İshak Kocabıyık / Demokrat Haber

Malatya Malatya bulunmaz eşin

Gönülleri coşturur ayla güneşin”

 

Nerede olursa olsun düğünlerin, nişanların vazgeçilmez halay türkülerinden biridir bu türkü. Dinleyenler coşar, çalanlar coşar.

 

Ne yazık ki epey bir süredir Malatya’da başka gönüller coşmaya başladı. İlk kıpırdanma Malatyalı Mehmet Ali Ağca’nın yanlışlıkla salıverilmesi sırasında Malatyaspor maçında tribünlere asılan “Malatyadan çıktı, Papayı vurdu” pankartı ile kendini gösterir. Daha sonra Zirve Kitabevi katliamı, Ermeni Mezarlığının Belediyece tahrip edilmesi, Hekimhan’da bir alevi yurttaşa uygulanan ayrımcılık ve saldırı… Ve daha bilmediğimiz, duymadığımız irili ufaklı pek çok “gönül coşmaları”.

 

Doğrusu Malatya’nın yakın tarihine baktığımızda bu tür katliam ve linç girişimlerinin yeni olmadığını görüyoruz.

 

1968’de Kemal Abbas Altunkaş isimli bir öğretmene bir komplo kurulur. Bir öğrenciye tecavüz etmeye çalıştığı haberi yaygınlaştırılır. Bir anda toplanan yüzlerce kişi, Aleviler ve solcular aleyhinde slogan atmaya başlarlar. Olaylar büyümeden yatışır. Sonradan görülür ki, kimi Alevilerin işyeri ve evleri işaretlenmiştir. Bakanlık “önlem” olarak Kemal Abbas Altunkaş’ı açığa alır! Daha sonra bu olayın komplo olduğu ortaya çıkar. Komployu düzenleyenler ceza alır.

 

Daha sonraki yıllarda ise benzer olaylar, komplolar, saldırılar, katliam ve linç girişimleri eksik olmaz.

 

Hepsinde de ritüel aynıdır: “solcular / aleviler bir “suç” işlerler ya da “suç” işlemek isterler. Bunu duyan yüzlerce binlerce kişi “solculara/Alevilere ölüm” sloganıyla bir anda toplanırlar, evler, işyerleri önceden işaretlenmiştir. Yakarlar, yıkarlar ve katlederler.

 

Aslında bu “coşmalar”, sadece Malatya’da değil bütün bir Anadolu’da tekrarlanır. Sadece Alevilere, solculara değil yüzyılları aşan bir süredir “kendilerinden olmayan” herkese uygulanmaktadır. Saldırıya maruz kalanlar, acılarıyla beraber evlerini, işlerini ve topraklarını terk ederler. Tek tesellileri canlarını kurtarmış olmalarıdır.

 

O zaman sükunet sağlanır işte…

 

Karl Marks, “Louis Bonaparte’nin 18. Brumarie” kitabının girişinde “evet tarih iki defa tekerrür eder, ilkinde trajedi ikincisinde komedi olarak” der.

 

Marks, 20. yüzyılı Anadolu topraklarında yaşayabilseydi bu girişi değiştirir miydi bilinmez. Ama ne yazık ki bizler “tarihin ikiden fazla tekerrür ettiğini” ve her defasında bizim için bir trajedi olduğunu biliyoruz.

 

En son trajedi bir ramazan ayı klasiği olarak Malatya, Doğanşehir, Sürgü beldesinde yaşandı.

 

Sahur vakti, evlerinin önünde davul çalan davulcuyu uyarma “gafletinde” bulunur Sürgü beldesinin yerleşik ailelerinden Evci ailesi. Vay sen misin uyaran! Öyle ya, “müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” demişler.

 

Bir anda evin önüne yüzlerce kişi toplanır. “Alevilere ölüm” diyerek tekbir getirmeye başlarlar. Evin camlarını kırarlar.

 

Güvenlik güçleri “büyük güçlüklerle ve sağduyu ile” toplananları iki saat sonra dağıtır. Dağıtırken ikna yöntemini kullanır. Bu süreçte slogan atılmasına, taş atılmasına karışmaz. İşçilerden, kamu emekçilerinden, Kürtlerden, kadınlardan, öğrencilerden, Alevilerden, Cumartesi Annelerinden esirgemediği biber gazı ile tazyikli suyu Sürgü linççilerinden, faşistlerinden esirger.

