Cüneyt Özdemir, önemli bir konuya dikkat çekti:

Pazar gecesi ekran karşısına geçip Behzat Ç.’yi izleyenler ‘İşte düzgün polis budur abi’ dediler! Nasıl demesinler Behzat Ç. bu haftaki macerasında bir cumartesi annesine kulak veriyor, üstelik yetmezmiş gibi bir de Kürtçe ağıt dinliyordu. Olayların üzerine korkusuzca giden Behzat Ç.’nin bu duyarlı tavrı pek çok kesim tarafından takdir edildi. Özlenen, istenen polis profiline uyan buydu işte. Pazar gecesi bir yandan Behzat Ç.’yi dinleyip diğer yandan sosyal medyada yarattığı heyecanı hayranlıkla izlerken aklıma bir başka polis memuru Ayhan Ç. geldi. Ayhan Ç’yi yani Ayhan Çarkın’ı artık hepimiz gerçek hayattan tanıyoruz. Kendisinin de karıştığı faili meçhul cinayetleri tek tek anlattı ve hapsi boyladı. Gelin görün ki mahkeme anlattıklarından ikna olmadığı için adı geçen tüm diğer polisleri önce yakaladı sonra da geçen hafta serbest bıraktı. Ayhan Çarkın bununla da kalmadı açıklamalarına devam etmekle kalmayıp iddialarının da arkasında duruyor. Dün cezaevinden Taraf’a yolladığı mektupta faili meçhul cinayete kurban giden Tarık Ümit’in gömüldüğü yeri göstereceğini söylüyordu. Bununla da kalmıyor Mehmet Eymür’ün verdiği ifadede tüm olayları anlatırken kendisini sanki sonradan haberi olmuş gibi olayların dışında tuttuğunu da iddia ediyordu. Etrafımıza baktığımızda ne görüyoruz? Ayhan Ç.’nin bu gerçek açıklamaları, Behzat Ç.’nin bir ‘Cumartesi Annesi’ni dinlemesi kadar bile etki yaratmamış. Gerçeğin yerini nasıl sanal dünyanın aldığı üzerine önemli ve güzel bir örnek ile karşı karşıyayız. İtiraf edelim ki toplum olarak gerçek çok da fazla ilgimizi çekmiyor. Mesela kafasına çuval geçirilen askerlerimizin intikamının Polat Alemdar tarafından alınması yetip de artıyor bile. Ya da varsın İsrail Mavi Marmara için özür dilemesin, bir Kurtlar Vadisi Filistin filmine bakar hesaplaşmamız. Dün sanal dünyada Ermeni soykırımını kabul eden Fransa’ya hak ettiği dersi milletçe verdik! Fransız mallarını boykot edin kampanyası dünya çapında en çok konuşulanlar listesindeydi. Kimse boykot eder mi, zannetmiyorum. Zaten önemi de yok. Mesele düdüklü tencere demokrasisinde milletin gazını alma meselesi. Gerçeklerin peşinde zaman yitirmeye gerek yok. Kafalar rahat olsun yeter! Muhteşem Yüzyıl’ı eleştirenlere “Altı üstü bir dizi amma abarttınız yahu” diye kızıyordum. Her geçen gün yanıldığımı daha iyi anlıyorum. Kurgulanmış bu dünyalar bilinçaltımızda çok daha güçlü ve tahripkâr bir afrodizyak etkisinde gerçekliğin belini kırıyor. İtiraf edelim gerçek hayat diziler kadar etkileyici ve renkli de değil. Hepimiz yaşayan avatarlara döndük. Bu yüzden sanal dünyada polis Behzat Ç.’ye kahraman, gerçek hayatta polis Ayhan Ç.’ye deli muamelesi çekiliyor. Şöyle de diyebiliriz: Ölmüşüz ağlayanımız yok!



Benim sevgili diktatörüm
Bir insanı ölesiye çalıştırabilir, esir alabilir, hapse atabilir ya da asker yapabilirsiniz ama bir insanı kendi isteği olmadan güldüremez ya da ağlatamazsınız. Bilmem dün Kuzey Kore’de liderleri ‘sevgili’ Kim Jong İl’in ardından toplu ağlama seansları düzenleyen Kuzey Korelileri siz de benim gibi şaşkınlıkla izlediniz mi? Binlerce insan dünyanın ‘diktatör’ olarak bildiği bir insanın arkasından kelimenin gerçek anlamı ile gözyaşı seli dökebiliyorsa bunun altındaki dinamikleri Batı’nın ‘diktatör öldü’ dayatmasının ötesinde farklı bir gözlükle okumamız gerekiyor. Kuşkusuz Kuzey Kore’ye gitmeden bu ruh halini anlamak kolay değil ancak dünyaya yeni kapılarını açan Vietnam ve hâlâ kapalı olan Küba hatta Suriye gerçeği üzerinden bir okumaya girişebiliriz. Emperyalizmin uğramadığı bu ülkelere Batı’nın gözlükleri ile baktığınızda karşınızda baskıcı rejimler ve berbat bir demokrasi var. Aslında bu, madalyonun bir yüzü. Bu ülkelerin çoğunda basın veya gösteri özgürlüğü kısıtlanmış durumda. Hapishaneler dolup dolup boşalıyor. İstihbarat teşkilatları sokakta kuş uçurtmuyor. Bunun gibi demokrasinin olmazsa olmazı pek çok şeyin yokluğunu ardı ardına sıralayabiliriz. Gelin görün ki aynı ülkelerde kimi insanların yüzünden gülümseme de eksik olmuyor. Eğitim bedava, sağlık sektörü müthiş gelişmiş ve ücretsiz. Devlet bürokrasisi belki hantal ancak har vurup harman savuran ihale zenginleri de ortada Maserati’leri ile tur atmıyor. Bu ülkelere gittiğinizde işte bu iki duygu arasında sıkışıp kalıyorsunuz. Bir yanda demokrasinin getirdiği özgürlük ve o özgürlüğün bedeli olarak ekonomik köleleşme diğer yanda ise diktatöre biat edip karşılığında sağlık, eğitim gibi hizmetlerde ortak bir standart yakalama var.
Kim Jong İl’in ölümü sonrasında sokaklarda toplu ağlama ayinlerinde dökülen gözyaşları bize önemli bir şeyi daha gösteriyor. Bir ulusun kapılarını dünyaya kapatıp eğitim ve iletişim sistemini iyi kontrol edip örgütleyebilirseniz köleleşmiş insanlar ve sizin yokluğunuzda gözyaşlarının sel olduğu duygusal bir atmosfer yaratabilmenizin mümkün olduğunu da görüyorsunuz. Bir şeyi yeterli bir sürede etkin bir şekilde toplumlara tekrar tekrar sunarsanız o şeyin yokluğu sizi bir anda ‘sevgili’siz bırakıp gözyaşlarına boğabiliyor.
Son olarak Kuzey Kore’de bütün bu görüntüler size bir yerlerden fazlaca tanıdık gelmiyor mu!