BDP MİLLETVEKİLİ SIRRI SAKIK’TAN BAŞBAKAN ERDOĞAN’A...

 

Sırrı Sakık, Erdoğan’a soruyor: “Sayın Başbakan, Ortadoğu’daki diktatör rejimlerin sahiplerine ‘Halkın sesine kulak ver’ diyor. Ama kendisi, kendi yurttaşlarının sesini kesiyor. Demokratik siyaset zemininde siyaset yapan insanları tek tek toplayıp içeri atarsanız peki kiminle konuşacaksınız?”

 

Bugün köşemi BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık’a bırakıyorum. Bana gönderdiği mektup aşağıda yer alıyor.
*
Türkiye çok kritik bir dönemden geçmektedir. Eğer bu sancılı süreç durdurulmaz, barış ve demokrasinin önü açılmaz ise, korkarız ki, Türkiye çok daha büyük sancılarla, krizlerle karşı karşıya kalacak, toplumsal barışımız ciddi yara alacaktır.
2009 yılından bu yana KCK operasyonu kapsamında 7 bin 815 kişi gözaltına alındı, bunların en az 3 bin 500’ü bugün tutukludur.
Tutuklananlar içerisinde halkın seçilmiş temsilcileri olan 5 milletvekili ile 15 BDP’li belediye başkanı da yer almaktadır. Bu tutuklulardan sadece 500’ü kadındır.
İçişleri Bakanı, 750 dolayında bir tutukludan söz ediyor. Bakanın açıkladığı rakam kadar neredeyse kadın tutuklu var.
Bir de, KCK haricinde hapse atılanlar mevcut. Meselâ, Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk‘un milletvekilliklerinin düşürülüşünü protesto etmek için gösteriler yapılmış, ‘Partimizi kapatmayın’ pankartları taşınmış...
Ya da sözgelimi Muş‘ta Demokratik Çözüm Çadırı kurulmuş, ‘Şiddete başvurulmasın, barış sağlansın’ pankartları açılmış...
Terörle Mücadele Kanunu‘na ya da Türk Ceza Kanunu‘na muhalefetten, kolayca insanlar tutuklanıyor.
PKK‘nın söylemiyle diğerlerinin söylemini yan yana koyuyorlar, ‘örgüt üyesi olmasalar bile, örgütün propagandasını yapıyorlar’ gerekçesiyle yüksek cezalar isteniyor.

KÜRTSE AT İÇERİ!
Sorun aynıysa, söylem de aynı olacak ne yapalım! Hani bir reklam vardı, ‘Tamek’se at sepete’ deniliyordu. Bunun gibi ‘Kürtse at KCK dosyasına’ uygulaması geçerli...
Biz fakir bir partiyiz.
BDP milletvekilleri ve belediye başkanları maaşlarının yüzde 10’unu partiye veriyor. Çünkü devlet yardımı da almıyoruz. Her eve kumbaralar koyduk. Çocuklar bir lira, iki lira atıyor. Bütün bunları KCK’ya yardım diye değerlendiriyorlar.
Tutuklananlar 3 yıldır cezaevindeler ve anadilde savunma yapamıyorlar. Mahkemeler anadilde savunmaya izin vermediği için halen ifadeler alınabilmiş, yargılamaya başlanabilmiş değil.
Bu kadar insan tutuklandı.
Peki, sorun çözülecek mi?
Kürt sorunu çözülmediği için bugün bu tablo yaşanıyor. Binlerce insan Kürt sorunu çözülmediği için ‘terörist’ olarak cezaevine atılıyor. Eğer bu sorun çözülmez ise bu tablo böyle sürüp gidecektir.

HAPİSTEKİLER...
Bakınız!
Türkiye’nin geldiği noktayı göstermesi açısından şu rakamlara bir bakmak gerekir.
Dünya genelinde toplam 35 bin 117 kişi terör suçundan tutuklu. Bunların 13 bini Türkiye’de tutuklu.
Dünyada toplam 645 gazeteci cezaevinde. Bunlardan 70’i bizim ülkemizde tutuklu.
İki olayda da dünyada birinci sıradayız. Yani muhalif herkesi ‘terör’ kapsamına alan ve uzun tutukluluk süreciyle yıllarca cezaevinde çürümeye tabi tutan bir otoriter uygulamayla Türkiye karşı karşıya.

ORTADOĞU’YA MODEL...
Bu kadar tutuklu Mısır’da, Şam’da, Tunus’ta değil, Ortadoğu’ya model olarak gösterilen Türkiye’de bulunuyor.
Türkiye bu haliyle demokrasiye, barışa, diyalog ve uzlaşıya öncülük edebilir mi?
Sayın Başbakan, Ortadoğu’daki diktatör rejimlerin sahiplerine “Halkın sesine kulak ver” diyor. Ama kendisi, kendi yurttaşlarının sesini kesiyor, dinlemiyor, konuşturmuyor, itiraz edeni içeri attırıyor.
Bu tablo Türkiye açısından kabul edilebilir, sessiz bir onayla karşılanabilir bir süreç değildir.
Sormak istiyoruz:
Demokratik siyaset zemininde siyaset yapan insanları tek tek toplayıp içeri atarsanız peki kiminle konuşacaksınız?
Kimin elini tutacaksınız?

