emrin olur Sayın Başbakan!” başlıklı yazımla ilgiliydi.

Ankara’dan herhangi bir telefon gelmediğini söyledim.

İlginçti.

Böylesine soruların altında, Başbakan Erdoğan’ın medya üzerinde gitgide uzamış olan gölgesi yatıyor.

Özellikle patronlar üzerinden medyaya vuran bu gölgenin Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünü fiilen olumsuz yönde etkilediği bir gerçek...

Ve bu gerçeği en iyi, medya sahipleri ile birlikte gazete ve haber kanallarının yöneticisi durumundaki meslektaşlarım biliyor.

Çünkü bunu yaşıyorlar.

Ama bundan ibaret değil mesele.

Başka boyutları da var.

Bunların başında, kendi başına cezaya dönüşen tutukluluk halleri ve uzayıp giden yargı süreçleri yer alıyor.

Mustafa Balbay, 1000 günü geçti.

Tuncay Özkan...

Nedim Şener, Ahmet Şık...

Doğan Yurdakul...

Daha çok isim, daha çok örnek verilebilir.

Bir yandan tutukluluk sürelerinin uzaması, öbür yandan davaların yılan hikâyesine dönmesi hem adalet duygusunu, hem de hukukun üstünlüğü ilkesini fena halde yaralıyor.

Başka örnekler de var:

Hapisteki gazeteciler...

Sayıları 60’ı geçti, 65’e vardı.

Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü denildiğinde, Ak Parti ve hükümet  sözcülerinin ‘hapisteki gazeteciler’ konusunda yaptıkları açıklamalar pek öyle inandırıcı olamıyor.

Bu bakımlardan, örneğin Cumhurbaşkanı Gül de rahatsızlığını şöyle belirtti bu yakınlarda:

“Uzun süren tutukluluk sürelerinin cezalandırmaya dönüşmesinden gerçekten rahatsız oluyorum. Basın ve ifade özgürlüğüyle ilgili cezalar da beni rahatsız ediyor. Türkiye’nin reformist sürecini gölgeleyen bir hal alıyor. Meclis’e gerekli çalışmaları yapması için çağrımı tekrarlıyorum.” (Sedat Ergin, Hürriyet, 3 Aralık 2011, s.24)

TBMM gereğini yapacak mı?

Neden beklemeye devam ediyor?

Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Basın Yasası ve daha başkaları uzun zamandır demokrasi ve hukuk adına değiştirilmeyi bekliyor.

Öte yandan Büşra Ersanlı-Ragıp Zarakolu örnekleri ve KCK operasyonlarıyla gittikçe kabaran tutuklama dalgaları...

Bütün bunlar alt alta sıralandığı zaman Türkiye’de demokrasi ve hukukun halleriyle ilgili hiç de parlak olmayan bir tablo gözler önünde şekilleniyor.

Yazık!

Yoksa Ankara kriterleri böyle mi?

Eğer böyleyse, teröre inat demokrasi sloganları ya da İslam dünyasına model iddiaları boşlukta kalmayacak mı?

Uzun lafın kısası:

Demokrasi ve hukukun halleri iyiye değil, kötüye gidiyor. (Milliyet)