Yeni Şafak gazetesinin Taraf’tan transfer ettiği Hilal Kaplan, İslami camiada “ezber bozan” yazılarıyla dikkat çekiyor. Kaplan’ın cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi gerektiğini savunan 28 Mart tarihinde Yeni Şafak’ta yayınlanan bu yazısı, tartışma yaratacak… İşte o yazı:
 
Hilal Kaplan/Yeni Şafak
 
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında açılan bir kapatma davası var. Hâlen sürmekte olan bu davanın son duruşmasında Cumhuriyet Savcısı Özdemir, mahkemeye sunduğu esas hakkındaki görüşünde şu cümlelere yer vermiş:
 
'Cemevi, Alevi Bektaşiliğinde yoktur. 1990'lardan sonra dini evangelizm (sömürgeci misyonerlik) ve protestanlık olarak değiştirmek amacı ile yürütülen olumsuz gelişmelerdir. Aleviler ve Bektaşiler buna itibar etmemişlerdir. Özet olarak Alevilik bir din değildir. Cemevi de bir ibadethane değildir, toplantının adıdır. Bu konu kültür hizmetidir, öyle değerlendirilmelidir. Bu tür yaklaşıma iyi niyetle bakmak saflık olur. Bu davada ve konuda kamu yararı yoktur. Aksine kamuoyunu kaos ortamına sürükleme çabası ve amacı görülmektedir. Tarihte bu tür tahriklerin toplumu büyük acılara sürüklediği görülmüştür."
 
"Ağzına sağlık" diyen okurlarımızı duyar gibiyim. Eğer aynı düşünceleri değil ama aynı duyguları paylaşanlar birbirini anlamaya daha yakınsa, bakalım hayali bir cumhuriyet başsavcısının ağzından yazdıklarımı okuduğunuzda ne hissedeceksiniz:
 
"Türban, İslâm dininde yoktur. 1980'lerden sonra İran kaynaklı İslâmcı akımları ülkede hâkim kılmak amacı ile yürütülen olumsuz bir gelişmedir. Anadolu Müslümanları buna itibar etmemişlerdir. Özet olarak türban İslâm'ın bir gereği değildir. Bu siyasal bir meseledir, öyle değerlendirilmelidir. Bu tür yaklaşımlara iyi niyetle bakmak saflık olur. Bu davada ve konuda kamu yararı yoktur. Aksine kamuoyunu kaos ortamına sürükleme çabası ve amacı görülmektedir. Tarihte bu tür tahriklerin toplumu büyük acılara sürüklediği görülmüştür."
 
Nasıl, hâlâ "Ağzına sağlık!" diyebiliyor musunuz? Bir cumhuriyet savcısı, cumhurun bir kısmının inancı ve ibadeti hakkında bu kadar cüretkâr konuşabiliyorsa; bu durum tüm inanç sahiplerini kaygılandırmalıdır. Zira 'laik' devletin savcısı halka nasıl inanıp nasıl inanmayacağı, hangi inancın faydalı hangisinin zararlı, hangisinin İslâmî olarak doğru hangisinin yanlış olduğu hakkında 'fetva' verecek yetkiye sahip değildir. Ancak nasıl Aleviler hayali cumhuriyet savcısının dediklerinin benzerini zamanında "Laiklik elden gitmesin" kaygısıyla alkışladıysa; Sünniler de Cumhuriyet Savcısı Özdemir'in dediklerini "Din elden gitmesin" kaygısıyla alkışlıyor. Anlayacağınız cumhuriyet savcılarından Diyânet memurlarına kadar "devlet adamları"na halkın inançlarını yargılama hakkı tanırsanız "bugün size, yarın bize" dert olabilir.
 
