İşte o yazı:

Büşra Ersanlı, ‘Bugün’, ‘Samanyolu’

2004’ün bahar aylarıydı... O dönemde hem Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor hem de Kürşat Bumin’le birlikte Yeni Şafak gazetesinde “Kronik Medya” sayfasını hazırlıyorduk.

Bir gün okuldaki odamda çalışırken Fethullah Gülen gönüllülerinin kurup yönettiği Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan aradılar. Vakıfta, 10-15 kişilik bir akademisyen-gazeteci grubu ile birlikte “askerî vesayet ve demokrasi” konusunu tartışacaklarını söyleyip tartışmaya benim de katılmamı istediler... Olur, dedim.

Toplantıdan bir gün önce cemaatle ilgili olarak medyada yeni bir cadı kazanı kaynatılmaya başlamıştı. İçinde tam olarak ne vardı, şimdi hiçbir şey hatırlamıyorum, fakat ortada bir “kazan”ın olduğu hususunda hafızamın beni yanıltmadığına eminim; çünkü toplantıya giderken, Gülen cemaatinin gönüllüleriyle bu ikinci temasın da kaynayan bir cadı kazanının harareti eşliğinde gerçekleşiyor olmasındaki tesadüfü aklımdan geçiriyordum... Gerçekten de tuhaftı; o tarihten dört yıl kadar önce (1999) bir haziran günü cemaatin Rusya’da açtığı okulları gezmek üzere gönüllülerle havaalanında buluştuğumuzda da meşhur “kaset olayı” patlamış, ortalık darmadağın olmuştu.

Toplantıya giderken, bir yandan da ortaya çıkan hararetin toplantıya katılımı nasıl etkileyeceği üzerinde düşünüyordum. Neysi ki hiç kimse “mazeret” bildirmemişti, geleceğim diyen herkes gelmişti.

O yıl, o aylarda memlekette acayip şeylerin döndüğünü (Sarıkız, Ayışığı, vb.) yıllar sonra anlayabilecektik ama, bazı gazetecilerin yazmasalar da etraflarına anlattıklarından öğreniyorduk ki askerler “rahatsız”dı ve “eski Türkiye”ye ait bazı refleksler bu dönemde de ortaya çıkabilirdi...

Toplantıya katılanlardan aşağı yukarı yarısını hatırlıyorum ama burada onlardan sadece birinin adını anacağım: Prof. Dr. Büşra Ersanlı...

Toplantının “radikal demokrat” atmosferi hepimizi etkiledi, hepimiz biraz uçtuk... Aramızdan biri, belki de askerî vesayeti ortadan kaldırmanın yegâne yolunun, başarısız kalmış bir askerî darbe girişiminin ardından eski ve yeni darbecilerin derdest edilip yargılanmaları olduğunu savundu. Bunun gibi bir sürü fikir, temenni, öneri birbiriyle çarpıştı.

Prof. Büşra Ersanlı’nın daha çok akademik özgürlükler ve üniversitelerdeki başörtüsü sorunu üzerinde konuştuğunu hatırlıyorum. Başörtüsü yasakçılarına karşı çok öfkeli, çok sertti. Radikal-fiili çözüm önerileri sunmuştu toplantıya, “hak verilmez alınır” havasındaydı ve daha fazla beklemeye tahammülünün olmadığını söylüyordu.

Şimdi düşünüyorum da, o toplantıda kimbilir ne notlar tutmuştuk... Yine düşünüyorum, o gün “eski Türkiye”nin refleksi bir kez daha canlansaydı ve birileri o “meş’ûm” toplantıyı basıp not defterlerimizi ele geçirseydi... Bilahare o defterleri Hürriyet gazetesine sızdırsaydı... Hürriyet,“demokrat geçinen” profesör ve gazetecilerin gerçekte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı komplo kuran, kin ve nefret kusan hainler olduğunu yazsaydı... Oktay Ekşi, bir “alçakları tanıyalım” yazısı patlatsaydı...

Bugün gazetesinin “ele geçirdiği” Büşra Ersanlı’ya ait not defterinde yer alan birkaç cümle önce bu gazetede yayımlandı, bilahare “muhafazakâr” internet sitelerinde “Bak masum dedikleri Prof’a”,“KCK/PKK’nın Prof’unun gerçek yüzü” gibi başlıklarla alıntılandı...

Bunları görünce, aklıma dört yıl önce benim de içinde yer aldığım yarı somut yarı kurgusal işte bu hikâye geldi. Anladım ki hikâyemiz aynı hikâyedir, sadece kahramanlar değişmiştir.

Bugün gazetesinin haberi

1 kasımda Bugün gazetesinde yayımlanan şu habere bakın:

“İstanbul Terörle Mücadele polislerinin KCK’nın sözde siyaset akademisine yaptığı operasyon sonucu gözaltına alınan Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın not defterini Bugün ele geçirdi. Ersanlı’nın kendi el yazısıyla yer alan ifadelerinde paralel bir devlet kurulmasının amaçlandığı anlaşılıyor. Ersanlı’nın defterindeki ‘Özerklik tek taraflı kurulmaz ama devlet tek taraflı kurulabilir. Bölünme korkusu hâlâ canlı, ulusal kimlik oluştu. 40 bin kişi dağa çıkmış. Kürt hareketi Türkiye’de meşru bir zemin kazandı, taktik savaşlarda biz öndeyiz, BDP silahı bıraksın demek legal bir partiye AKP’nin aczini gösteriyor. Devlet istemiyor olmak, yönetim olmak istemiyor demek değildir’ ifadeleri dikkat çekiyor. Notlarda isyan edilip yönetim sahibi olmanın amaçlandığı ve Kürdistan Demokrat Partisi gibi davranılıp bölünmenin amaçlandığı ifade edilerek, ‘KDP gibi yaparak devlet kurabiliriz, konjonktör buna uygun’ deniliyor.”

