Gazeteci Ali Topuz, Silvan'da polisin gerçekleştirdiği infazın görüntülerini, hükümete yakınlığıyla bilinen Yenişafak gazetesinin paylaşmasının ardından kendi blog'unda bir yazı kaleme aldı.

"Savaş sadece Cizre'de, Silopi'de sürmüyor, zihinlerde de sürüyor" diyen Topuz, videoda sesi duyulan polislerden birinin Enfal Suresi'nin 17. ayetini okumasından (“Ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ” / Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı) hareketle, Kürtlerin zihnindeki 'Enfal'den de şu şekilde bahsediyor: 

"Enfal. Arapça, savaşta alınan ganimet. Enfal, Kuran'da sekizinci sure. Enfal, Saddam'ın Kürtleri kırmak için yürüttüğü etnik temizlik operasyonuna seçtiği bir isim. Kuzeni "Kimyasal Ali" ile birlikte. Saddam Hüseyin ve Kimyasal Ali, Kürtlerin dinen de öldürülmeleri gereken düşmanlar ve mallarının da helal olduğuna inandırmak için bulmuştu bu cin fikri. Kutsal Enfal suresini, kendi lanetli Enfal'inin adı yapmıştı böylece. Attığı kimyasal bombaları, "... Allah attı" kalıbına sığınarak temize çekiyordu.  Kürtlere "Enfal" diyen, Saddam'ı ya hiç bilmiyordur ya da fazla iyi biliyordur"

İşte Topuz'un "Kutsal Enfal, lanetli enfal" başlıklı yazısı: 

Görüntü bombardımanı altındayız. Yaylım ateşi. Bombardıman altındakilerin görüntüleri. Zihinlere atılan bombalar, o görüntüler. Bomba atılanları nasıl görmemiz gerektiğini zihne çakan yaylım ateşler. Virilo'nun "enformasyon bombası"nın savaştaki işleyişine tanıklık ediyoruz. Yok tanıklık değil, içindeyiz. 
Yeni Şafak'tan geldi yaylım ateş. Üç kişinin öldürülmesini izletti "70 milyon"a. Teknoloji ve inancın harmanlandığı bir eser. İkisinin nasıl, hangi raddeye kadar kötüye kullanılabileceğini gösteren eser.

Zihinlerdeki savaş

Yeni Şafak gazetesi, bir polis aracının içinden üç kişinin (çocuğun?) öldürülmesi videosunu yayınlamış. "Gururla sunar..." kalıbına uymuş, neşeyle, överek vermiş. Demek ki övünerek.
Çok sevinmiş gazete. Çok heyecanlanmış. Haber bulmuş. Görüntülü, hem de. Görüntü çünkü, zihne en kuvvetli kazıyan şey, mesajı. Görüntüleri çeken polisler, bunu iyi biliyor. Bilmese gazeteye niye versin? Gazete bunu çok iyi biliyor. Bilmese niye yayınlasın? Çok da tık getirir görüntünün böylesi. Savaş çünkü sadece Cizre'de, Silopi'de sürmüyor, zihinlerde de sürüyor.

Savaşa dahil etme yolu

Görüntü, bir donanımlı (muhtemelen zırhlı) aracın içinden çekilmiş. Kül rengi bir ekran görüyoruz, ekranda üç karartı var.
Görüntüleri görenler ve bize gösterilmesini temin edenler, konuşuyorlar. Rahat. Kıygın. Kibirli. Öldürecekler üçünü de birazdan. "Artı" işareti (+) ekranda görünenlerin üstünde geziyor. Nişan. Diyor ki görüntüler toptan, yüksek teknoloji var, o üç kişinin ellerindeki uzun namlulu silah ve el bombası (ki var mı yok mu belirsiz, polisler söylüyor sadece) hiçbir işe yaramaz. Bitti işleri. "İndirilecekler."
Görüntü bizi savaşın içine çekiyor, polis aracının içine sokuyor, oradan bakmamızı emrediyor olan bitene. Oradan bakıyoruz biz de.

"Kriter" de bulmuş gazete!

Arada, "Çocuk bunlar" diyor biri, diğeri yapıştırıyor cevabı, polislik atik olmayı da gerektirir: "Ne çocuğu koca adamlar."
Gazete bu lafların da geçtiği konuşmalarda bir keramet bulmuş, bir "kriter" varmış güya orada:
"Polislerin, teröristleri etkisiz hale getirmeden önce, çocuk mu ya da yetişkin mi ve ellerinde silah olup olmadığına dair kriterleri aralarında tartışması da dikkat çekiyor."

Cümlenin bozukluğu, haberin öneminin heyecandan olsa gerek. Yüksek teknolojiyle insan "indirme"nin yol açtığı heyecandan ve bir de elbette inanç heyecanından, oraya geleceğiz.
"Kriter"e girelim az: Görüntülerdeki siluetler, aracı görüyor mu? Belki evet, belki hayır. Haber, "Polise saldıracaktı" diyor, belki doğru belki yanlış. Görüntüler bunu söylemiyor. Görüntüler, siluetlerin göründüğünü, çok iyi göründüğünü, yüksek teknolojiyle nişan alındığını söylüyor, fazlasını değil. "Çocuk" olma ihtimalleri yüksek, o yüzden biri söylüyor. Konuşanlar, sanki rasgele konuşuyormuş gibi sunuluyor, oysa kameraya çekildiklerini, muhtemelen ilerde yayınlanacaklarını biliyorlar. Kendileri yapıyor çünkü. "Silahsızsa vurma" diyor biri, "Silahı alırsa vur", diğeri vuruyor.

