Radikal’den Ezgi Başaran, basın üzerindeki amansız baskıları ve Gezi direnişinde basının tutumunu yazdı.

Başaran sadece işinii yani gazeteciliği yaptığı için CNN International’dan Christiane Amanpour’a minnet borçlu olmanın kendisinde yarattığı hayal kırıklığını aktardığı yazısında,  “Türkiye tarihinin hiçbir döneminde basın kendisini bu derece paspasa dönüştürmemiş... Mesleğinin ahlakını ve doğrusu yapıldığında değiştirme gücünü yok saymamıştı. Hiçbir dönem basın içindeki kimseler birbirini iktidara böyle pespaye biçimde şikâyet etmemiş...” dedi.

İşte Ezgi Başaran’ın “Sizi 'Allah razı olsun Amanpour' noktasına getirdik” başlıklı yazısı:

Bazı, baskısı, imkânsız yöneticisi, yalan söyleyen devletlüleri bir tarafa... Gazeteciliğin geldiği noktayı, gazetecilerin algılanışını gördükçe buharlaşıp göğe uçayım, su olup bir çatlaktan sızayım istiyorum.

Kendimi tanımladığım çok kuvvetli bir olgu olan gazeteciliğin çok sevdiğim şehrimde, ülkemde nasıl görüldüğüne, bugün itibariyle gazetecilere duyulan nefrete ne desem...

Salı gecesi CNN International Taksim ve çevresindeki polis şiddetini, Gezi Parkı’ndaki eylemcilerin durumunu, eylemin hangi kırılma noktalarından geçerek bugünkü halini aldığını olması gerektiği gibi anlatıyordu.

Christiane Amanpour stüdyodan bağlandığı hükümet yetkililerine, ‘Bi saniye efendim, ben onu sormuyorum. Lütfen soruma cevap verin’ dediği için, sorulması gereken soruları sorduğu için...

Gezi Parkı’ndan yayın yapan CNN’in kriz bölgesi muhabirleri Arwa Damon, Nick Patton Walsh ve İstanbul’daki temsilcisi Ivan Watson sadece gördüklerini, halkla yaptıkları söyleşiler sonucunda edindikleri bilgileri paylaştıkları için...

Fazlası değil, çok affedersiniz(!), gazetecilik yaptıkları için arkadaşlarımız, ailemiz, onların arkadaşları, onların aileleri, yani bilme, görme, tanıma, duyma çeperimizdeki herkes tarafından “Çok şükür birileri sesimizi duydu, teşekkürler Ivan, Allah razı olsun Amanpour” diye karşılandılar.

Gazetecilik haysiyeti olan insan bunu kendine yedirebilir mi? Vur kafayı duvara, otur.

* * *

Yediremeyen, uykusu kaçan, sahiden fiziksel olarak hastalanan çok sayıda meslektaşım olduğunu söyleyebilirim. Bu çünkü öyle bir meslek. Haysiyeti kaybolduğunda ve bu yitiş milyonlarca insan tarafından tescil edildiğinde geriye hiçbir şey kalır biz gazeteciler için. Ayağınız boşa bastı demektir.

Bu hale gelişin sorumlusu kimdir derseniz, herkes öncelikle ve haklı olarak “Medya patronları sadece gazete-TV sahibi olmadığı için iktidar baskısına karşı savunmasızdır” cevabını verecektir. Bu cevabı biliyorsak, âlâ, şimdi ben başka bir şey daha diyeceğim: Türkiye tarihinin hiçbir döneminde basın kendisini bu derece paspasa dönüştürmemiş... Mesleğinin ahlakını ve doğrusu yapıldığında değiştirme gücünü yok saymamıştı. Hiçbir dönem basın içindeki kimseler birbirini iktidara böyle pespaye biçimde şikâyet etmemiş... Meslektaşlarının isimlerini polise ihbar gibi sıralamamıştı (Hayır, 28 Şubat’ta olan bu değildi, arkadaşlar!). Gazeteciler hiçbir dönem bu derece hapislere düşüp başta meslektaşları tarafından unutulmamıştı. Sonuç bu oldu. Nor-MAL. Fakat size iyi bir haber verebilirim: Bu karaktersizlik, bu eziklik, bu mesleğin özüne sırt dönme basının geneline sirayet etmiş gibi görünse de aslında hükümetin ataşeleri gibi görev yapan birkaç söz sahibi medya insanının vesayetinden öte bir şey değildir. O patrondan çok patroncu ataşelerin, başbakandan çok başbakancı danışmanlarla tatlı sohbetleri sonucunda hepimizin üstüne sindirilen otosansürün, ölü toprağının, epriyen itiraz kültürünün sonucudur bugün yaşadığımız biraz da. Eminim çok yakın bir gelecekte çoğunluğu oluşturan gerçek ve haysiyetli gazeteciler mesleğin tepesinde hüküm süren bu vesayet rejimini kusup atacaktır. Ama şimdilik... Sizi “Allah razı olsun Amanpour” noktasına getirdik ya... Ne diyeyim. Bu mesleğin bir parçası olarak, tüm kalbimle özür diliyorum. Haklısınız.