Yazılarına Özgür Gündem’de devam eden Yıldırım Türker AKP-Cemaat çatışmasını değerlendirdiği yazısında “Kimi Kürt siyasetçilerinin, Cemaat karşısında AKP’ye yakın durmanın gerekliliği üstüne söz üretmeleri, kanımca hayati bir yanlıştır” değerlendirmesinde bulunurken sözlerini  “Bu iki suç ortağının birlikte kaybetmesi için safları sıklaştıralım. Birinden biri kazanırsa dönüp dolaşıp saldıracağı yine biziz” diyerek bitirdi.

İşte Yıldırım Türker’in o yazısı:

ATTIĞIN TAŞA DİKKAT!

Dün karşılaştığım bir arkadaşıma memleketin yakın geleceği üstüne tahminlerini sordum. Gözlerini uzaklara dikip boğuk bir sesle anlatmaya koyuldu: Fıkra bu ya, Karadenizli bir çift Hac’ca gidiyor. Sıra şeytan taşlamaya geldiğinde kadın cuşuhuruşa kapılarak avuç avuç taş atıp ödeşemeyince ayakkabısının tekini çıkarttığı gibi fırlatıyor şeytana. Kocası hafif ürkerek soruyor, ‘Ne oluyor, neyin var?’ Kadın derin bir nefes çekip, ‘Şeytan bu. Hıncımı alamıyorum’ diye cevaplıyor. Adam kaygılı, ‘Bana bak’ diyor, bu Şeytan bir zamanlar Allah’ın en sevdiği melekti. Sonradan gözden düştü. Yarın bir gün barışırlar, birlikte canına okurlar valla.’

Hepimiz birbirimize, memleketin hali ne olacak sorusuyla yaklaşıyoruz. Televizyonda o maçtan öteki maça geçerek heyecanımı diri tutuyorum. Her kanalda Cemaatçiler ile AKP’liler karşı karşıya oturtulmuş, birbirlerinin sesini boğmaya çalışarak bağırışıyor. Arada ille de tarafsız bir sicilli aydın, ürkerek de olsa hakemliğin tadını çıkartarak her iki tarafı da adil olmaya ve barışmaya çağırıyor.

Koskoca bir toplumu ana baba kavgası izleyen çocuk olarak gördükleri için bu müsamere düzenini yadırgayan yok. Utanma duygusunun da çok ötesine geçmiş, yüzü meşine kesmiş adamlar ‘dindar’ kartvizitini birbirlerine kaptırmadan ilişkilerinin en mahrem ayrıntılarını ortaya döküyorlar. Hani Başbakan’ın ‘Ne istediler de vermedik’ sitemi makamından birbirlerine gönül koyuyor; ‘Senin için saçımı süpürge ettim’, ‘her başarılı iktidarın ardında bir Cemaat vardır’ türünden itirazlarla birbirlerine suç ortaklığının ahlakını hatırlatıyorlar.

İki vahşinin hunhar dalaşı karşısında korkuya kapılmamak ne mümkün.

Bütün kurallardan soyunmuş iki düşmanın arasına giren telef olur.

Her şeye rağmen bu savaşı izlerken zaman zaman Schadenfreude’nin sarı dişleri aynadan yüzümüze sırıtıyor.

Schadenfreude, Almanca’nın gururu kelimelerden biri. Başkasının acısından zevk almak anlamına geliyor. Birçok dilde karşılığı olmadığı için her dilin rahatlıkla ödünç alıp yadırgamadığı bir kelime. Schopenhauer’in sözü var: “Haset hissetmek insancadır, schadenfreudeyi tatmaksa şeytanca”.

İlkellerin ilkeli taklidi yaptığı yenilgi müsamerelerine çok tanıklık etmişliğimiz var bu toplumsal coğrafyada.

Şimdi nadanlığıyla, nefret dolu duruşuyla hepimizi yıllardır öfkelendirenlerin panik halinde olduklarını izlerken duyduğumuz zevk, son derece tehlikelidir.

Evet, Schadenfreude’yi yaratan onların her şeyi şahsi ve müptezel bir dile tercüme ediveren sorumsuz halleri. Bu kadar kendinden emin, seçtikleri dışında acı çekenlerin acıları karşısında bu kadar duyarsız kalabilen, dünyaya küçük gördükleri kitleleri eğip bükme göreviyle gönderildiğine inanan bu din çakalı militarist vahşilerin ürktüklerini görmek, ürküten siz olmasanız da iyi geliyor.

Burada asıl ahlâki sorun başını çıkarıyor. Bu itiş kakış içinde; bu yenme-yenilme, bitme-bitirme mücadelesinde nerede duruyorsunuz? Bu kavganın tarafı mısınız?

Kimi Kürt siyasetçilerinin, Cemaat karşısında AKP’ye yakın durmanın gerekliliği üstüne söz üretmeleri, kanımca hayati bir yanlıştır. AKP’nin Barış sürecini başlatan ve tamamına erdirebilecek yegane güç olduğu iddiası onlarca yıldır verilen mücadeleyi hiçe saymak anlamı taşımaz mı? Barış süreci, AKP’nin katlanmak zorunda kaldığı bir bedeldir. Kürt mücadelesi, pragma marka AKP kafasını müzakereye mecbur bırakmıştır. Cemaat, Kürtleri hırpalarken AKP tarafından sırtı sıvazlanmadı mı?

Kendi rahatları kaçınca iki günde bütün hukuk sistemini değiştirebilen AKP, KCK tutuklamalarının haklılığına siper etmiyor muydu göğsünü?

Ne Gezi eylemcilerini hapislerde çürütmeye ant içmiş, bildiri okuyan kahraman savcı, ne Roboski katliamına bir oh çekmediği kalan Başbakan bizim müttefikimiz olabilir. Yarın öbür gün barışırlar. Başka da bir çareleri ufukta görünmüyor. Tarihe gömüldü sandığımız Deniz Baykal’ın kahraman kayyum edasıyla apansız sahnede zuhur etmesi size bir şey anlatmıyor mu?

Barışacaklar. Barıştıklarında bizi karşılarında daha güçlü, daha külyutmaz olarak bulmaları gerek.

Onların kavgalarıyla birlikte Kürtlere yönelik nefret saldırılarının yoğunlaşmasını iyi değerlendirmeliyiz.

Bu iki suç ortağının birlikte kaybetmesi için safları sıklaştıralım. Birinden biri kazanırsa dönüp dolaşıp saldıracağı yine biziz.