Karadan Roboski

Belki de "vurma" diyen de vuran da aynı, bilmiyoruz. Yaralayınca birini, "zaten geberecek" diyor. Öldürmüyor, gebertiyorlar.
Karşılarında ne "terörist" var, ne Müslüman, ne de insan, "indirilecek" üç kişi, ölmeyecek, ama "geberecek" kişiler. Teröriste karşı uygulanacak kurallar belli, savaş kuralları belli, "insan öldürme" kuralları belli. Yargıtay'a sorsalar, söyler. Belki de artık söylemez, yeni bir hukuk iş başında. Belki ilerde "Enfal hukuku" denir adına, kim bilir. "Terörle mücadele" değil yapılan, kuralsız bir savaş. Konuşulan dilin bozukluğu, gazetenin "kriter"li cümlesinin bozukluğu, "kriter"lerin bozukluğuna denk. Bozuk hukuka bir de. Hatırlatalım: Roboski, öldürülenler silahsız olduğu için hukuken sorunlu değildi; Roboski, yüksek teknolojiyle 50 bin metre yüksekten "dur" filan demeden bombalar boşalttığı için hukuken sorunluydu. Havadan Roboski'ye karşı çıkanlar, karadan Roboski'ye karşı çıkmaz mı?

"... ama Allah attı..."

Ama zaten "Olan şey savaş", diyor gazete bize. Hem de "kutsal bir savaş" ki ayet okunuyor. Bir savaş ayeti.
Heyecanla yayınlıyor. Sevinçle.

Ne diyor yayınlayınca gazete? Ne demiş oluyor? Polislerimiz çok donanımlı, güçlü. Ölüm tehlikesine düşmeden öldürecek kadar. Sohbet ede ede. Konuşa konuşa. Tartışa tartışa. Güle oynaya denecek bir hal ile. Ve en önemlisi de, "ayet okuyarak", Kuran'dan.
Yani, inançlı, dindar, mümin kimseler, diyor. Dinsiz, imansızlara benzemez onların yaptıkları işler? O kadar iyi yapıyorlar ki işlerini, işte vurdular üçünü. "İndirdiler." İndirmeden önce, "kriterleri" tartıştılar ve bir de ayet okudular. Enfal suresi.
Enfal suresi, 17'inci ayet.

"Yeni yayınlanan görüntülerde, ellerinde uzun namlulu silah ve el bombası olduğu görünen teröristlere ateş etmeden önce görevli polisin Enfal Suresi 17. ayetini okuyor. Polis memuru "Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı" manasına gelen "ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ" ayetini dillendirdikten sonra tetiğe dokunuyor."

Kutsal Enfal, lanetli Enfal

Gazete bilmiyor mu, Kürtlere doğru ateş ederken bile değil, Kürtlerin olduğu yerde ateş ederken bile değil, ateşsiz dumansız güzel bir yerde bile Kürtlere "Enfal"den bahsetmek, yıkımdan bahsetmektir. Kürtlerin ayetle sorunları olduğundan değil, ayetin Kürtlerle sorunu olduğundan zaten değil. 
Kürtlere Enfal'den bahsetmek, "Enfal" suresinin tarihsel, teolojik okumalar ve yorumlarla elde edilebilecek tüm anlamlarına ek bir anlam daha iletmek demektir. Ek bir söz söylemek. Bu ek, bu fazla söz, surenin inananlar ya da inanmayanlar açısından tüm anlamlandırmalarından öte bir yere gönderir herkesi: 1988-1989 yıllarına, Halepçe'ye. Güney Kürdistan'da büyük çoğunluğu Kürt 180 bin kişinin öldürülmesine. Yaklaşık 500 bin kişinin sürgününe...

Enfal. Arapça, savaşta alınan ganimet. Enfal, Kuran'da sekizinci sure. Enfal, Saddam'ın Kürtleri kırmak için yürüttüğü etnik temizlik operasyonuna seçtiği bir isim. Kuzeni "Kimyasal Ali" ile birlikte. Saddam Hüseyin ve Kimyasal Ali, Kürtlerin dinen de öldürülmeleri gereken düşmanlar ve mallarının da helal olduğuna inandırmak için bulmuştu bu cin fikri. Kutsal Enfal suresini, kendi lanetli Enfal'inin adı yapmıştı böylece. Attığı kimyasal bombaları, "... Allah attı" kalıbına sığınarak temize çekiyordu. 

Kürtlere "Enfal" diyen, Saddam'ı ya hiç bilmiyordur ya da fazla iyi biliyordur. 


*

" Kürtler hiçbir zaman Kur’an’ı hatmedemezler
Dururlar çünkü Enfal suresine geldiklerinde!"

Adonis'e (Ali Ahmet Sait) ait bu dizeleri ilk Selim Temo'nun enfal için yazdığı yazıda görmüştüm. O yazıdır: Fazlalık