Uyu Memikoğlan uyu öte geçelerde büyü

İKİ gündür gayet “insansız” yorumlar işitiyorum.
Tıpkı “insansız hava araçları” gibi yorumlar:
- “Ama onlar da kaçakçılık yapıyormuş” diyorlar.
- “Ne yani? Kaçakçıya Noel Baba muamelesi mi yapılacaktı?” diyorlar.
- “Ne işleri vardı terör bölgesinde?” diyorlar.
Kısacası...
Hayatları boyunca “Güneydoğu ve kaçakçılık” meselesine dair iki dakika düşünmemiş, iki satır okumamış tipler, “kayıt dışı ekonomi” üzerine konuşan ekonomi profesörlerine özgü ödünsüzlük ve soğuklukla yaklaşıyorlar meseleye...
* * *
- “Kaçakçı” diyerek F-16’lardan yağdırılan bombaların yol açtığı vahşeti hafifleteceklerini sanıyorlar.
- “Kaçakçı” diyerek çocuk yaştaki insanların bombalarla paramparça edilmesine mazeret bulduklarını sanıyorlar.
- “Kaçakçı” diyerek gönül ferahlatmaya, yürek soğutmaya çalışıyorlar.
- “Kaçakçı” diyerek bombalara meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar.
* * *
Oysa “kaçakçı” denilip geçilemez.
“Kaçakçılık”, o toprakların tarihi yazgısıdır.
Ne yazgısı?
Şiiridir, türküsüdür, filmidir, öyküsüdür.
- Ülkü Tamer’in yazıp Zülfü Livaneli’nin bestelediği “Memikoğlan” adlı kaçakçı ağıdını dinlemeden...
- Ahmed Arif’in “33 Kurşun” şiirinde “pasaporta ısınmamış içimiz / budur katlimize sebep suçumuz” diye yaptığı “kaçakçı” tarifini bilmeden...
- Ahmet Kaya’nın “Kaçakçı Kurban” türküsündeki feryada ve isyana kulak vermeden...
- Bekir Yıldız’ın “Kaçakçı Şahan” adlı kitabında anlattığı yalın gerçekle yüzleşmeden...
- Mayın tarlalarında geçen 70’li yılların kaçakçı filmlerini seyretmeden...
“Kaçakçılık” olgusu anlaşılamaz, kavranamaz.
Kaba gerçekliğin aşıladığı vicdansızlıktan ancak şiirlerin, türkülerin, filmlerin, öykülerin sesine kulak vererek kurtulabiliriz.
Aksi takdirde yitip giden 35 canımız karşısında pis bir hissizlik girdabına kapılırız.

O da doğru, bu da doğru
TERÖRİST gruplar katırlara yükledikleri ağır silahlarla sınırlardan ellerini kollarını sallayarak geçip karakol bastıklarında...
“Nasıl oluyor bu iş? İnsansız hava araçları nerede? Bu ne aymazlıktır? Karakollardaki askerlerin kanı bu kadar ucuz mu?” diye bağırmak sonuna kadar haktır.
* * *
Sınırdan geçen sivil vatandaşları terörist sanıp üzerlerine F-16’lardan bomba yağdırıldığında...
“Nasıl oluyor bu iş? Nasıl olur da kaçakçıyı terörist zannedersiniz? Bu nasıl hata? Kim ödeyecek bunun bedelini? İnsan canı bu kadar ucuz mu?” diye çıngar çıkarmak da sonuna kadar haktır.
* * *
Bu durumda...
“Bombalamıyoruz kızıyorsunuz / bombalıyoruz kızıyorsunuz” demek kadar sersem bir yaklaşım olamaz.
Sen eğer bombalaman gereken yerde bombalamaz, bombalamaman gereken yerde bombalarsan...
Kızgınlığın bir numaralı hedefi olmaktan kurtulamazsın.

Bir dönemin sonu: Artık ‘orducu’ oldular
TÜRK Silahlı Kuvvetleri ile muhafazakârlar arasındaki ihtilafın fiilen sona erdiğini biliyorduk...
Ancak “Uludere olayı” ile ilgili olarak... Hem AK Parti yetkililerinden gelen açıklamalara, hem de muhafazakâr basının dünkü nüshalarına baktığımızda... Bunun resmiyet kazandığını da anlamış olduk.
* * *
Çok değil kısa bir süre öncesine kadar... Sınır karakollarına yapılan her baskının ardından...
“İhmal yok, kasıt var” diyenler, “Bu generallerle mi savaşa gireceğiz” diyenler, “Ergenekon ile PKK işbirliği yapıyor” diyenler, korkunç iddiaları havada uçuşturanlar...
Bu kez “Genelkurmay açıklaması” diliyle konuştular.
Hatta bazıları Genelkurmay açıklamasının bile gerisine düştü.
Mesela Zaman gazetesi, köylülerin PKK tarafından bölgeye gönderilmiş olabileceğini iddia etti.
Mesela Akit gazetesi “Terörist mi, kaçakçı mı?” başlığını attı. Daha doğrusu atabildi.
* * *
Böylece bir kez daha şunu anlamış olduk:
Mesele kurumsal yapılar ve onların neden oldukları sorunlar değildir.
Mesele kurumsal yapıların kimin kontrolünde olduğu meselesidir.
Bakınız: YÖK... Bakınız: HSYK... Bakınız: Anayasa Mahkemesi...
Ve şimdi de bakınız: Türk Silahlı Kuvvetleri...
Ne diyelim?
Vatana, millete hayırlı olsun.