Hasan Soylu / Demokrat Haber Analiz

İktidarın önce “Ada”, sonra “İmralı süreci” olarak adlandırmayı tercih ettiği barış süreci, bir süredir yaşanan “yapay” krizin aşılmasıyla yeniden ivme kazandı, sürüyor. Başbakan Erdoğan bugün yaptığı bir açıklamada ise, “çözüm süreci” şeklinde bir ifade kullanılmasını tercih ettiğini belirtti.

Sürecin ne şekilde adlandırıldığı sonuç itibarıyla çok da önemli değil belki; önemli olan, tabii ki işin özü, yani barış ve sorunun barışçıl çözümü… Ama daha önce kullanılan “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”, dün Emine Erdoğan’ın kullandığı ve ne anlama geldiğini anlayamadığımız “Terör Süreci” gibi ifadelere göre bu sürece “İmralı süreci” denilmesinde de, “barış süreci” ya da “çözüm süreci” denilmesinde de bir beis yok…

Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk ve Pervin Buldan, İmralı’ya gidecek heyet olarak kesinleşti. Pazartesi günü resmen Adalet Bakanlığı’na başvuracaklar ve aynı gün ya da izleyen birkaç gün içinde İmralı’ya gidecekler. Dolayısıyla önümüzdeki hafta sürecin bir adım daha ilerlediğine tanık olacağız.

Bu sürecin yol almasında sürekli gözetmek gereken unsurlar var ve onlardan önemli bir tanesi de medya…

Medya şu ana değin süreci genellikle destekleyen bir tutum takındı. Bazı marjinal milliyetçi, ulusalcı medya organları dışında. Kamuoyunun genel havası da aynı yönde zaten. Sorunun barışçıl yol ve yöntemlerle çözülmesi…

Yalnız burada durup sorgulamak gereken bir olgu var ve o da şu: Medya barışı bir tercih olarak benimsediği için mi, yoksa iktidarın tercihine aykırı davranmaktan çekindiği için mi bu olumlu tavır içinde?

Denilebilir ki, “ne fark eder? Her iki durumda da önemli olan süreci desteklemesi değil mi?”

Öyle değil…

Çünkü asla temenni ettiğimiz bir olasılık değildir ama iktidar bir süre sonra yan çizdiğinde medya nasıl bir tutum takınacak? Eğer iktidardan esen havaya göre tutum alınacaksa, o zaman da medyanın tutumu ona göre şekillenecek. Oysa medyanın tutumu, gerektiğinde ilgili bütün taraflar üzerinde barıştan yana demokratik bir baskı unsuru olmasıyla anlam ve değer kazanır…

Bu nedenle zaman zaman medyanın süreci ele alış tarzına yakından bakmakta fayda var. Biz de öyle yapıyoruz zaten.

Şu satırlar Ruşen Çakır’ın bugünkü (15 Şubat 2013) köşe yazısından:

“Türkiye’de anaakım medyanın PKK ve Kürt sorunları hakkında bugüne kadar yaptığı haberler içinde yanlış ve/veya yalan olanların sayısının doğru haberlerden açık ara fazla olduğunu çekinmeden söyleyebiliriz. Devletin her söylediğine (çoğunlukla gönüllü olarak) inanma huyu günümüzde de sürüyor. Son olarak Diyarbakır’da panzer tarafından ezildiği iddia edilen Şahin Öner’in ölümünü medyanın bir bölümü, Vali Mustafa Toprak’a inanarak, “atmak istediği bomba elinde patlayınca öldü” diye verdi. Ne var ki otopsi raporuyla yalan haberleri ellerinde patladı.

Barış sadece bir tarafın adım atmasıyla gerçekleşemez. Hele kendisini tümüyle siyasi iktidara göre ayarlayan medyayla barış hiç gelmez. Eğer bu son sürecin başarılı olmasını istiyorsak biz gazeteciler eski alışkanlık ve reflekslerden arınmalıyız.”

Doğru bir uyarı olduğunu teslim etmek gerek…