Cumhuriyet gazetesi yazarı Aydın Engin, Hümanist Büro tarafından hazırlanan çocuk ölümleri raporundan hareketle, sokağa çıkma yasağı altında ülkenin güneydoğusunda yaşananları sorguluyor: "Oturup ağlasak mı, başımızı öne eğip utansak mı, yoksa dikilip bağırsak mı?"

Engin ayrıca "İç savaş görüntülerinde bile rastlanmayan ölçüde tahrip edilmiş kent ve kasaba görüntüleri eşliğinde bir halkın siyasal tercihinin insafsızca cezalandırılmasına tanık oluyoruz ve bu ülkeyi yönetenler bu tercihlerinin ülkeyi sahiden de iç savaşa sürükleyeceğinin ya farkında değiller ya da bunu sahiden istiyorlar. Başka bir açıklama mümkün değil. 44 çocuğun, içlerinde 35 günlük bebeklerin de bulunduğu 44 çocuğun öldürülmesinin başka bir açıklaması yoktur" tespitinde bulunuyor.

İşte Aydın'ın bugünkü Cumhuriyet'te yayımlanan "44 çocuk terörist artık etkisiz" başlıklı yazısı: 

Haber bu kadar yalın ve korkunç: “Kahraman” polisimiz ve ordumuz 44 çocuk teröristi etkisiz hale getirdi. Dahası 64’ü de yaralı. Onların kimileri de yaşam boyu etkisiz kılındı. 
Bu kadar kısa ve yalın bir haber yetersiz mi kaldı? 
Peki, buyrun Hümanist Büro tarafından hazırlanan rapordan biraz daha ayrıntı: 
“...26 Temmuz - 30 Kasım 2015 arasında, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, Istanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkâri ve Adana illerinde en küçüğü 35 günlük bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuk hayatını kaybetti...” 
Bu da mı yetersiz. Buyrun bir ayrıntı daha: 
“... Çocukların ölüm ve yaralanma sebepleri şöyle: Operasyon veya çatışmalar sırasında vurularak, gösteriler sırasında vurularak, bomba patlaması sonucu, sivil alanlarda bulunan mühimmatın patlaması sonucu, hasta olup hastaneye götürülemediği için, sokağa çıkma yasağı sırasında parkta veya evin önünde oynarken vurularak, eve isabet eden kurşun veya patlayıcı ile vurularak, polisten kaçarken apartmandan düşerek, polis tarafından dövülerek, açılan ateşte vurularak...” 
Ne dersiniz? 
Oturup ağlasak mı, başımızı öne eğip utansak mı, yoksa dikilip bağırsak mı?

*** 

Ey okur, hele hele bana e-mektuplar atıp “Ne yani hendek kazan, devlete başkaldıranlara çiçek mi yollasaydılar” diye soran ya da “Geyilla çocuklar geyillacılık oynuyoymuş da, Aydın amcaları onları pek seviyoymuş da...” diye akılları sıra laf dokunduran okurlar... 
Demokratik özerklik ya da yeni benimsenen adıyla “özyönetim” hedefinin siyasal bir mücadele konusu olduğunu göz ardı edip “Biz özyönetim ilan ettik, oldu da bitti” diyen, devletin tepkisini zor kullanarak göğüslemeyi seçenlere sözüm çok. 
Ama bu söz “Öyle yaparsanız devletin de cevabı böyle olur işte” diye tepeden bakan, devleti hukukla değil zorbalıkla tanımlayanların ideolojik tuzağına düşmekten kesinlikle kaçınan bir sözdür. 
Iç savaş görüntülerinde bile rastlanmayan ölçüde tahrip edilmiş kent ve kasaba görüntüleri eşliğinde bir halkın siyasal tercihinin insafsızca cezalandırılmasına tanık oluyoruz ve bu ülkeyi yönetenler bu tercihlerinin ülkeyi sahiden de iç savaşa sürükleyeceğinin ya farkında değiller ya da bunu sahiden istiyorlar. 
Başka bir açıklama mümkün değil. 44 çocuğun, içlerinde 35 günlük bebeklerin de bulunduğu 44 çocuğun öldürülmesinin başka bir açıklaması yoktur. 
7 Haziran seçimlerinin sonucunu siyasal bir yenilgi olarak görüp sindiremeyen, 
o yüzden “tekrar seçimi” dayatan ve kendi çıkardığı “Iç Güvenlik Yasası”nın ardına sığınıp bir halkı ölümle, açlıkla, korku ile, yılgı ile, devlet zoruyla sindirip parlamento aritmetiğini kendi kirli hesaplarına uygun hale getirmek gibi sefil bir siyasal tercihte bulunanların yarattığı sonuç bu: 
44 çocuk terörist etkisiz hale getirildi. 
Ne yapsak? 
Oturup ağlasak mı, başımızı öne eğip utansak mı, yoksa dikilip bağırsak mı? 
Ey silaha tapanlar, ey savaş tanrısıyla kol kola girenler, ey ölümün dilinden öte dil bilmeyenler, ey parmakları tetiğe kaynamışlar! 
Artık yeter... Yeter... Yeter...