Haberden, Büşra Ersanlı’nın bu notlara dair ne dediğini öğrenmek mümkün olamamıştı, çünkü sızdıranlar, Ersanlı’nın sorgusundan önce yapmışlardı bu işi. (İnsanın, “insaf edin, bari bir gün bekleyin, ifadesinden sonra sızdırın” diyesi geliyor.)

Bunu, bir gün sonraki gazetelerden öğrenebildik. Mesela Milliyet’in (2 kasım) haberinden:

“Bazı notlar ise panellerde bana yöneltilen sorular nedeniyle aldığım notlar. Bunların silahlı terör örgütü ile ilgisi yoktur. Ben birkaç defa siyaset akademisine ders vermek için gitmiştim.”

Aslında “notlar”a ön yargısız, düşmanca olmayan bir bakışla yaklaşabilen her gazeteci, bunların bir kişinin kendi notları olamayacak kadar çelişkili ifadeler barındırdığını görür ve kullanmaktan imtina ederdi, ya da hiç değilse bu çelişkilere işaret ederek kullanırdı.

Ben sorayım Bugün’deki meslektaşlarımıza:

Bir kişi aynı paragraf içinde nasıl olup da hem “Özerklik tek taraflı kurulmaz ama devlet tek taraflı kurulabilir” deyip sizin de vurguladığınız gibi “paralel bir devlet”in kurulması gerektiğini savunduktan sonra “Devlet istemiyor olmak, yönetim olmak istemiyor demek değildir”diyerek devlet istemediğini söyler, ardından da “KDP gibi yaparak devlet kurabiliriz” diyerek tekrar devlet vurgusu yapar...

“Not defteri”nden alıp peş peşe sıraladığınız şu cümlelerin, tipik bir “paneliste ya da ders hocasına sorulan sorular” demetinden ibaret olduğu yeterince açık değil mi? Ya da bu ihtimal, en azından sizin öne sürdüğünüz ihtimalden daha kuvvetli bir ihtimal değil mi? O halde nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz?

Samanyolu Haber televizyonunun haberi

1 kasımda Samanyolu Haber televizyonunda yayınlanan şu habere bakın (parantez içleri bana ait):

“(...) Kamuoyu, Prof. Büşra Ersanlı’yı BDP Parti Meclisi üyesi ve Anayasa Komisyonu üyesi olarak tanımıştı. Ancak Yeni Akit gazetesi Ersanlı’yı başka özellikleriyle manşete taşıdı. Gazetede, cezaevine gönderilen şüpheli için ilginç iddialar yer aldı. Ersanlı’nın KCK’nın (BDP olacak... Bunun masum bir “tashih” olduğunu düşünmüyorum) sözde siyaset akademisinde görevli olduğu öne sürüldü.

“İddiaya göre Ersanlı örgüte ideolojik olarak yetişmiş bir kadro hazırlamaktan sorumluydu. (Aydın Engin, 2 kasımda T24 internet sitesinde kaleme aldığı yazısında, ‘Orada anlatılan derslerle Kandil’deki eğitim çalışmalarında kullanılan müfredatın aynı olduğu’ yönündeki polis tesbitini aktardıktan sonra soruyordu: “Nasıl yani? İstanbul’un göbeğinde herhangi bir BDP’linin, hatta bilebildiğim kadarıyla BDP seçmeninin katılıp izleyebileceği derslerde Kaleşnikof nasıl sökülüp takılır, yağlanıp temizlenir kursu mu veriliyormuş; yoksa askeri araçların geçeceği yollara mayın nasıl döşenir mi öğretiliyormuş?..” Aydın Engin’in esprili soruları bir yana, Samanyolu’nun haberinin tam bu noktasına gömülen görüntüler, izleyicilere, Ersanlı’nın verdiği derslerde aşağı yukarı böyle şeyler öğretildiğini ima edecek malzemeyle doluydu: Spiker tam “İddiaya göre Ersanlı örgüte ideolojik olarak yetişmiş bir kadro hazırlamaktan sorumluydu” derken ekranda bir otobüsü ateşe vermiş, yüzleri kapalı bazı kişilerin görüntüleri akıyordu.)

“(...)

“Gazete, Ersanlı’nın geçmişiyle ilgili olarak da dikkat çekici ayrıntılar aktardı okuyucularına... İddiaya göre Ersanlı, spekülatör George Soros’un Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin kurucularındandı. Ayrıca hükümetin izni olmadan yurtdışı destekli cemiyet kurmak ve işletmek suçundan da tam 15 yıl kesinleşmiş cezası vardı. Ancak bir süre yattıktan sonra cezaevinden afla çıkmıştı. Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın ablası Fatma Sırma Evren ise Ergenekon üyesi olmaktan tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in eski eşiydi.”

Samanyolu Haber’in haberi aynen böyleydi işte...

Eh, geçmişinde bu kadar “dikkat çekici ayrıntı” olan birinin tutuklanmasına şaşmamak gerekir, öyle değil mi?

Sorun yok yani... Yok bi şey!