 

Çözüm olarak devletin her kademesi (valisi, jandarması, belediyesi) fikir birliği içindedir: “buradan gidin”.

 

Devletin en yetkilileri en son 2010 yılında Manisa Selendi’de koca bir mahalleyi göçürtmüşlerdi “biz sizi koruyamayız” diye (sahi hatırlayan var mı Romanlara karşı Selendi’de yapılan bu linç girişimini?)

 

Devletin ve yetkililerinin en başarılı olduğu işlerden birisi bu zaten: “koruyamama”.

 

Ermeni misiniz? Koruyamayız. Kürt müsünüz? Koruyamayız. Alevi misiniz? Koruyamayız. Roman mısınız? Koruyamayız. Kadın mısınız? Koruyamayız. İşçi misiniz? Koruyamayız.

 

Liste uzar gider.

 

Sürgü’de de aynısı oldu.

 

“Koruyamayız” dediler.

 

“Can güvenliğiniz tehlikede” dediler.

 

“Evi boşaltın” dediler.

 

Ama olmadı. Tutturamadılar bu sefer.

 

Olayların başlamasıyla beraber, başta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şubesi olmak üzere Malatya ve civarda bulunan Alevi dernekleri, demokratik kitle örgütü temsilcileri, sendika başkanları Sürgü Beldesine gittiler. Kuşatılan eve girdiler. Bir anlamda “canlı kalkan” oldular. “Linççi topluluğun” dağılmasında böyle bir tutumun etkili olduğunu düşünüyorum.

 

İkinci nokta ise sosyal medya örgütlenmesi.

 

Ana akım medya, ulusal kanallar “yok” hükmünde ele aldı bu olayları. Haber olarak çok kısıtlı yer ayırdılar. Akit gazetesinin Madımak’ta yananları, dumandan boğulanları “kurşunlanarak öldüler” diye yazması demek ki bütün bir ana akım medyayı “ramazan ayı hassasiyetlerine” doğru hizaya getirmiş. “Hoşgörü ve kardeşlik ayı” olan ramazan ayında semavi dinlerin temsilcilerine verilen iftar yemekleri manşete taşınır da Alevinin “davul çalmayın” demesi “vatandaşı” tahrik ettiği için haber değeri taşımaz. Demek haber olması için “köpeğin adamı ısırması” bekleniyor.

 

Bu noktada sosyal medya olarak adlandırılan yeni iletişim kanalları devreye girer. Bütün “kirlilik” tehlikelerine karşın facebook, twetter ve benzerleri “alternatif medya” olma yolunda hızla ilerliyor.

 

Sürgü’de de olup bitenleri bütün bir ülke ve dünya işte bu “sosyal medya” üzerinden izledi. Tepkilerini bu kanallardan gösterdiler ve örgütlediler. Gecenin bir yarısında Taksim’de buluşma çağrısı nasıl hayat bulabilirdi? Ya da Ankara da Güvenpark’ta buluşma nasıl gerçekleşirdi?

 

Bütün bu gerçeklikle beraber şimdi bir eşikteyiz.

 

Saldırıya maruz kalan Evli ailesi “hiçbir yere gitmeyeceğiz” diyor.

 

Aç kalmayı göze alarak,

 

Tekrar evlerinin taşlanmasını göze alarak,

 

Çocuklarının okulda taciz edilmesini göze alarak,

 

Ve benzeri saldırıları göze alarak,

 

“Tehditlere boyun eğmeyeceğiz, gitmeyeceğiz” diyor.

 

Engels “Ailenin Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni” adlı kitabında tarihin tekerrür etmesini ele alır ve şöyle yazar “…tarih tekerrür eder, çünkü bazıları tarihten ders almaz…”

 

Artık bizim için ders alma zamanı geldi.

 

Ya Evli ailesinin dayanamayıp, yaşadıkları topraklardan Sürgü’den ayrılmasını gözü yaşlı basın açıklamaları ile kınayacağız.

 

Ya da bir yolunu bulup solcusu, sünnisi, alevisi, kürdü, ermenisi, öğrencisi, kadını, işçisi hasılı kim varsa bu toprakların yeteri kadar acıyla yıkandığını düşünen yek vücut Evli ailesinin yanında olacağız.

 

Başarırsak geleceğimizi aydınlatırız. Çocuklarımız, gelecek kuşaklar hayırla yad eder bizi.

 

Başaramazsak “başka bir yurt” hepimiz için önümüze konulmuş durumda.

 

Eşiğin önündeyiz. Karar bizim.