Aleviler ibadet ettikleri mekânın ibadethane olarak tescillenmesini istiyor. Peki neden istiyor? Örneğin Elektrik Piyasa Kanunu'nda yer alan "toplumun ibadetine açılmış ve ücretsiz girilen ibadethanelere ilişkin aydınlatma giderleri Diyânet İşleri Başkanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır" ibaresinden istifade etmek için. Yani camilere, havralara ve kiliselere tanınan bazı kolaylıklardan yararlanmak için. Ancak aynı zamanda Sünni Müslümanlarla aynı haklardan yararlanmak ve dolayısıyla onlarla eşit yurttaş olduğunu hissetmek gibi psikolojik bir ihtiyaç da söz konusu.
 
Sünnilerin cemevlerinin ibadethane statüsü kazandırılmasına karşı çıkmalarınınsa yine psikolojik bir veçhesi var. Bir dinin iki ayrı ibadethanesi olamayacağı düşüncesinden hareketle cemevlerine ibadethane statüsü verilmesinin Türkiye'deki Müslümanları böleceğinden ve Aleviliği İslam-dışı bir olguymuş gibi tanımlayanların işine geleceğinden korkuyorlar.
 
Aslına bakarsanız Aleviler ile Sünniler arasında bir tür "bölünme" olduğunu gözlemlemek için ille de sosyolog olmak gerekmiyor. Özellikle büyük şehirlerde Sünniler ve Aleviler farklı mekânlarda ibadet ediyorlar, cenazelerini farklı mekânlardan kaldırıyorlar, vb. Eğer bölünmekten anladığımız ibadethanelerin farklı oluşuysa, bu zaten sosyolojik bir vakıa olarak karşımızda duruyor. Dinsel inanışlardaki farklılıklar, ibadet edilen mekânların da farklılaşmasına yol açar. Mezhep hatta cemaat farklılığı olan diğer gruplara baktığınızda da bu fiziksel ayrışmanın başka örneklerini görebilirsiniz. Bu minvalde cemevleri de tekke ve zaviyeler gibi insanların ibadet etmek için buluştuğu ibadethanelerdir ve cemevlerine ibadethane statüsü kazandırılması hâlen tabu olarak görülen ama uygulanmayan tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun da sorgulanmasına vesile olacaktır.
 
Kanaatimce fiziksel ayrışmadan daha çok önemsenmesi gereken eşit yurttaşlığın gereği olan haklar tanınmadığı için Alevilerle Sünniler arasında ortaya çıkabilecek olan ruhsal bir kopuştur. Cumhuriyet savcısının esasa dair görüşünde kristalize olan söylemlerse bu uçurumu her geçen gün daha da derinleştiriyor. Ben de bir "endişeli Sünni" olarak mevzubahis 'bölünme' korkusunu gerçeğe dönüştürecek olanın bu psikolojik ayrışma olduğunu düşünüyorum.
 
Kaldı ki bir din değil devlet kurumu olan Diyânet İşleri Başkanlığı'nın cemevlerinin ibadethane olduğuna dair görüş bildirmesinin İslâm fıkhı açısından nasıl bir bağlayıcılığı olabilir? Toplumsal bir olgu olan cemevlerinin İslam fıkhı içerisinden nasıl konumlandırılacağı ayrıca istişare edebileceğimiz bir mesele olarak hâlâ önümüzde duruyor. Ancak devletin Sünniler ile Aleviler arasına koyduğu bu ve benzeri duvarları yıkmadan birbirimize ulaşıp müzakere edebilmemiz çok zor çünkü masaya eşit şartlarda oturmuyoruz. Eşit şartlarda oturmayınca da aramızdaki güvensizlik duvarı biraz daha yükselmiş oluyor.
 
Tarihin tekerrür etmesinden mülhem bir öngörüyle bitireyim. Şu an için gelenekselleşmiş düşüncelerden vazgeçmekte zorlanılıyor olabilir ama arkasında toplumsal destek olan talepleri susturmak o kadar kolay değil. O yüzden "Kürtçe diye bir dil yoktur", "İslâm'da başörtüsü yoktur" diyenler gibi "Cemevleri ibadethane değildir" diyenler de kaybetmeye mahkûmdur.