Antik Mayalar, Orta Amerika’da birkaç bin yıl süren egemenlikleri boyunca arazi üzerinde yükselen tapınaklar ve azametli mimari eserler inşa ettiler ve günümüzde büyük ilgi gören bu yüksek yapılar, zirve noktasına ulaşmış bir medeniyetten geriye kalan yıkık-dökük anılar niteliğinde.

Bununla birlikte, yeraltı kaşifi Will Hunt’ın 2018’de yayınlanan ‘Underground: A Human History of the Worlds Beneath Our Feet’ (Yeraltı: Ayaklarımızın Altında Yatan Dünyaların İnsanlarca Yaratılan Tarihi) adlı kitabında belgelediği üzere, antik Mayaların ibadet ettiği, kurbanlar verdiği ve hatta “taştan döşenen yolların yanı sıra tuğla ve harçtan yapılan tapınaklarla” inşa ettiği “mağaralar âlemi”, son dönemde artan biçimde ilgi çekiyor. Bilim insanlarının bu karanlık yerlerde keşfettikleri şey, Amerika’daki en büyük uygarlıklardan birinin son günlerine ışık tutuyor.

ÇÖKÜŞ KURAKLIKLA BİRLİKTE GELDİ

Uzmanlar antik Mayaların 9'uncu ve 10'uncu yüzyıllarda gerçekleşen çöküşünün ayrıntılarını tartışıyor olsalar da, bunların tamamı çoğunlukla kalıcı ve acımasız bir kuraklığın büyük bir rol oynadığı konusunda hemfikir. Antik Mayalar, milyonlarca insana gıda temin etmek söz konusu olduğunda kendine has sulama sistemlerine, gelişmiş tarım tekniklerine ve hepsinden önemlisi güvenilir bir yağmur mevsimine bel bağlıyorlardı. Yağmur miktarı azalmaya ve kuraklık yıldan yıla şiddetlenmeye devam ederken çaresizlik arttığında, herkes daha ciddi eylemlerin gerekli olduğunu fark etti...

Antik Mayalar, yeraltı dünyasını kelimenin tam anlamıyla kendi adını taşıyan ayrı bir âlem olarak görüyorlardı: Ona ‘Xibalba’ adını vermişlerdi. Hunt, kitabında “Şayet bir mağaranın ağzına tırmanır ve karanlık diyarın eşiğinden kayarsanız, Xibalba’ya adım atmış olursunuz” diyor: “Ruhlar, tanrılar ve birden bire değişiveren güçlü varlıklarla karşı karşıya geleceğiniz, baştan sonra farklı bir âleme giriyorsunuz.”

YERALTINDAKİ GİZLİ EVREN

Mayalar Xibalba’dan korkuyor ve ona saygı duyuyorlardı ama aynı zamanda onunla doğrudan etkileşime girmeleri de gerekiyordu. Çünkü diğer pek çok tanrıyla birlikte, gök gürültüsünü ve yağmuru kontrol eden Chaac da orada yaşıyordu. Yıllar boyunca mağara girişlerinin hemen içine bırakılan mütevazi hediyeler Chaac’ı sakinleştirmeye yetti; bu sayede bölgeye hayat veren su taşkınları gerçekleşebildi. Yaşanan korkunç kuraklık ise Chaac’ın halinden memnun olmadığını gösteriyor ve bu durum Mayaların daha büyük hediyelerle gelmesi ve onları Xibalba’nın derinliklerine taşıması gerektiği manasına geliyordu. Onlar da böyle yaptılar.

Antik Mayalar, kimi mağaraların içinde yaklaşık bir kilometre yol kat edip yeraltı nehirlerini geçerek ve kapalı alan korkusuna yol açabilecek geçitlerde emekleyerek ilerlerken, çeşitli malları, yeşim taşından yapılma adakları ve karmaşık taş aletlerle dolu binlerce seramik çömleği de yanlarında taşıdılar. Tanrılara adak sunanlardan bir kısmı Xibalba’dan geri dönmeyeceklerinin farkındaydılar. Arkeologlar, pek çok mağara alanında kurban edilen yüzlerce insanın kalıntılarını ortaya çıkardılar.

Hunt, “Arkeologlar, son on yıl içinde Maya topraklarında bulunan mağaraların karanlık bölgelerinde keşfedilen adakların tarihlerini belirlemekle meşguldü. Bulunan eserlerin hemen hemen hepsi -her çömlek, her taş alet, insan kurbanlardan kalan her kemik parçası- kuraklığın yaşandığı döneme tarihleniyor” diye aktarıyor. Burası, neredeyse efsanevi bir uygarlığa uygun biçimde büyüleyici ve uhrevi bir zirve.

ADAKLAR VE YALVARIŞLAR SONUÇSUZ KALDI

Hunt, “Burada, ölüm onlara yaklaşırken yaşadıkları en umutsuz anlarda yeraltı dünyasının gücünü yardıma çağıran koca bir medeniyet vardı” diyor: “Sonsuz karanlıkları ve gürleyen yankılarıyla bu gizli odaların kutsal ve büyülü olduklarına derinden inanan insanlar, gerçekliği yeniden şekillendirme gücüne sahipti.”

Antik Mayaların Chaac’ı memnun etmek için yeraltı dünyasına gerçekleştirdiği yolculuklar tam anlamıyla sonuçsuz kaldı. Yalnızca iki nesil içinde, halk iki büyük başkenti ve diğer büyük şehirleri neredeyse tamamen terk etti. Buna karşın, beş yüz yıl daha eski varlığının gölgesinde, gücünü yitirmiş bir halde, İspanyol fatihler ve birlikte getirdikleri ölümcül hastalıklar eski medeniyeti tamamen yok edene kadar varlığını sürdürdü.

Kaynak: Gazete Duvar