Gazeteci, yazar Celal Başlangıç bugün kaleme aldığı yazısında iktidara yakın medyanın durumunu şöyle değerlendirdi: “"Bulut"tan nem kapan bir iktidar olma anlayışı ve ona uygun olarak geliştirilmiş "sürekli nemli" kaleme sahip bir "Saray medyası" var karşımızda.

Başlangıç’ın Haberdar’da yayımlanan “Buluttan nem kapma paranoyası; bu hastalığa yakalanan iflah olmaz!” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:

"Bulut"tan nem kapan bir iktidar olma anlayışı ve ona uygun olarak geliştirilmiş "sürekli nemli" kaleme sahip bir "Saray medyası" var karşımızda.
 
Hiçbir fırsatı kaçırmayıp her "bulut"tan nem kapıyor bunlar.
 
Hatta ortada nem kapacak miktarda yeterli "bulut" yoksa, önce bir "bulut" yaratıp ardından ihtiyaçları olan nemi kapıyorlar.
 
Zaten bunların hiç "normal" muhalifi yok!
 
Siyasetçi de, iş insanı da, akademisyen de, aydın da, gazeteci de, avukat da, hatta hakim de olsanız, eğer bu iktidardan yana değilseniz ya terörist olursunuz, ya casus, ya darbeci, ya hain, ya da paralel...
 
Bu durum onlar için nasıl bir olağan davranış biçimine dönüşmüşse;  birgün birinin çıkıp "Yahu arkadaşlar siz nasıl iktidarsınız ki, hiç normal muhalifiniz yok. Sizde bir bozukluk olmasın?" diye sormasından hiç çekinmiyorlar.

TOPLUMSAL VE SİYASAL SEMPTOMLARI OLAN BİR HASTALIK
 
"Öpülseler paralelden bilecekler, öpseler paralelin üstüne atacaklar" tespiti çok gerçek üstü görünüyordu ama o da oldu. Rus uçağını düşüren pilotu da, Ensar Vakfı'nın tecavüzcüsünü de paralel ilan edenler çıktı içlerinden.
 
Hatta "Reza Bey" ABD'de yakalanınca, ardından Obama da Erdoğan'a randevu vermeyecek gibi olunca önce "Stratejik Düşman" ilan ettiler.
 
Yetmedi "Himmete Sümenaltı" deyip Obama ve Clinton ile 200 kongre üyesinin yapılan milyonluk bağışlarla FETÖ tarafından satın alındığını öne sürdüler.
 
Obama "yemek arası" görüşme yapınca da bu sefer "Kırmızı Oda'da baş başa", "Şer ittifakı ters köşe" manşetleriyle bayram ettiler.
 
Ancak sevinçleri çok sürmedi. Çünkü Obama yaptıkları görüşmede Erdoğan'a basın özgürlüğü ve demokrasi konusundaki rahatsızlıklarını dile getirdiğini açıkladı.
 
"Saray medyası"nın çok kısa süren "Obama aşkı" yine "ters köşe" oldu aslında.
 
Hemen "Obama yanlış yaptı", "Erdoğan ağzının payını verdi", "Bana niye söylemedi" manşetlerini attılar.
 
Anlaşılan "Obama kırmızı odada Erdoğan'a yanlış yapmıştı".
 
"İktidar olma" zihniyetleri neyse, yarattıkları "saray medyası"nın yayın politikası da öyleydi.
 
"FETÖ Amerikan ordusuna sızdı" diye manşet atanlar elbette "nem kapacak bulut" yaratmak için Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bulaşmadan da edemediler.
 
Kendi yazarları "Ordudaki Fetullahçılar darbe yapacak" diye yazdı.
 
Bunun üzerine Genelkurmay "Yasadışı hiçbir oluşuma ve harekete taviz verilmeyecek" dedi.
 
Sanki kendi yazarları yazmamış da, muhalifler ya da kendilerinden olmayan gazeteciler böyle bir iddiada bulunmuş gibi yüzleri hiç kızarmadan Genelkurmay'ın açıklamasına attılar manşeti:
 
"Darbeci zihniyete demokrasi dersi."
 
Genelkurmay kendi yazarları hakkında "darbe iddiası"ndan suç duyurusunda bulunmuş,  ne gam!
 
"Bulut" uygun olsa da olmasa da müthiş gelişmiş bir "nem kapma" yetenekleri var.
 
Ülke içindeki eski ortaklarını, yeni "düşmanlarını"  bin yıl öncesinin "Haşhaşileri" sananlar elbette ABD'ye gidince kendisini protesto edenlerin arasında PKK'lilerle ve Cemaatçilerle birlikte son eylemini 30 yıl önce yapmış ASALA'nın hayaletini bile görür.
 
Biraz daha sıkışırlarsa Selçuklular döneminin Cavlakileri, Osmanlı'dan kalma Hınçak Komitesi ya da Taşnaklar, hatta Kıbrıs'ın EOKA'cıları bile gelecek dönemlerdeki muhalifleri arasında yer alabilir.
 
Yeter ki bir "bulut"ları olsun nem kapacak.
 
Hatta ABD'de Erdoğan Brookings Enstitüsü'nde konuşurken salonda, dışarıda kendilerinden olmayan gazetecileri tartaklarlar, küfür ederler, salondan atarlar.
 
Sonra da kendi vandallıklarını eşitlemek, "özgür basına" saldırıldı yalanını uydurmak için, "gerçek gazeteciliğin" yargılandığı adliye binalarına gelip her türlü provakasyonu yaparlar.
 
Balçık havuzundan gönderilirken şefleri onları görevlendirmiştir "maraza çıkartın" diye.
 
Kimse bunlara uymayıp "Muhatap almayın arkadaşlar, buraya olay çıkarmaya gelmişler" diye foyalarını ortaya dökünce de "düşman" olarak gördükleri, kendilerinden olmayan gazetecilerin üzerine bağıra çağıra  yürürler.
 
Birileri araya girip "Durun ne yapıyorsunuz" diye önlerini kesince de aradıkları "bulut"u bulurlar ve kaptıkları nemle feryat ederler:
 
"Özgür basına saldırıldı, kadın gazeteci dövüldü."
 
Aslında burada üç yalan vardır. Birincisi "Özgür" değillerdir, "Saray"a göbeklerinden bağlıdırlar. İkincisi "gazeteci" falan değillerdir, gazeteci taklidi yapan tetikçilerdir. Üçüncüsü de ortada atılan bir dayak da yoktur. Ama olsun!
 
Görüldüğü gibi "iktidar olma biçimi"nin de, onun yarattığı "saray medyası"nın da ruhsal açıdan pek sağlıklı olmayan davranışları var.
 
Hatta artık bir takıntı haline gelmiş "Başkanlık sistemi" bile, "her derdin devası" olarak görülüyor.
 
Hani deprem olsa artık "Başkanlık olsaydı deprem olmazdı" ya da Üçüncü Dünya Savaşı çıksa "Başkanlığa geçseydik savaş çıkmayacaktı" diyecek bir noktadalar.