28  ŞUBAT
Sayın Başbakan, “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” dedi. Peki, bu durumda kiminle müzakere edeceksiniz?
BDP her gün operasyona uğruyor, yönetici ve üyeleri tutuklanıyor. BDP siyasal alanda yok sayılıyor.
Medya bize kapatılmış durumda. BDP’nin sesinin çıkmaması için her yol deneniyor.
Peki, nasıl müzakere edeceksiniz?
AKP’nin içinden geldiği siyasi gelenek de bir dönem benzer baskılarla karşı karşıya kaldı.
Medyaya kapatıldılar.
Sesleri kesildi.
Andıçlandılar.
Komplolara maruz kaldılar.
28 Şubat’ı yaşadılar.
Şimdi iktidar ellerine geçince, güç kendilerinde toplanınca kendi yaşadıklarını fazlasıyla bizlere, Kürtlere, bu ülkenin muhalif seslerine yaşatıyorlar.
Peki bu vicdanlara sığar mı?
Bu kabul edilebilir mi?

ÖCALAN’IN  AVUKATLARI...
Bakınız!
Daha birkaç gün önce Öcalan’ın avukatları alınıp tutuklandı. Bu avukatlar 1999’dan bu yana İmralı adasına gidiyor, müvekkilleriyle görüşüyorlar.
Bir yığın iddia ortaya atılıyor. Talimat aktarıldı vs gibi. Avukatların müvekkiliyle görüşmesi devletin gözetiminde yapılıyor ve kaydediliyor. Eğer suç tespit edilmiş ise zamanında niye gerekli soruşturma açılmamış?
Niye göz yumulmuş?
Eğer avukatların yaptığı suç ise devlet de bu suça ortaktır. Kaldı ki, İmralı ile Kandil arasında bağlantıyı kuran bizzat devlet görevlileri olduğu kamuoyuna yansımıştır. Devlet görevlileri mesaj iletmiştir. Bunların hepsi devletin bilgisi dâhilinde yapılmıştır.
Nitekim Sayın Başbakan da “Devlet gerektiğinde görüşür” diyerek, İmralı ile temasların varlığına işaret etmiştir. Şimdi dengeler değişti diye avukat görüşmeleri suç mu oldu?
Şike sanıkları için 8 ay içerisinde Meclisten iki yasa geçti ama özgürlükleri genişletme defteri henüz açılmadı.
Terörle Mücadele’den yargılananlar için kimsenin kılı kıpırdamadı.
Pankart açtı diye bir kadına 5 yıl ceza veriliyor. Kimsenin bu hukuk, demokrasi ve özgürlük katliamı karşısında sesi çıkmıyor.
Kazan vadisinde 24 gerillanın öldürülmesinin üzerinden bir ay geçti. Aileler hâlâ morgun kapısında bekliyor.
Cesetler tanınmayacak hale gelmiş. DNA testi sonuç vermiyor. Ne gibi bir silâh kullanıldığını devlet açıklamalı.
Başbakan bu politikalarıyla Kürtlerin yüreğini fethedemez. Ancak tepki ve öfkeyi körükler. Dersim’den dolayı özür dilemek bir erdemliliktir. Fakat bugün de siyasi soykırım uygulanmaktadır.
Türkiye’nin bu ayrımcı, ötekileştirici, Kürtleri tümüyle siyaset alanının dışına iten, siyasal kanalları Kürtlere kapatan, Kürtlerin demokratik siyasete olan inancını ve bağını kırmaya çalışan bu çağ dışı, otoriter uygulamalardan biran önce kurtulması gerekiyor.

BARIŞ TRENİ  KAÇMADI  AMA...
Unutulmamalıdır ki:
Kürtlerin demokrasi ve barış arayışına vurulmak istenen darbe aynı zamanda Türkiye demokrasisine de zarar vermektedir. Bu uygulamalar Türkiye’nin doğusuyla batısı arasındaki makası giderek açmaktadır.
Bu yüzden herkesin bir kez daha oturup düşünmesi, hepimizin geleceğe olan kalıcı adil bir barışın bu ülkede tesis edilebilmesi için ortak akıl yürütmesi siyasi ve tarihi bir sorumluluktur.
Türkiye henüz barış trenini kaçırmış değildir. Bunca yaşananlara rağmen halen bu treni yakalayabiliriz.
Sevgi ve saygılarımla,

Sırrı Sakık, BDP Muş Milletvekili.